Ana SayfaDış HaberPORTRE | Sarığını ve cüppesini çıkarıp takım elbise giyen “ılımlı cihatçı” Colani

PORTRE | Sarığını ve cüppesini çıkarıp takım elbise giyen “ılımlı cihatçı” Colani

Gerçek adı Ahmed Hüseyin el Şara olan Colani, Suriye’nin Golan bölgesine mensup zengin bir aileden geliyor. 2003 yılında ABD işgaline karşı savaşmak için gittiği Irak’ta El Kaide’ye katıldı, hapishanede Bağdadi’yle tanıştı. IŞİD’le ayrı düşüp, Nusra’yı kurdu. Sonra El Kaide’den ayrılıp Suriye merkezli Heyet Tahrir Şam’ı kurdu. 2016’dan beri şimdi nüfusu 5 milyonu geçen İdlip’i yönetiyor. Sık sık Batı medyasına konuşuyor. Ilımlı mesajlar veriyor. IŞİD’i eleştiriyor, İslamofobiye neden olduğunu söylüyor. Telegraph ondan “Ilımcı cihatçı” diye bahsediyor.

Prof. Dr. Hilmi Demir, Colani’nin hayat hikayesini yazmıştı:

“Herkes onu Ebu Muhammed el-Colani ismiyle tanıyor. Halep’i aldıktan sonra ise “Fatih Colani” olarak anılmaya başlandı. Gerçek adı Ahmed Hüseyin el-Şara’dır ve kökeni, işgal altındaki Golan Tepeleri’nin Fik şehrine dayanmaktadır. Eğitimli ve varlıklı bir ailede doğmuş olması, ideolojik dönüşüm sürecini anlamak açısından dikkat çekicidir.

Colani’nin babası Hüseyin Ali el-Şara, 1946 doğumlu bir Arap milliyetçisi ve petrol ekonomisi uzmanıdır. Bağdat Üniversitesi’nde ekonomi ve siyaset bilimi eğitimi almış; petrol ekonomisi üzerine dört temel eser yazmış ve bu alanda hem teorik hem pratik çalışmalar yapmıştır. Hüseyin el-Şara, 1979-1988 yılları arasında Suudi Arabistan’da Suriye hükümetinin temsilcisi olarak görev almış ve iki ülke arasındaki petrol ilişkilerinin geliştirilmesinde önemli bir rol üstlenmiştir. Ancak Hafız Esad rejimi döneminde siyasi faaliyetleri nedeniyle hapsedilmiş ve kamu görevlerinden menedilmiştir. Buna rağmen, kişisel birikimi ve ailesinin sosyal konumu sayesinde rejimle yeniden ilişki kurmuş ve stratejik pozisyonlara gelmiştir.

Colani’nin geçmişi uzun süre bir sır olarak kalmıştı. Ancak kendisi, Frontline’a verdiği röportajda ailesine dair bilgileri ilk kez açıklamıştır. Ebu Muhammed el-Colani, doğum adıyla Ahmed Hüseyin el-Şara, 1982 yılında Suudi Arabistan’ın Riyad kentinde dünyaya gelmiştir. Doğumu, babasının bu dönemde Suudi Arabistan’da çalıştığı yıllara denk gelir. İlköğrenimini Riyad’da tamamlayan Colani, 1989 yılında ailesiyle birlikte Suriye’nin başkenti Şam’a dönerek lüks bir bölge olan Mezze’nin doğu villalarında (Filat eş-Şarkiyye) ikamet etmeye başlamıştır.

Colani, ilkokul eğitimine Mezze’deki “Muaz bin Cebel” okulunda devam etmiştir. Şam’ın Mezze semtindeki Colani’nin gittiği ilkokuldaki bir sınıf arkadaşına göre Ahmed el-Şara zayıf, düzenli ve akademik bir çocuktu. Manipülatif olarak zekiydi ancak sosyal olarak içe dönüktü. Babası başbakana danışmanlık yaparken, annesi de okul öğretmeni olarak çalıştığı için zeki, nazik ve disiplinli olması bekleniyordu – ailesinin mümkün olan en iyi imajını sunması için.

Colani’nin erken yaşlardan itibaren diğerlerinden farklı olma duygusu geliştirdiği görülmektedir. Disiplinli çocukluğu, yavaş yavaş asi bir kişiliğe dönüşmüştür. Muhtemelen arayışları da bu yüzdendir. Mezze, Colani’nin ifadesiyle Suriye’nin en lüks semtlerinden biri olarak kabul edilir. Orta ve zengin sınıflar burada yaşamaktadır ve ailesi de orta sınıf olarak kabul edilmekteydi. Ancak semt genel olarak muhafazakâr değildir. Büyük ölçüde liberaldir. İslami eğilimler zayıftır, neredeyse yoktur. Colani, siyasi dönüşümünü gittiği bir camide etkilendiği bir din adamına bağlar. Farklı olma duygusunu, içinde olduğu yaşama uyum sağlayamama isteği onu camiye yönlendirmiştir. Camideki Selefi propaganda, onun ideolojik dönüşümündeki en önemli kırılmalardan biridir. Bu süreçte, özellikle 2000 yılındaki Filistin İntifadası ve 11 Eylül 2001 saldırıları onun siyasi ve ideolojik dönüşümüne etki etmiş görünmektedir.

Colani, röportajında, 1967 yılında bölgenin İsrail tarafından işgal edilmesinden sonra ailesinin Golan Tepeleri’nden Şam’a kaçmak zorunda kaldığını söylemiştir. Şam Üniversitesi Medya Fakültesi’ne kaydolmuş, ancak 2003 yılında ABD’nin ülkeyi işgal etmesinden sonra ortaya çıkan isyana katılmak üzere Suriye’yi terk ederek Irak’a gitmiştir. Başka bir deyişle, oğul, babasının yapamadığını yapacaktır. Sadece haberleri izleyip dışarıdan bir gözlemci olarak neyin yanlış gittiğini analiz etmeyecektir. Babasının hayatını harcadığı pan-Arabizmi reddederek, cihatçılığın kollarına kendisini bırakma kararı almıştır. Kendisi açıkça ifade etmez, ancak o dönemde aslında Irak el-Kaidesi’ne katılmıştır. Irak el-Kaidesi’nin başında ise Ebu Musab el-Zerkavi bulunmaktadır. Daha sonra ABD tarafından güney Irak’taki Bukka Kampı’nda yıllarca tutuklu kaldığını söylemiştir.

Bu kısmı biraz açmak gerekir. 2003 yılının Mart ayında gönüllü olarak Irak’a gitmiş ve Bağdat’ın düşüşünden hemen önce bu ülkeye ulaşmıştır. İlk olarak Ramadi’ye geçen Colani, Irak’ta belirli bir örgütle ilişkisi olmadan faaliyet göstermiştir. Ancak 2005 yılında Suriye’ye dönüşü sırasında Selefi-Cihatçı bir grupla bağlantı kurmuş ve bu sebeple rejim tarafından gözaltına alınmıştır. Yapılan sorgulamalarda, Ahmed’in (Colani) herhangi bir silahlı faaliyette bulunmadığını iddia ettiği ve bu nedenle serbest bırakıldığı belirtilmektedir. Serbest kaldıktan sonra tekrar Irak’a giden Colani, bu kez Musul’da “Saraya el-Mücahidin” adlı küçük bir cihatçı gruba katılmıştır. Grup, kısa süre sonra El-Kaide lideri Ebu Musab el-Zerkavi’ye biat etmiş ve Colani de bu yapı içinde El-Kaide üyesi olmuştur. Ancak, örgüte katılımından sadece birkaç ay sonra, yol kenarına bomba yerleştirme girişimi sırasında Amerikan güçleri tarafından yakalanmış ve Bukka Cezaevi’ne gönderilmiştir.

Bukka Cezaevi, Colani’nin ideolojik dönüşümünde kritik bir rol oynamıştır. Bu cezaevi, Amerikalıların el-Kaide ve Baas komutanlarını tuttuğu önemli bir merkezdir. Ebu Gureyb Cezaevi’nin aksine, Bukka’da tutuklular daha iyi koşullarda yaşamaktadır. Burada, ileride IŞİD’in lideri olacak Ebu Bekir el-Bağdadi ile tanışmış ve ideolojik olarak şekillenmiştir. İlginçtir ki, Bukka Kampı, IŞİD’in ilk halifesi ile Colani’nin yollarının kesiştiği bir nokta olmuştur. 2010 yılında Bağdadi’nin Irak el-Kaidesi’nin başına geçmesiyle birlikte, Colani, Suriye’de direnişi örgütlemek için görevlendirilmiştir.

Bukka Cezaevi oldukça önemlidir ve muhtemelen burada geçirdiği ideolojik değişim, Colani’nin bundan sonraki hayatını da etkilemiştir. Öyle ki Bukka Cezaevi’nin tanıdığımız iki önemli siması daha vardır. Bunlardan biri, IŞİD’in ilk halifesi olacak Ebu Bekir el-Bağdadi’dir; o zamanlar İbrahim el-Avdi olarak bilinirdi. Kendisi de 2004 yılında tutuklanarak Bukka Cezaevi’ne gönderilmişti. Muhtemelen kampta tanışmışlardı ve İbrahim el-Avdi gibi Colani de ideolojik olarak burada endoktrine olmuştu. İlginçtir ki, Bukka Kampı, IŞİD’in ilk halifesi ile Colani’nin yollarının kesişmesine ve kaderlerinin birleşmesine yol açmıştır. Çünkü İbrahim el-Avdi, kamptan çıktıktan sonra 2010’da Irak el-Kaidesi’nin başına geçecek, Colani ise onun tarafından Suriye’de direnişi örgütlemek için en-Nusra’yı kurmakla görevlendirilecektir.

Mart 2011’in ortalarında, Colani’nin serbest bırakılmasından kısa bir süre sonra Suriye’de devrim patlak verdi. Başlangıçta barışçıl olan ve daha sonra silahlı bir çatışmaya dönüşen ayaklanma, Colani ve Ebu Bekir el-Bağdadi için altın bir fırsat sağladı. Colani, İbrahim el-Avdi’yi kampta tanıdığını kabul etmez; çıktıktan sonra onunla mektupla haberleştiğini ve ona Suriye hakkında yazdığı bir raporla görev istediğini söyler. Doğrusu, bunlar pek inandırıcı gelmez. Ancak sonuç olarak Suriye’deki katılım, Colani’ye kalabalığın arasından sıyrılıp fark yaratma şansı sunarken, aynı zamanda Bağdadi’nin zayıflamış örgütünü yeniden canlandırmasına ve Irak çölünün ıssız bölgelerinin dışına yayılmasına imkân vermiştir.

Colani, Ocak 2012’de Nusra Cephesi’nin kuruluşunu duyurur. Ebu Bekir el-Bağdadi ise Nisan 2013’te Irak ve Şam İslam Devleti’nin (IŞİD) kuruluşunu ilan eder. Colani, bu gelişmeye el-Kaide lideri Zevahiri’ye biatını yenileyerek karşılık verir. Nusra Cephesi için önemli bir dönüm noktası, el-Kaide liderinin 2013’ün başlarında Nusra’yı el-Kaide’nin Suriye kolu olarak ilan etmesidir.

Bu anlaşmazlık nihayetinde cihatçı hareket içerisindeki en büyük çatlaklardan birine yol açmış, 2014 yılı başında isyancılar ile IŞİD arasında çatışmalar baş göstermiş ve el-Kaide, IŞİD’i resmen reddetmiştir. Mart 2015’in sonlarında Nusra, Esad rejimine karşı isyanın merkez üssü haline gelen İdlib vilayetini ele geçirmek için diğer gruplarla ittifak kurmaya başlamıştır. Colani, Suriye iç cephesinde diğer grupları yanına çekmek için daha fazla yerelleşmesi gerektiğini biliyordu. El-Kaide ile ilişkileri, hem yerel güçlerin kendisine katılmasını engelliyor hem de yurtdışından finans ve askeri yardımları sınırlıyordu. IŞİD’e karşı koalisyon güçlerinin hareketi, el-Kaide ile olan bağı nedeniyle onun dikkatleri üzerine çekmesine yol açıyordu. Koalisyon güçlerinin saldırısıyla geri çekilmeye başlayan IŞİD’den kalan boşluğu doldurmak için ılımlılaşmaya ihtiyacı vardı. Bu amaçla Temmuz 2016’da Nusra, el-Kaide’den kamuoyu önünde ayrılmaya karar verdi. Bu ayrılışın izlerini silmek amacıyla Cephetu Feth eş-Şam’ın (Jabhat Fateh al-Sham) 29 Temmuz 2016’da kuruluşunu duyurdu. Colani’nin el-Kaide geçmişinden kurtulmak için yaptığı ilk makyaj girişimiydi. Colani, “herhangi bir dış kuruluşla ve el-Kaide ile bağlantısı olmadığını” duyurdu.

28 Ocak 2017’de Cephetu Fethu eş-Şam içerisindeki bazı gruplar ayrılarak Hayat Tahrir eş-Şam (HTŞ)’ın kuruluşunu ilan etti. HTŞ’nin kuruluşu, Colani’nin el-Kaide’ye olan bağlılığını kırmak için atılan ikinci ve son resmi adımdı. Cihatçı ideolog Ebu Muhammed el-Makdisi, HTŞ’nin el-Kaide’den uzaklaşmasını eleştirmiş ve grubun el-Kaide’ye ve cihatçı hareketin tevhid konusundaki geleneksel görüşlerine sıkı sıkıya bağlı olan orijinal manhajını (metodolojisini) sulandırdığını iddia etmiştir.

2017 sonbaharında HTŞ, Colani’nin eylemlerinden şikâyetçi olan bazı el-Kaide gazilerini tutukladı. Nihayetinde serbest bırakılmalarının ardından, bu isimlerden bazıları Suriye’de Huras al-Din (HD) adı verilen ve varlığı ilk kez Şubat 2018’de kamuoyuna duyurulan yeni bir el-Kaide kolunun kurulmasına dâhil oldu. Colani, kendi egemenlik alanı içerisinde ne IŞİD’lilere ne de el-Kaide’ye müsaade etti. Onların İdlib’de bağımsız bir yapı kurmalarına göz yummadı. Çünkü bunun kendisi açısından stratejik planı olan devletleşme sürecine ya da en azından Esad ile masaya oturma planına zarar vereceğini biliyordu. HTŞ’nin İdlib’de düzeni kurarak güçlü ve donanımlı bir silahlı gruba sahip olması ve Batı’ya karşı saldırgan olmaması her zaman takdir ve ilgi çekmiştir. Amerikan Büyükelçi James Jeffrey, verdiği bir mülakatta, HTŞ’nin Washington’a arka kanallar aracılığıyla “dostunuz olmak istiyoruz” mesajı gönderdiğini ifade etti. Ona göre Colani, “Biz terörist değiliz. Sadece Esad’la savaşıyoruz… Sizin için bir tehdit değiliz” [iii] mesajı iletiyordu. Aaron Y. Zelin, Biden yönetiminin Trump yönetiminin HTŞ ile arka kanallar üzerinden iletişim kurma politikasına son verdiğini söylemektedir.[iv]

Tüm bunlara rağmen Türkiye’de Resmî Gazete’de 31 Ocak 2018 tarihinde yayımlanan Cumhurbaşkanlığı kararı ile Heyetu Tahriru eş Şam (HTŞ) en Nusra’nın devamı olarak terör listesine alınan ve BM terör listesinde olan bir örgütün lideri var karşımızda. Kendisi terör listesinde olsa ve başına 10 milyon dolar ödül konmuş olsa da tüm Batı kamuoyunda oldukça popüler ve ılımlı olarak anılıyor. Dünyanın bir çok basın kuruluşu kendisi ile röportaj yapmak için Idlib’e geliyor. Aaron Y. Zelin başta olmak üzere Amerikalı terör uzmanları Colani ile ilişki kurulabileceğini ve Suriye’de Taliban 2.0 olarak yeni bir düzen kurucu olacağını söylüyorlar. Colani anlaşılan Suriye’nin parçalanmasına giden yolda Amerika ve Batı’nın önemli bir partneri olarak görülüyor.”

Heyet Tahrir Şam’ın lideri Muhammed el Colani, 2021 yılında Independent Türkçe’den Cihar Arpacık’a röportaj vermişti:

Sıcak gündem olan Afganistan’dan başlamak istiyorum. Taliban 20 yıl aradan sonra tekrar Afganistan’ın hakimi oldu. Afganistan’daki son süreci değerlendirmenizi istesem neler söylersiniz?

Geçtiğimiz 20 yılda yaşananlardan dersler çıkarmamız gerekiyor. Öncelikle bir ülkede herhangi bir işgalin sürekli devam edebilme şansı yok. Ne kadar uzun sürerse sürsün o işgalci devlet bir gün çıkmak zorunda kalacak.

İkincisi, hükümetler ne kadar ajanlık yaparsa yapsın halkın iradesinin karşısında çökecektir. Britanya, Sovyetler ve en sonunda Amerika Birleşik Devletleri Afganistan’dan çıkmak zorunda kaldı. Amerika, Afganistan’dan çekilmekle doğru bir karar verdi. Şimdi Afganistanlılar sorunlarını kendi aralarında çözecekler.

Bu sorunlar 20 yıl önce belki de sadece bir toplantıya çözülebilecek meselelerdi. Çok paralar harcandı, hem Afganlardan hem Amerikalılardan çok kişi öldü. Ama yanlış stratejiler nedeniyle sorun büyüdü. 

IŞİD’in Horasan kolu Kabil’de bir saldırı gerçekleştirdi. Bu saldırıyla IŞİD ismi yine uluslararası kamuoyunda konuşulmaya başlandı. Bu örgütün en önemli merkezlerinden biri Suriye’ydi. IŞİD’i bir de sizden dinlemek isterim

Onlar İslam adını kullanan bir örgüt ama İslam’a zarar veriyorlar. Batı’da İslam’a kötü gözle bakılmasına neden oldular ve İslamofobi’yi beslediler. Burada da Suriye devrimine çok büyük zararlar verdiler. Devrimciler Şam’a kadar ulaşmışlardı ama onların ortaya çıkışı rejime nefes aldırdı. Şu an Afganistan’da da benzer bir süreç yaşanıyor. Taliban ile ABD arasındaki anlaşmanın sarsılmasını istediler. Müslümanların sevinçlerine dayanamayıp böyle bir şey yaptılar.

Suriye’de savaşın ilk dönemlerinden bu yana cephedesiniz, silahlı muhalifler ülkenin önemli bir kısmını elinde tutuyordu. Gelinen noktada muhaliflerin elinde sadece İdlib kaldı. Suriye savaşı sizce muhalifler açısından kaybedilmiş bir savaş mı? Muhaliflerin hatası neydi?

Suriye’de devrim hareketini halk başlattı. Gösteri ve yürüyüşler yapmaya başlamışlardı. Rejim, zulümden kurtulmak isteyen halka silahlarla karşılık verdi. Ardından silahlı devrim başladı. Rejim, İran, Afgan ya da Hizbullah milislerinden yardımlar aldı ve ciddi savaşlar başladı. Fetih Ordusu kurulmuştu ve ülkenin önemli kısımları devrimcilerin elindeyken Esad rejimi yardıma Rusya’yı çağırdı.

Kasım Süleymani, Putin’in yanına gitti, onunla bir toplantı yaptı ve ondan yardım istedi, sonra devreye IŞİD girdi. Rusların hava saldırıları bizi çok etkiledi ve bölgelerin düşmesine neden oldu. Direnişçi grupların birleşmemesi büyük bir sıkıntıydı ama ana bir sıkıntı değildi. Yüzde 5 ila yüzde 10 oranında etkilemiştir.

Rusların stratejisi sivil kayıpları üzerine kuruldu. Bizi zor durumda bırakan onların direkt olarak sivilleri hedef almasıydı. Onlar ilk dönemde 3 ila 6 ay içinde ülkenin tamamını ele geçireceklerini söylediler ama Rus saldırılarından bu yana 6 yıl geçti ve İdlib’de 5 milyon insan yaşıyor. Binlerce devrimci burada. Hâlâ bir direniş yaşanıyor. Şu an devrimci gruplar askeri bir meclis çatısı altında birleşme süreci yaşıyor. Durumlar çok daha iyiye gidiyor. Biz kesinlikle savaşı kaybetmedik. Kaybetmiş olsaydık şu an burada oturmazdık.

Bundan sonraki stratejiniz ne olacak?

Rejim ve Rusya bizimle askeri bir dille konuşuyor. Biz de onlara aynı dille yanıt veriyoruz. Sivil siyaseti, askeri hedeflerini hayata geçirmek için kullanıyorlar. Bizim programlarımız var ama şimdi bunları söylemek istemiyorum.

Zaman zaman diğer askeri gruplarla HTŞ arasında sorunlar ve sert çatışmalar yaşandı. Bu sorunlar giderildi mi?

Suriye’de çok sayıda grup kuruldu. Her grubun elinde silah vardı. Böyle bir durumda gruplar arasında sorunlar yaşanması doğal. Bu bize özel bir durum değil. Başka gruplar da kendi aralarında savaştılar. Silaha sahip oldukları için, ellerinde imkan olduğu için, bazı meselelerde anlaşamadıkları için bu sıkıntılar yaşanıyordu.

Biz burada bir siyasi yapı kurduktan sonra askeri gruplar sadece askeri meselelere yoğunlaştı. Sivil meselelerle sivil yapılar ilgilenmeye başladı. İşler birbirinden ayrılınca sorunlar da ortadan kalktı. Şu an bizim diğer gruplarla ilişkilerimiz çok iyi, operasyon odalarımız ortak. Cephe hattını beraber tutuyoruz. Hiçbir sıkıntı yaşamıyoruz.

Peki en sonunda nasıl bir Suriye’nin ortaya çıkmasını bekliyorsunuz?

Suriye’nin işgalsiz, Rusya’sız, İran’sız ve mevcut Suriye yönetiminin olmadığı bir ülke olarak hayal ediyorum. Halk devrime bağlılığını ispat etti. Kendi kendini yönetebilecek bir halkımız var. Bunu gösterdi. Sivil yapılar kurdu. Bu devleti yönetecek kapasiteye sahip bir halk var. İster Suriye içinde olsun isterse mülteci olarak yaşamak zorunda kalanlar olsun… Gelecekte, hedeflerine ulaşacak bir Suriye’yi görüyorum. Rejim bunu engellemek için çok savaştı. Hatta bu halkın yerine başka bir halk  yerleştirmek istedi. Bütün süreçte yapılmak istenen buydu.

Bir Müslüman, İslam çatısı altında yaşayacak ve kendi kendini yönetecek. Afganistan’da nasıl halk iradesi galip geldiyse Suriye’de de aynı şekilde olacak.

Colani, yüzünü ilk kez bu görüntüyle 2016 yılında dünya kamuoyuna gösterdi 

Uzun süredir Suriye toprak bütünlüğünün korunup korunmayacağına ilişkin tartışmalar var. Sahil kısmında Nusayrilerin, kuzeyde Kürtlerin, ortada ise Sünnilerin ayrı siyasi yapılar kuracağı senaryoları hep konuşuldu

Rejim, zor durumda kaldığı her an bunu ortaya sürdü. Bence böyle bir şey olmayacak ve devrimin sayesinde Suriye bir ve bütün kalacak. 

Ülkenin önemli bir kısmı ABD desteğiyle fiilen YPG’nin kontrolünde. Türkiye de YPG kaynaklı tehdit algısıyla Suriye içinde askeri hârekatlar yaptı. YPG’nin pozisyonu hakkında neler söylersiniz?

Kürt halkı Müslüman bir halk ve Suriye’nin önemli bir parçası. Rejim daha önce Kürtleri en küçük haklarından bile mahrum bıraktı. Onlara kimlik dahi vermiyordu. Rejimin ise yeni ismi YPG olan PKK’yla arası çok iyiydi.

Biliyorsunuz Abdullah Öcalan, Suriye’de yaşıyordu. Rejim, Türkiye’ye karşı YPG’yi kullandı. ABD de Kürt halkının yaşadığı zulümlerden istifade ederek YPG’yi büyüttü.

Suriye’nin kuzeydoğusundaki YPG yönetiminin kaderi ABD’nin orada kalmasına bağlı. ABD Suriye’den çıktıktan sonra YPG de çıkmış olacak. Afganistan’da uçaklardan düşen insanların görüntülerinin benzeri burada da tekrarlanacak.

Sadece ABD için söylemiyorum. Rusya için de böyle olacak. Rusya giderken, Rus uçaklarına tutunanların gökyüzünden aşağı düştüklerini göreceğiz.

Biz, YPG’yi devrimin düşmanı olarak görüyoruz. Fırat Kalkanı ve Zeytindalı bölgelerinde bombalar patlattılar. Onları Suriye’nin değil ABD’nin, rejimin ve Rusya’nın bir parçası olarak görüyoruz.

Türkiye’nin sadece Fırat Kalkanı ve Zeytindalı bölgelerinde değil İdlib’de de askeri varlığı var. TSK’nın buradaki varlığı sizin açınızdan nasıl karşılanıyor?

İdlib’e yönelik son askeri harekatta çok sayıda sivil Türkiye’ye ve Türk sınırına doğru göç etmek zorunda kaldı. Bu durum Türkiye’yi siyasi, ekonomik ve sosyal sıkıntılara soktu. Bu sıkıntılar Türkiye’nin önlem almasına neden oldu. Çünkü Rusya ve rejimin ilerlemesi devam ediyordu.

Türkiye acil bir adım attı ve burada bir denge kurabildi. Buradaki işi sadece askeri nitelikte. Temas hattına yakın bölgelerde görev yapıyorlar. Sivil alana müdahil olmuyorlar.

Tarihin ve coğrafyanın sesi yüksek çıkar. Türkiye ve Suriye’nin arasında geçmişten gelen tarihi ve coğrafi bir bağlılık var. Bunu çok iyi idrak ettik. İki halkın maslahatına destek vermek istiyoruz. Suriye devrime yönelik bir tehdit aslında uzun vadede Türkiye’ye de yönelik. 

İdlib’deki sivil hükümetten bahsettiniz, bu tecrübe ne kazandırdı?

HTŞ, kendi faydası için hareket etmeyecek bir yapıdır. İdlib’deki sivil yapıyı sürekli destekledik. Şu an burada bir istikrar var. Bu da sivil hükümet sayesinde meydana geldi. Sürekli ‘devrim kendini nasıl yönetecek’ diye soruldu. Bu tecrübe bu sorulara da cevap verdi. Şam yönetiminin yerini dolduracak şekilde bütün sivil yapılar ortaya çıkarıldı.

Devrimin sivil yapılarının güçlenmesi çok önemli. 10 yıl içinde kötü bir süreç yaşandı. Çocuklar okuyamadı. Emniyet sıkıntıları yaşandı. Sivil yapıların güçlenmesi göç sorununa da bir çözüm olacaktır.

Bir yerde emniyet yoksa, eğitim-öğretim olmazsa, bir ekonomi olmazsa insanlar dışarıya gitmeyi düşünür. Buradaki yapı insanların göç etmesini gerektirecek sorunları da ortadan kaldırıyor. Dışarıdaki mültecilerin de buraya geri gelmesini sağlamaya çalıyoruz. Bu da bir süreç gerektiriyor. 

Cenevre’de ya da Astana’da uluslararası Suriye görüşmeleri oldu, Anayasa süreçleri başladı ama ciddi kararlar çıkmadı. Bu görüşmelere katılan Suriyeli temsilcilerin hem ülkede yaşamaya devam eden hem de savaşanlar açısından bir temsiliyeti var mı?

Az önce de söyledim; Rusya ve İran’ın gerçek dili sert bir askeri dildir. Yaptığı bütün siyasi müzakere ve anlaşmaları sadece askeri meselelerde kendilerine zaman kazandırmak için yaptılar. Mesela Astana anlaşmasıyla İdlib’de güvenlik noktaları kuruldu ama rejim buraların bir kısmını kuşattı, bölgeler ele geçirildi ve askeri gözetleme noktalarının yerleri değişti.

Cenevre’de komik bir şey oldu. Suriye delegasyonunun yarısını rejim kendi seçti, muhalif temsilcilerin ise delegeleri kendilerinin seçmesine izin verilmedi. Suriye devrimini temsil iddiasındakilerin Suriye devrimi ile alakası yoktu. Devrimcileri temsil edecekseniz irade sahibi olmalısınız. 

Biz Suriye devrimi içinde çok büyük bir yapıyız, üzerimizde büyük yükler var. Faturasını da kan ve şehitlerle ödüyoruz. Cenevre’de konuşulan konulardan biri Anayasa’ydı. Rejim hapishanelerinde 150 bin kişi öldürüldü. Rus uçakları ve rejimin varil bombalarıyla 1 milyondan fazla şehit vermiş bir halkız. Asıl konuşulması gereken konular bunlardır. Rusya ve İran’ın nasıl çıkacağını konuşmamız lazım. Devrimcileri hedeflerinden saptırmak için bunları konuşmuyorlar.

İdlib’e yönelik yeni bir askeri harekat bekliyor musunuz? Şam yönetiminin askeri tahkimatını güçlendirdiği haberleri geliyor, böyle bir ihtimal var mı?

Buldukları en yakın fırsatı kullanarak bu hamleyi yapacaklar. Ama bizim savunma hattımız sağlam. Bunun dışında kendi hücum planlarımızı da elbette yapıyoruz. Ateşkesten bu yana işgalci Rusya ve İran İdlib’e yönelik saldırılarını durdurmadı. Cebel Zaviye’de çok sayıda katliama şahit olduk. Uçak ve topçu saldırıları devam ediyor. 

İdlib’in nüfusu son dönemde hiç olmadığı kadar arttı. Şehre yönelik kapsamlı bir harekatta sivillerin durumu ne olacak?

Her askeri harekatta sivil zaiyatları ve mülteciler arttı. Bizim yaptığımız bütün askeri harekatlarda birinci önceliğimiz halkı korumak olacak. İkinci amacımız ise rejimin aldığı bölgeleri geri almak olacak.

Mülteci dosyası bizim için çok büyük bir dosya. Lübnan’da, Irak’ta ve özellikle Türkiye’de çok büyük sayıda Suriyeli mülteci var. Müteci sayısının artması hem Suriye için hem de diğer ülkeler için yeni sıkıntıların yaşanacağı anlamına geliyor. Askeri tedbirleri, buradaki bölgeleri korumak ve yeni mülteci dalgalarının önüne geçmek amacıyla aldık. 

İdlib’deki yabancı savaşçılar çok konuşuldu hala da zaman zaman gündeme geliyorlar. Yabancı savaşçıların Suriye’nin geleceğinde bir yerleri olacağını düşünüyor musunuz?

Muhacir kardeşlerimiz Suriye’ye bize yardım etmeye geldi. Gayretleri için çok teşekkür ediyoruz. Kesinlikle onlardan vazgeçmeyeceğiz. Artık bizden bir parça. Halkla iç içeler. Onlar halktan memnun, halk da onlardan. Bu insanlar kendi devletlerine bir tehdit değiller. Bizim kurduğumuz siyasetin altındalar.

Bizim siyasetimiz de herhangi bir ülkeye düşmanlık üzerine kurulmadı. Suriye’yi işgal eden ve Suriyelileri öldürenlerle düşmanlığımız var. Onlarla da Suriye sınırları içinde savaşıyoruz. Tekrar etmek istiyorum, muhacir kardeşlerimiz artık bizden bir parça. Dinimiz ve kültürümüz gereği onları koruyacağız.  

Yabancı savaşçıların bir kısmının Afganistan’a gittiği iddia edildi. Doğru mu bu?

Afganistan’a buradan giden birinin olduğunu hiç duymadım.

2016’ya kadar biz sizin yüzünüzü hiç görmedik. Şimdi yabancı basına röportajlar veriyorsunuz. Bu değişimin nedeni nedir?

Suriye devrimi birçok aşamadan geçti. İlk dönemde yüzümü göstermem bazı sıkıntılara yol açacaktı. Belki de rahat dolaşma imkanı bulamayacaktım. Ama Suriye devrimi kendi karakterini bulduktan sonra yüzümü açtım.Röportaj vermek benim bir görevim. Suriye’de yaşananları anlatmam lazım. Biz ülkenin asıl unsurlarından birisiyiz ama dönemine göre tavırlar aldık. 

- Advertisment -