Ana SayfaHaberlerRÖPORTAJ | Semra Kuytul: “Şımarıklık ve güç sarhoşluğuyla saldırıyorlardı”

RÖPORTAJ | Semra Kuytul: “Şımarıklık ve güç sarhoşluğuyla saldırıyorlardı”

“Bir takım devlet yetkililerinin yaptığı açıklamalar gösteriyor ki polislere ‘Üç beş tane adam ölsün önemli değil, yeter ki bunlara haddini bildirin’ denmiş. O gün bize öyle bir şımarıklık ve güç sarhoşluğuyla saldırdılar. O yüzden polise soruşturma açma konusunun lafta kalacağını düşünüyorum. Biz yine de görüntüleri deşifre ederek hepsinden şikâyetçi olacağız.“

Furkan Vakfı, tutuklu bulunan gönüllüleri için 21 Mart günü Adana’da bir yürüyüş düzenlemek istedi fakat grup polisin sert müdahalesiyle karşılaştı. Polisin, içlerinde kadınların da bulunduğu eylemcileri darp etmesi büyük tepki aldı. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, polislerle ilgili soruşturma açılacağını açıkladı. Olaylar sırasında Furkan Vakfı Kurucusu Alpaslan Kuytul’un oğlu Muhammed Kuytul da başından darbe aldı ve beyin kanaması geçirdi. O gün yaşananları Furkan Vakfı’nda yıllardır hocalık yapan ve aynı zamanda Alpaslan Kuytul’un eşi olan Semra Kuytul ile konuştuk.

Öncelikle çok geçmiş olsun. Oğlunuzun durumu nasıl şu anda?

Oğlumuz taburcu oldu çok şükür. Başına aldığı darbe sonucu beyninde kanama gerçekleşmişti ve yoğun bakıma alınmıştı. Üç gün gözlem altında tutuldu, sürekli tomografi çekildi. Sıkıntının büyümeyeceğine kanaat getirip ilaç tedavisi ile devam etmeye karar verdi doktorlar. Çok şükür eve getirdik.

Adana’daki olaylar tutuklu bulunan Furkan gönüllüleri için yürüyüş yapılması sırasında başladı. Gönüllüleriniz tam olarak neyle suçlanıyorlar?

Yedi aydır tutuklu olan sekiz gönüllümüz var. Henüz ne mahkemeye çıktılar ne de iddianameleri yazıldı. Bir kumpasla içeri girdiler fakat tabii suçlamaları reddediyorlar. Ortada bir işadamının kaçırılması ve para istenmesi durumu var.  Bu olayı Furkan gönüllülerinin üzerine yıkmaya çalışıyorlar. Söz konusu işadamı bizim de irtibatta olduğumuz biriydi. O da ilk başta Furkan gönüllülerinin yapmadığını söylediyse de sonradan ifade değiştirdi. İfade değişikliğinin polis tehdidiyle olduğunu düşünüyoruz. Böyle olunca da her ne kadar bilirkişi raporunda bu kişilerin suçlanamayacağı söylenmiş olsa da arkadaşlarımızı tutukladılar. Tüm bu olaylarda asıl hedefin Hocaefendi ve Furkan Vakfı olduğunu düşünüyoruz. Yıllardır üzerimize geliyorlar. 2018’deki operasyonda 300 polisle sabaha karşı evimizi ve vakfı bastılar. Vakıf kasasından çıkan paraların makbuzunun bulunamadığını öne sürerek Hocaefendi’yi tutukladılar. Makbuzlar bulunup verildiği halde işleme alınmadı. Davayı dolandırıcılık davasına çevirmeye çalıştılar. Bu şekilde Hocaefendi iki yıl hapis yattı. Sonra beraat etti. Furkan Vakfı’nı suç örgütü kapsamına sokamayınca da şimdi bu işadamı kaçırma mevzusunu ortaya attılar. Biz de her yerde bunun bir kumpas olduğunu anlatmaya çalışıyoruz.

Neden bu kadar üzerinize geliniyor sizce?

Hocaefendi’nin iktidara karşı ciddi eleştirileri, yanlışlara karşı sert bir tavrı vardı. 15 Temmuz’dan sonraki süreçte köprüde boğazı kesilen askerle ilgili kendisine bir soru sorulduğunda bunun vahşet olduğunu söylemişti. Aynı şekilde bu süreçte birçok adaletsizliğin yaşandığını da sürekli dile getirdi. Hatta iktidar için “Bu artık AKP değil, Zulümle Kalkınma Partisi’dir” diyerek oldukça üst perdeden bir eleştiride bulundu. Bundan birkaç gün sonra zaten operasyonlar başladı. Kısacası aslında “Kuran’ın ve Sünnet’in müftüsü” değil de “Saray’ın Hocası” olması istendi. Bir diğer yandan da Türk derin devletinin de bizim gibi bir yapılanmayı istemediğini düşünüyoruz. Bu saldırılar altında kendimize alan açmaya çalışıyoruz. Konferanslarımız iptal ediliyor sürekli. Ama biz sessiz kalıp bir kenara çekilmek istemiyoruz. Yürüyüşler, görüşmeler yaparak olduğu kadar kendimizi anlatmaya çalışıyoruz. Bir taraftan İslami çalışmalarımız da devam ediyor. Farklı şehirlerde yaptığımız yürüyüşlerde ve basın açıklamalarında yıllardır arkadaşlarımız hep gözaltına alınıyor fakat ortada bir şey olmadığından salınıyorlardı. Amaç hep eylemleri dağıtmak oluyordu ama bu sefer Adana’da yaşanan çok farklı oldu.

Ne oldu o gün peki?

O gün biz tutuklu gönüllülerimiz için yürüyüş yapacaktık. Arkadaşlarımızın yürüyüş alanında toplanmasından sonra  her tarafta müdahaleler olduğunu duyduk ve bizim evimizin yakınlarındaki bir parkta basın açıklaması yapmaya karar verdik. Hocaefendi de oraya doğru gitmek için evden çıktı. Oğlum da yanındaydı. Daha evden yüz metre uzaklaşmadan saldırıya uğradılar. Orada bir depo vardı, oraya çekilmişler. Oğlumun kafasına birçok darbe inmiş. Gözü kararmış. Zaten devamını çok fazla hatırlamıyor. O depoda saatlerce babasıyla mahsur kaldılar. İçeri girmemize, hemşire veya ilaç göndermemize izin vermediler. Avukatımı çağıracağımı, insanları hürriyetlerinden yoksun bıraktıklarını, tutanak tutup suç duyurusunda bulunacağımızı söyledim. Sonrasında onları içerden zorla çıkartıyormuş gibi bir görüntü vererek çıkardılar. Halbuki kendileri zorla tutuyordu.  

Normal şartlarda bir eylem olur, polis gelir ve en fazla bir saatte dağıtır eylemcileri. O gün gündüz başlayıp gece 11’lere kadar süren bir müdahale söz konusuydu. Sosyal medyaya yansıyanlardan çok daha kötüsü gece saatlerinde yaşandı. Beş yüz kadar arkadaşımız darp edildi. Her sokakta insanlar dövülüyor, biber gazı sıkılıyordu. Apartmanımızın içine kadar gaz sıkıldı. Kapımızın önü yirmi civarında çevik kuvvet ile tutuldu. Buna rağmen insanlar dağılmadı. Hocaefendi de en azından evin balkonundan bir açıklama yapmak istedi. Yüzlerce kişiye hitap ederek bir konuşma yaptı ve polise de seslenerek yaptıklarının zulüm olduğunu söyledi.

Polislerle ilgili bir soruşturma açıldı mı? Size gelen bir bilgi var mı konuyla ilgili?

Ortaya öyle bir laf atıldı ama genelde bu tarz durumlarda polis korunur. Bir takım devlet yetkililerinin açıklamaları da maalesef gösteriyor ki bu polislere “üç beş tane adam ölsün önemli değil, yeter ki bunlara haddini bildirin” denmiş. Öyle bir şımarıklık ve güç sarhoşluğuyla saldırıyorlardı. O yüzden polise soruşturma açma konusunun lafta kalacağını düşünüyorum. Biz yine de görüntüleri deşifre ederek hepsinden şikâyetçi olacağız.

AK Partili çevrelerden veya diğer dini cemaatlerden sizi arayanlar oldu mu olaydan sonra?

Şiddeti kınayanlar çok fazlaydı sosyal medyada. AK Parti camiasından da isimler vardı bunların arasında. Çok ön planda olmasa da bazı cemaatlerden de tepki verenler vardı. Bizleri savunma amaçlı olmasa da şiddet karşısında destek veren çok fazla kişi vardı. Çünkü bu kimliğe bakılmaksızın tepki gösterilmesi gereken bir olaydı. Saadet Partisi, HDP’den bazı isimler, Ömer Faruk Gergerlioğlu, Ahmet Davutoğlu, Sezgin Tanrıkulu, Ruşen Çakır her zaman ilgilenen isimlerdendi sağ olsunlar.

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun Alpaslan Kuytul için “yurtdışının adamı” şeklinde bir suçlaması var. Bu suçlama hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bu suçlamanın zerre kadar bir dayanağı yok. Kimi kastettiğini hiç bilmiyorum. FETÖ’yü mü IŞİD’i mi kastediyor hiçbir şey anlamadık. Bir içişleri bakanının bu kadar dayanaksız şekilde milyonların gözünün içine baka baka iftira atması akıl almaz bir durum. Hocaefendi sadece 1992-1995 yılları arasında Mısır’da El-Ezher’de okudu. Yurtdışında çeşitli ülkelerde kendi talebeleri var. Onun dışında herhangi bir bağlantısı yok. Süleyman Soylu ortaya bir laf atıp üzerinden yürüyor, biz de sürekli suçlamaları üzerimizden atmaya çalışıyoruz. Daha önceki tutuklamada da terör örgütü olduğumuz ileri sürüldü, tutukluluk müzekkerelerine FETÖ üyeliği yazıldı. Arada kesinlikle hiçbir bağ yok. Devlet Bahçeli de aynı şekilde Hocaefendi’ye ajan ve provokatör dedi. Biz bu iki kişi hakkında suç duyurusunda bulunacağız. Kimsenin kimseye hakaret etme ya da iftira atma hakkı yok.

- Advertisment -