Ocak ayı başında İtalya’da tutuklanan Kıbrıslı Türk avukat Akan Kürşat, “Kuzey’deki 1974 öncesi Rum mallarının yasa dışı şekilde el değiştirilmesine aracılık ettiği” iddiasıyla Güney Kıbrıs’a iade edilmişti.
Kürşat’ın yargılanmasına önümüzdeki hafta Güney Kıbrıs’ta başlanacak.
Yarım asırlık “Kuzey’deki Rum malları” meselesinde Güney Kıbrıs’ın bugüne kadarki en dikkat çekici hamlesi olarak değerlendirilen davayı, Innsbruck Üniversitesi Barış ve Uyuşmazlık Çalışmaları Bölümü misafir öğretim üyesi ve Doğu Akdeniz Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Prof. Ahmet Sözen ile konuştuk.
Kuzey Kıbrıs’taki Rum mallarının yasa dışı şekilde el değiştirilmesinde aracılık ettiği iddiasıyla Güney Kıbrıs’ta 20 yıl önce açılan bir dosya kapsamında İtalya’da tutuklanarak Güney Kıbrıs’a iade edilen Akan Kürşat, kefaretle tahliye edildi. 29 Şubat’ta ilk duruşmaya çıkacak. Bu davanın, Güney Kıbrıs’ın yarım asra yakın zamandır tartışma konusu olan Kuzey Kıbrıs’taki 1974 öncesi Rum mülkleriyle ilgili bugüne kadar attığı en somut adım olduğu yorumları yapıldı. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu konuda değerlendirme yapabilmek için meseleyi geçmişiyle birlikte ele almak gerekiyor. AİHM’de Türkiye aleyhindeki ilk Kıbrıslı Rum başvurusu 1989’da Tina Loizidou adlı bir kişi tarafından yapıldı. Loizidou davasında mülkiyet ihlali yaptığına karar verilen Türkiye, 2003’te tazminat ödedi.
Annan Planı’nın reddedilmesinden sonra Türkiye, 2005’te KKTC’nin o dönemki Avrupa Birliği’ni ve Kıbrıs’ta federal çözümü destekleyen yönetimi ile birlikte Kıbrıs’ta Taşınmaz Mal Komisyonu’nu kurdu. Taşınmaz Mal Komisyonu, AİHM tarafından meşru bir iç hukuk yolu olarak kabul edildi.
AİHM, Türkiye aleyhindeki yüzlerce davayı düşürdü ve başvuruları yapanlara, “Kıbrıs’ın kuzeyinde bir iç hukuk yolu yaratıldı. Siz oraya başvurun” dedi. Bu şekilde aslında Rum tarafına bir anlamda bir gol atıldı. Ancak bugünkü durumda Taşınmaz Mal Komisyonu’nun bir süredir kaynak yetersizliğinden dolayı çalışmıyor hale gelmesi sorunun çözümsüz kalmasına neden oldu.
Meseleler çözülmediği için de hayatın akışıyla birçok şey değişiyor. Özellikle son yıllarda Ukrayna savaşı, Ortadoğu’daki anlaşmazlıklar vs. gibi konular nedeniyle en azından belli milletler için Kuzey Kıbrıs bir çekim merkezi oldu.
Özellikle son 3-4 yılda çok ciddi miktarda Rus, Ukraynalı, İranlı, İsrailli, Ortadoğulu ve hatta Avrupa’dan birçok kişi Kuzey Kıbrıs’tan çok ciddi miktarda mülk alıyor. Bunun bir sonucu olarak gayrimenkul fiyatları, döviz bazında 2-3 misline ulaştı.
Ben mesela yaşadığım İskele bölgesi için bunun esprisini yapıyorum. Rus, Ukraynalı nüfusun hızla artmasından dolayı “İskelegrad” diye bahsediyorum.
Kıbrıs Rum liderliği bunu görüyor. Çok ciddi bir inşaat patlaması var. Bu inşaatların çoğu da eskiden Rumlara ait olan mülklerin üzerinde yapılıyor. Kıbrıs Rum liderliği bu yüzden bir telaşa düştü.
Ben de yıllar önce 1974 öncesinde Rum mülkü olan bir araziye ev yaptım ama benim ailem de Güney Kıbrıs’ta araziler bırakmış. Güney Kıbrıs, benim durumumda olanların peşine düşmüyor.
Sıradan bir Kıbrıslı Türk’e açılmış bir dava değil bu. Güney Kıbrıs’ın öyle bir niyeti de yok. Kıbrıslı Türklerin bir kısmı Rum malının üzerinde oturuyor. Ama birçoğunun benim durumumdaki gibi o tarafta bir eş değerliliği, karşılığı var.
Kimin peşine düşüyor? Bu son tutuklamayla beraber, 1974 öncesi Rum mülklerinin satışını, pazarlamasını, aracılığını yaparak inanılmaz karlar yapan kişilerin peşine düştüğü yorumunda bulunabiliriz. Büyük paraların dolaştığı bu döngünün içinde yer alan kişi ve kurumlarla ilgili bu tutumlarını sürdüreceklerdir diye düşünüyorum. Ama hedefledikleri neticelere ulaşmak açısından ne kadar başarılı olurlar, onu bilmiyorum.
20 yıl sonraki bir adli dosyadan tutuklama yapılmasının arkasında son dönemdeki inşaat ve emlak sektöründeki bu büyümenin olduğunu düşünüyorsunuz.
Evet. Bu büyüme de elbette Kuzey Kıbrıs’ın statüsüyle alakalı. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, uluslararası hukukun bir anlamda dışında bir yer. O yüzden de maalesef birçok illegal işin yapıldığı, kara paranın aklandığı bir yer oluyor.
Bu bahsettiğim inşaat patlaması yaşanır ve fiyatlar yükselirken buraya çok ciddi bir kara paranın ya da kayıt dışı paranın girdiğini görüyoruz. Kıbrıs Rum liderliği bunun farkında ve açtığı davalarla bu durumu da önlemeye çalışıyor.
Sadece son iki yıl içinde belki 100 tane oto galeri açıldı. Son model, lüks, 100-150 bin Euro’luk arabalar satılıyor. Bunları Kıbrıs’ın yerlileri satın almıyor.
Kuzey Kıbrıs’a rüyanızda göremeyeceğiniz kadar kara para akıyor. Bu para vatandaşın cebine girmiyor. Bundan 3-5 kişi kazanıyor. Tam tersine ülkeye bu kadar kara para girince fiyatlar yükseldi. Fiyatların yükselmesinin sonucu olarak da Kıbrıs’ın ortalama bir yerlisi, 30 yıl boyunca maaşını hiç harcamasa bile bir apartman dairesi sahibi olamayacak duruma geldi.
Bana, “Hocam, niye depresif davranıyorsun? Senin de İskele’de evin var. Evinin bedeli de 2-3 misli olacak” diyorlar. Kısa vadede böyle bir para gelir diye niye sevineyim. Şu anda profesör olarak maaşım iyi bir seviyede. 20 yıl boyunca maaşımı hiç yemeden biriktirsem kızıma bir tane daire alma şansım yok. 3+1 daireler 300 bin paund oldu.
Güney Kıbrıs’ın bu davalarla Kuzey’de Rum malları üzerinden yaşanan bahsettiğiniz haksız zenginleşme ve kara para dolaşımını engelleyebilme ihtimalini görüyor musunuz?
Bir şekilde engellemeye çalışıyorlar ama çok da başarılı olabileceklerini sanmıyorum. Bu işlerden para kazananlar, Avrupa’ya çıkmadıktan sonra herhangi bir şeyle karşılaşmazlar.
Nerede tutuklanabilir bu insanlar? Kıbrıs Rum tarafı, Avrupa Birliği üyesi olduğu için Avrupa’da Europol vasıtasıyla tutuklama olabilir. Onun dışında bu kişiler Güney Kıbrıs’a geçmedikten sonra Türkiye üzerinden Avrupa dışındaki başka ülkelere rahat rahat çıkabileceklerdir.
Güney Kıbrıs’ta bu ve benzeri davalardan 1974 öncesi mülklerle ilgili bir hukuki kazanım elde edebileceği düşünülüyor olabilir mi? Buradan taşınmazlarla ilgili uluslararası hukuk açısından bir sonuç çıkabilir mi?
Hukuki bir kazanıma doğru gidebileceğini düşünmüyorum. Akan Kürşat davası, bireyleri ilgilendiren bir konu. Bu işten para kazanmak isteyen insanları caydırmaya yönelik. Bu konuda Türkiye’nin bir sıkıntısı yok. Kişilerin bu son birkaç yıldaki Rum malları üzerinden ilerleyen ticari döngüyle bağlantılı olarak tutuklanmasının Türkiye’yi ilgilendiren bir yönü yok.
Ama bu davayla bağlantısı olmasa da Türkiye açısından belirtilmesi gereken başka bir risk var. AİHM, Kuzey’de kurulan Taşınmaz Mal Komisyonu’nu tekrar değerlendirirken, “Artık bu komisyon, çözüm üretebilen bir iç hukuk yolu değildir” yönünde bir karar alırsa; işte o zaman yandı gülüm keten helva.
Türkiye, Taşınmaz Mal Komisyonu’yla çok önemli bir ön almıştı. Ama son yıllarda kaynak aktarılmamasından dolayı Taşınmaz Mal Komisyonu fonksiyonlarını yerine getiremiyor. AİHM’den bu durumla ilgili bir karar çıkarsa -ki o yönde başvurular var- o zaman bütün o davalar, AİHM’de Türkiye’nin karşısına çıkacak tekrardan. Yüklü miktarda tazminat davaları gelecek. Tabii ki bugünkü Türkiye, AİHM’i takmıyor eyvallah ama bir gün o limit de aşılırsa Avrupa’dan bu tutumla ilgili henüz gelmeyen bir karşılık da gelebilir.
Bahsettiğiniz Güney Kıbrıs’ta kalan Türk mülkleriyle ilgili durum nedir?
1974’ten sonra Kıbrıs Rum tarafı, Kıbrıs Türk Malları Vasiliği Yasası düzenledi ve Kıbrıslı Türklerin Güney’de kalan mallarını İçişleri Bakanlığı bünyesinde bu vasiliğin kontrolüne bıraktı. Yani Güney Kıbrıs’ta Kıbrıs Türklerinin mülkleri kimseye satılamıyor, ticareti yapılamıyor. İstisnai durumlar oldu ama ekseriyeti o vasiliğin kontrolü altında olduğu için satılamıyor. Güney’deki vasi, bazı Türk mallarını tahsis ediyor ve cüzi de olsa bir miktar kira alıyor. Ama asla tapusunu başkasına devretmiyor.
Ancak biz Kuzey’deki Rum mallarını devletleştirdik, sonra da dağıttık. Bir kısmı “eş değerci” dediğimiz, Güney’den gelen, orada malı kalan insanlara dağıtıldı. Bir kısmı belli puanlar verilerek mücahitlik yapmış insanlara dağıtıldı.
Ötesinde Türkiye’den göçmen olarak gelip Kıbrıs’a yerleşmiş birçok insana önce tahsis edildi bu mallar, sonra da tapusu verildi. 1974 harekatının hemen ardından Türkiye’den Kıbrıs’a mevsimlik iş gücü olarak 10 bin civarında insan geldi. Bundan birkaç yıl sonra tahsisler yapılmaya başlandı. 1980’lerde, 1990’larda da tapular verilmeye başlandı.
Güney’de malı kalmış Türklere tahsis yapılması anlaşılır. Savaş yıllarında mücahitlik yapmış olanlara dağıtılmasını da biraz zorlayarak da olsa anlayışla karşılayalım.
Ama Türkiye’den gelmiş, oraya hasbelkader yerleşmiş birine ilk önce 100 dönüm tarım arazisi tahsis ediyorsun. Onunla kalmayıp daha sonraki yıllarda tapusunu bedelsiz olarak üzerine çeviriyorsun. Bunu uluslararası hukukta nasıl anlatacaksınız?