4,5 yıldır tutuklu yargılanan Osman Kavala hakkındaki yargı kararı belli oldu: Ağırlaştırılmış Müebbet. Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater, Tayfun Kahraman, Ali Hakan Altınay, Mine Özerden, Can Atalay ve Yiğit Ali Ekmekçi ise 18’er yıla mahkum edilip oracıkta tutuklandılar.
Çiğdem Mater ‘yapmadığı’ bir filmden dolayı yapmış gibi ceza aldı. Bu duruşma için kalkıp Almanya’dan gelmiş olduğu halde kaçmış zaten hep kaçıyormuş gibi tutuklandı.
O kadar zayıf iddianameden bu denli ceza yağması hem inanılmazdı hem üzücü.
Aklı olanın malumudur: Osman Kavala için verilen ‘ağırlaştırılmış müebbet’ cezasına ya da diğer sanıklar için verilen 18 yıl mahkumiyete itiraz etmek için Gezi hayranı, muhibbi olmak gerekmiyor. Ortalama bir hukuk bilincine, adalet duygusuna sahip olmak yeterli.
ADALET DEĞİL VAHAMET…
Daha bir ay kadar önce iş insanlarının itibarını zedeleyecek -haber doğru bile olsa- haberler yapılması halinde haberi yapan gazeteciye 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezası öngören torba yasa meclisten geçti.
Geçtiğimiz bir hafta içinde İbrahim Haskoloğlu adlı genç bir sosyal medya kullanıcısı e devlette açık olduğunu, bilgi sızdığını ispat etmek için attığı tivitler yüzünden tutuklandı. Alp Emeç isimli İyi Parti’li bir genç ise ise Sedef Kabaş’ın yazdığı atasözünü yazıp 15 dk. sonra sildiği için şu an cezaevinde.
Onlara üzülemeden Kavala ve diğer 7 kişi hakkındaki bu kararlar geldi.
Hukuk, toplumun adalet ihtiyacını giderme yolu olmaktan çıktı adeta, devlet adına sopa gösterme, ‘gelinim seni harcıyorum kızım sen anla’ mantığıyla tüm topluma ‘ayar ve hiza verme’ aparatı haline geldi.
Aradan geçen zamanda gerçek bir darbe girişimi geçirmiş bu milletin ferdi olarak haliyle şunu soruyorum: Gezi’ye darbe dersek 27 Mayıs’a, 12 Eylül’e, 28 Şubat’a, 15 Temmuz’a ne diyeceğiz?
Gezi’ye darbe derseniz, silahı külahı topu tankı ile, silah kullanma tehditi ile, cebir yoluyla siyasi iradeyi sonlandırma niyetiyle bu işe girişmiş pek çok gerçek darbeye ne diyeceksiniz?
Bunu Gezi eylemlerinin sadece ilk safhasını haklı bulan, ikinci ve üçüncü evrelerini orantısız, haksız ve ülkeye faydadan çok zarar getirmiş bir süreç olarak gören, en başta çözüm sürecine malolduğunu düşünen biri olarak söylüyorum.
Böyle düşündüğü için kendisini Gezi ile tanımlayanlar tarafından düpedüz yalan ve çarpıtma içeren iftiralara maruz bırakılan biri olarak söylüyorum.
Bütün bu kışkırtıcı etkenlere rağmen ben dahi, Gezi’nin başlangıç niyetinin darbe olduğunu düşünmüyorum.
2013 şartlarının gerek demokrasi gerek hukunun üstünlüğü gerek ekonomi ve gelirin adil dağılımı açılarından buz gibi bugünden çok daha iyi olan şartlarını görmezden gelip hükümeti kriminalize etmek haksızlıktı, aşırılıktı, bir noktadan sonra işler çığrından da çıktı, ama “İnsanlar darbe amacıyla sokağa çıkmışlardı başından beri niyetleri buydu” demek için yeterli somut kanıtın olmadığı geçen zaman zarfında görüldü kanaatindeyim.
KÖŞE YAZISI GİBİ İDDİANAME YAZILIYOR, BU SKANDALDIR
Bakın gazetelerde, köşe yazılarında, ‘sokak darbesi’ ‘yargı darbesi’ gibi ifadeler kulanılabilir. Bunlar cereyan eden hadiseye dair abartı ve mübalağa sanatının kullanıldığı, bazen de teşbih yapma maksadıyla tercih edilmiş ifadelerdir ve belirli insan ya da gruplara karşı tehdit içermediği, şiddet uygulanmasını teşvik etmediği sürece ifade hürriyeti kapsamındadır. Mahkemeler ise ‘suç tanımı’ yaparken anayasaya ve TCK’ya bağlı kalmak zorundadır. Savcılar hükümete yakın bir gazetenin köşe yazarıymış gibi iddianame yazamaz, yazmamalı.
Bugün pek çok davada suçun tanımı ceza usul kanununa uygun yapılmadığı gibi, delil ve hüküm arasında bağlantı bulunmuyor, illiyet bağı sizlere ömür.
Dosyada olmayan delillerden kanaate dayalı varsayımlardan ‘ağırlaştırılmış müebbet’ cezasına varmak skandal bir karar.
Lakin şaşırtıcı da değil, çünkü siyasetin bittiği yerde gündem skandallarla ilerler.
Kavala kararı siyaseti bitiren, toplumu hainler ve makbul vatanseverler diye ikiye bölen, muhalefetin sınırlarının bile devlet tarafından çizildiği Türk tipi başkanlık sisteminin uzantısı maalesef.
ÇOK AÇIK Kİ MESELE GEZİ DEĞİL
Çok açık ki, mesele artık Gezi değil.
Kavala nezdinde rejimin hep varolan ama Türk tipi başkanlık modelinden sonra kazandığı özgüvenle dozu çok daha artmış bir meydan okuma var.
Meydan okunan ilk yer, Kavala lehine karar veren 2019 tarihli Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi.
Mahkeme, “Bu sadece Kavala’ya yapılan bir şey değildir, bu yolla tüm sivil toplumun çalışmalarını bastırmak, sivil toplumun sesini kısmak amaçlanmaktadır” diyordu.
Kararla anlaşıldı ki AİHM’in teşhisi gayet doğru.
Devlet yargı eliyle tam olarak bu teşhise meydan okuyor.
İktidar bloku diyor ki “Sakın zenginliğinize ya da Batı’da önemli dostlar edinmiş olmanıza güvenmeyin, hatta Batı’da önemli dostlar edindiyseniz daha çok endişelenin. Canımızı sıkarsanız sizi dünyanın en mesnedsiz iddianamesine sarar, içeri alırız”
Öte yandan Rusya’dan Çin’den dostlarınız, finansörleriniz olabilir. Tabii şimdilik!…
Osman Kavala’nın Batılı dostları vardı, perspektifi de liberal Batılı demokrasilerin entelijansyası ile uyumluydu. Bu pek tabii suç değil, bu vasfı taşımakla beraber aynı zamanda ‘aslında ben herkesten yerli ve herkesten milli olabilirim’ diyerek ‘reisçi’liğe dümen kıranlar krallar gibi ağırlandı.
Buradaki mesele ise, Osman Kavala’nın sadece iktidar partisine değil, devletin resmi ideolojisine, devletin insan hakları ihlallerine, şeffaf olmayan ve hesap verebilir olmaya dirençli devlet otoritesine karşı Batı merkezli liberal değerler adına bir muhalefet oluşturma potansiyeli. Daha doğrusu kamuoyu oluşturabilme gücü.
İkinci meydan okuma servet sahiplerine.
İktidar bloku diyor ki, ‘resmi alanı da sivil toplumu da ben inşa ederim, sivil toplum örgütü destekliyorum diyerek toplum içinde güç kazanmana izin vermem’.
Zenginlere, ‘sivillerin devletin işini zorlaştıracak bir perspektif edinmesini sağlayıp canımızı sıkmayın, başınıza da iş açmayın’ deniliyor.
Başta bilmiyorduk ama artık biliyoruz.
“Devlet millet elele”, “Milletine sevdalı devlet” gibi ifadelerden kasıt, milletin ‘sadece’ devlet tarafından yönlendirilen, kontrol edilen ve enterne edilen bir topluluk haline getirilmesiymiş.
Bu yolda epey de başarı kaydedildi.
Öyle ki, son beş yılda bir hayli milliyetçileştirilmiş, ulusalcılaştırılmış bir nevi yeniden imal edilmiş eski Gezicilerin bile, Gezi ile temsil edildiğine ‘inanılan’ özgürlükçü ve sivil yaklaşımla hiçbir alakası kalmadı bugün.
Gezi’yi savunuyorlar ama Osman Kavala ve arkadaşları aleyhinde üretilmiş ‘emperyal güçlerin maşası olma’ ithamını çoktan satın aldılar.
Çünkü bu itham yeni otoriter rejimin en temel kodu ve kimse bu kodla yani devletçiliğin çelik çekirdeği ile ters düşmek istemiyor.
Tam da bu nedenle bu davanın sanıklarını duruşmalarda yalnız bıraktılar.
BİR KERE DAHA BÖLÜYOR
2013’te sahnelenen Gezi eylemleri, o güne kadar hükümeti desteklemiş olan çevreleri bölmüştü. Osman Kavala kararı ise yarattığı üzüntü ve öfke ile bugün muhalefeti oluşturan unsurların arasında serin rüzgarlar esmesine neden oldu diyebilirim.
Muhalefetin kendisini ‘Gezi’ ile tanımlayan ‘demokratik sosyalist vs vs’leri, 2013’teki eylemleri haksız bulmuş ama bugün söz konusu yargı kararına itiraz eden kimseleri -yine- ateş hattına almaya çalıştı.
“Bu karar hukuka uygun değil, yargılama değil müsamere söz konusudur” mealinde birkaç paylaşım yaptığım için ben de -yine- bazı Gezicilerin hışmına uğradım. “Ama sen Gezi’ye şöyle böyle demiştin, sus şimdi”ler, eski itham ve küfürler hızla güncellendi -yine-. Son dokuz yılda olduğu gibi.
Çok merak ediyorum, madem Gezi bir destandı, Gezi mükemmelliğin şahikasıydı, Gezi masumiyet abidesiydi ve Gezi’yi desteklemiyor olmak bu kadar büyük bir suçtu, o zaman Gezi’den dolayı bomboş bir iddianame ile 4,5 yıldır tutuklu yargılanan Osman Kavala’yı neden okadar yalnız bıraktınız, duruşmalarına neden gitmediniz?
Bana küfretmek için harcadığınız enerjiyi Kavala’nın haklarını savunmak için kullansaydınız heyetin kararı bu yönde olmayabilirdi.
Böyle karar verdiler, çünkü gerçek bir kamuoyu baskısı oluştırma noktasındaki rehavetiniz yeterli cesareti temin etti.
Gezi bir destan idiyse, görüşünüz bu ise, -ki saygı duyarım- inandığınız şeyi daha güçlü desteklemeliydiniz. Öyle yapsaydınız, muhalefet şerhi düşen onurlu hakim Kürşad Bektaş’ın pozsiyonu daha da güçlenir, etki gücü artardı, birken iki, üç olurlardı.
Bellediğiniz isimleri rahat koltuğunuzda kaykılarak parmağa sarmaktan hiçbir fayda görmediğiniz şu günlerde, bunun üzerine biraz düşünün derim.