18 Aralık 2002’de evinin önünde uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybeden akademisyen ve yazar Necip Hablemitoğlu suikastıyla ilgili olaydan yirmi yıl sonra açılan davanın geçen haftaki ikinci duruşmasında tutuklu sanıklar hakkında tahliye kararı verildi.
Necip Hablemitoğlu’nun eşi Şengül Hablemitoğlu, davayla ilgili ilk kez basına röportaj verdi.
T24’ten Gökçer Tahincioğlu’na konuşan Şengül Hablemitoğlu; suikasttan sonraki dönemi, “FETÖ”nün 15 Temmuz 2016’daki darbe girişimi sonrası yeniden başlayan soruşturma sürecini, suikasttan önceki dönemde eşinin MİT Müsteşarlığı için adı geçtiği iddialarını, Necip Hablemitoğlu’nun suikast öncesinde tamamladığı; “FETÖ”nün Emniyet teşkilatı içindeki örgütlenmesini anlatan “Köstebek” kitabıyla ilgili tartışmaları anlattı.
“Araçlarımızı uzaktan kumanda ile çalıştırırdık”
– Necip Hablemitoğlu öldürüldüğünde henüz 48 yaşındaydı. İlk gençliğinden bu yana bir yanıyla siyasette bulunan bir isimdi. Ancak son dönemde tehdit aldığı, bunların yoğunlaştığı kamuoyuna yansıdı. Size bunları anlatıyor muydu, aldığı önlemler var mıydı?
Buna dair çok şey söylediğimi hatırlıyorum. Malum cinayetin üzerinden geçen 21’inci yılın içindeyiz. O tehditler sistematik aslında; bir yandan, buna yerel olanları da dahil, ‘’ana akım’’; bunu tırnak içinde söyleyeyim iktidar yanlısı gazeteler-o günlerde FETÖ ayrılığı yaşanmamıştı- aracılığı ile yapılanı vardı. Ki, çoğu ile davalık olmuştu Necip. Şimdi olduğu gibi o basında itibar saldırısı olarak gerçekleşen tehditler vardı. Maille gelenler vardı, arabasına zarar verenler vardı. Bir kısmını biliyorum, bir tanesinde “Çok yakınındayım, ensene kurşunu yiyince anlarsın, hoca efendiyle ilgili konuştuklarına dikkat et’’ yazıyordu. Böyle bir mesaj geldiğinde görüyordum, çünkü aynı mail adresini kullanıyorduk. İzlendiğimizi biliyorum. Ki, buna dair ifademde net şeyler anlattım. Tabii, bilmediklerim de vardır. Çünkü olaya yakın zamanlarda tedirginliği artmıştı. Araçlarımızı uzaktan kumanda ile çalıştırıyorduk. Şimdi düşününce korkunç bir şeyin içindeymişiz.
“Ankara Emniyet Müdürü, ‘Yazdıklarınıza dikkat edin’ dedi”
– Kimlerden tehdit alıyordu, bunları bertaraf edebilmek için harekete geçti mi?
Dediğim gibi araçlarımızda bir düzenek vardı, yalnız olmamaya çalışıyordu. Ağırlıklı tehdit aldığı kesimler için şunlar diyemem, kendince dost meclisi sandığı yerlerde bile tehdit ediliyordu son zamanlarda. ‘Ayağını denk al’ mealinde. Biz bu koşullarda Necip’i kaybettik, ayrıca bu suikast ardından başkaları için de tehdit anlamına gelmiş ve amacına ulaşmış olmalı ki, Necip’in son dönemde yaptığı çalışmaları, kendisiyle ilişki kuranları bilenler hatta bu ilişkide aracılık edenler mahkemede tanık olma cesaretini gösteremediler. Ya sağlık sorunları var ya da engelleri…
– Neden koruması yoktu?
Şimdi adını hatırlayamıyorum, yanlış bir isim de söylemek istemiyorum, o yıllardaki Ankara Emniyet Müdürü idi sanırım. Sonradan vefat etti. Hakkında, bir gazetede yazılan iftira içeren bir haberle ilgili emniyet belgesi olduğu iddia edilen, bir belge ile ilgili görüşmeye gitmişti. Belge sahte idi, açtığı tazminat davasını da kazandı akabinde. O görüşmeden morali bozuk geldi. ‘’Yazdıklarınıza dikkat edin hoca’’ dendiğini söyledi. O görüşme sonrası gerçekten morali bozulmuştu. Ruh halini öyle iyi hatırlıyorum ki, ‘’Beni bunlardan kim koruyacak?’’ demişti.
“MİT Müsteşarlığı teklif edilmedi, bir niyetten söz edildi”
– Öldürülmeden önce Hablemitoğlu’nun isminin MİT ile anıldığını görüyoruz. Özellikle Mehmet Eymür’le görüşmeler yaptığı kamuoyuna yansıdı. Altın dosyası konusunda haber kaynağı MİT miydi? Bu konuyu size anlatıyor muydu?
Gökçer Bey, Necip’in Mehmet Eymür’le bir görüşmesi yok. Sadece onun Eymür’le ilgili bir yazısında geçen şeyler yüzünden Eymür’ün kendi sitesinde Necip için yazdıkları var o kadar. ‘’Mezarlıklar senin gibilerle dolu’’ yazdı Necip için. İnanın bu MİT müsteşarlığı mevzusu bir muamma değil. Şöyle ki, çok net söyleyeyim; Kendisine öyle söylendiği gibi doğrudan bir teklifin olmadığını biliyorum. Ha bunun düşünüldüğü iletilmiştir sadece bu kadarını biliyorum. Bir teklif değil niyetten söz edilmişti. Ancak bunu iletenlerin kim oldukları da çok tuhaf. 15 Temmuz’dan sonra tutuklanan bir mason üstat isimden söz ediliyor. Bir de bağlantıları kuranlar da belli. Bunun dışında bir teklif varsa da benim haberim yok. Ayrıca şunun altını kalınca çizeyim, böyle bir şey olsa bile ortalıkta bana müsteşarlık teklif edildi diye dolaşacak biri değil Necip. Duruşmalarda iddia edildiği gibi kendisinden giden bir talep olmadığından da eminim. Bu noktada benim söylediklerimin dikkate alınmaması da vallahi trajikomik. ‘Hayır sen bilmezsin’ diyorlar. Eyvallah…
– Bir de MİT Müsteşarlığı’na getirileceği iddiası var. İstihbaratla önceden bağları var mıydı? Hiçbir istihbarat geçmişi olmamasına rağmen bu konu nasıl ortaya atıldı? Beklentisi gerçekten bulunuyor muydu?
Böyle bir beklentisi yoktu, varmış gibi anlatılmak için her şey yapıldı. Tabii, ben nereden bileceğim, benden habersiz olmuştur bunlar! Savunma avukatlarının bazıları duruşmada öyle söylüyorlar. Boşanma nedeniymiş. Ben bilmem eşim bilir durumu. Böyle de hadsiz ve laubali bir sürecin içindeyiz.
“O kitabı yine yazardı ama farklı yazardı”
– Bergama Altın Madeni konusunda bir tarafta Hablemitoğlu’nun konu ettiği Alman vakıfları iddiası var, diğer tarafta ABD Büyükelçisi’nin bile devreye girdiği iddiası; madenin açık kalması için çabalayan bir kesim bulunuyor. Siz sonradan baktığınızda bu konuyu nasıl değerlendirdiniz, eşinizin yönlendirilmiş olma ihtimalini düşündünüz mü? Uzmanlığı olmayan böyle bir alana nasıl girdi ve nasıl bu kadar bilgi sahibi oldu?
Bu konu çok tartışıldı. Önce şunu söyleyeyim ve oradan devam edeyim; Necip, Siyasal Basın Yayın mezunu, ülkemizin zamanının en güçlü gazetecilik okulu. Necip her konuda yazabilen biri. Kaynak toplayabilen, kaynağa ulaşabilen, birleştirebilen biri. Akademik, analitik çalışmayı bilen biri. Zaman zaman çevirilerine destek olduğum biri. Nasıl çalıştığını görüyordum. O yüzden uzmanlık alanı olmayan demek istemem burada. Ancak başka bir şey söyleyebilirim; bugün yaşasaydı, aydın kimliği, entelektüel birikimi ile bu kitabı yazar mıydı? Yazardı, ancak daha farklı yazardı diye düşünüyorum. Bu soru açıkta. Ben cevabını veririm de sonra kocamın kemiklerini sızlatan oluyorum. Bu kadar söyleyeyim.
“Köstebek kitabını yayımlayacak yer bulamadı”
– Eşiniz öldürülmeden önce ‘Köstebek’ adlı kitabını bitiriyordu. Sizin, bu kitabın yayımlamaması için eşinizin baskı altına alındığı iddianız var. Bu baskıyı kim yapıyordu? Neden korkuyorlardı ve kimler devreye girdi?
Kitabı yayınlayacak yer bulamadı. Ayrıca zaman geçtikçe tedirginliği arttı. Kitabın çıkmaması için görüşme talepleri gelmeye başladı. Kitabında adı geçen Mustafa Özcan’ın kendisi ile görüşmek istediğini söylüyordu.
“Olaydan 6 ay önce hayatımıza girdiler, beni kuşatmaya çalıştılar”
– Siz, 2016’daki ifadenizde de bu ismi söylüyorsunuz. Fetullah Gülen’in sağ kolu olarak anılan, firari Mustafa Özcan’ın eşinizle görüşmek istediğini, bu mesajı da ANAP’lı eski Sağlık Bakanı Halil Şıvgın’ın getirdiğini… O dönem kimlerle nasıl görüşmeler yapıldı? Bu birbiriyle ilgisiz görünen insanların arasındaki bağ neydi? Devlet bunun neresindeydi?
2016’da yaşananlara kadar biz zaten dosyaya dair muhatap alabileceğimiz bir makam ve kamu görevlisi bulamadık. Bunun bir anlamı var mıdır? Vardır herhalde. 15 Temmuz’dan sonra Savcı Necip Cem İşçimen’e ifade verdim yeniden. O gün bana bazı fotoğraflar gösterildi, içlerinden bazıları olaydan sonra emniyette gördüğüm kamu görevlileri idi. Ve firarilerdi aynı zamanda. Yani soruşturmanın yapılmadığı ya da yapılsa da savsaklandığı iyice netleşti. Halil Şıvgın ve Ramazan Toprak, Necip’le görüşmek için aniden olaydan 6 ay önce ortaya çıkan kişiler. Ne hikmetse, birden hayatımıza girdiler. Bu insanlar olaydan sonra da beni kontrol etmeye ve kuşatmaya çabaladılar. Emniyette o dönemdeki ifadelerimde bu insanlardan söz edemedim bile, korktum, ne biliyorum ne bilmiyorum kontrol etmeye çalıştılar. Başıma ne geleceğini bilemedim. Sonuçta bir cinayet var ortada. Üstelik iki güzel kızla tek başımayım. Gayet net yani…
“Şıvgın kim, bunları nereden biliyor, bilmiyorum”
– Şıvgın, ifadesinde, Hablemitoğlu’nun, Alman vakıflarını araştırmasını kendisinden askerin istediğini anlattığını söylüyor. Eşinizin asker ile bir bağlantısı gerçekten var mıydı?
Şıvgın çok şey söylüyor; söylemesi gerekenleri, bildiklerini, yaptığı aracılığın mahiyetini söylemiyor. Askerin istediğini nereden biliyor. Necip’in sırdaşı desem değil, arkadaşı desem değil. Şıvgın kim ben bilmiyorum gerçekten.
– Şıvgın’ın yaptığı aracılığın mahiyeti nedir, neyi kastediyorsunuz?
Önce bir tanışma ve kısa bir aile yemeği ve bir çay saati ziyareti. Hepi topu bu kadar, sonra ayrı görüşme talepleri oldu Necip’le ve aracılık etmeye çalıştı başka görüşmelere. Bizim ailemiz için yeni bir kişi, 16 yıllık evliliğimizde son 6 aya kadar sosyalleşmediğimiz biri. Ramazan Toprak ve Şıvgın hayatımıza durduk yere giriş yapan insanlar. Sorsanız Ramazan Toprak can ciğer dostum diye bahsediyor Necip’ten. Böyle bir şey söz konusu bile değil.
“Tek bir görüşme oldu, vekillik istemedi”
– Yine Şıvgın’ın ifadesinde, “AKP’nin kapatılması meselesi ile ilgileniyordu” şeklinde bir bölüm var. Bu konuda sizin bir bilginiz var mı? Ve yine Şıvgın, eşinizin siyasete atılmak istediğini, Abdullah Gül ile görüşme yaptığını da söylüyor. Böyle bir görüşme oldu mu, neler yaşandı?
Abdullah Gül’le Şıvgın ve Ramazan Toprak görüştürmek istediklerini söyleyerek geldiler. Böyle tek bir görüşme olduğunu biliyorum sadece. Ancak partinin kapatılması ile ilgileniyor olduğu, bu partiden vekillik istediği doğru değil. Bunları da söylüyorlar. Ama tabii ‘ben bilmem eşim bilir’ durumu burada da işletiliyor. Adam mahkemede bile ‘’Üzerinden 20 yıl geçti Şengül Hanım hatırlamayabilir’’ dedi ya. Böyle de bir manipülasyon ve çarpıtma hala devam ediyor. Ne diyeyim. Sanırsınız ikili oynayan leş bir adam Necip Hablemitoğlu. Bu özellikle yapılmak istendi. Güleyim ne yapayım.
– Peki tek bir görüşme oldu dediğiniz görüşmede ne konuşuldu, eşinizden ne isteniyordu?
Sadece tanıştırmak istediklerini söyledi bana. Bir istek vesaireden bahsetmedi.
“Altaylı ile o insanlar görüştü”
– Enver Altaylı gibi birçok istihbarat örgütüyle ismi anılan birinin de o dönemde devrede olduğu iddiası var. Eşinizin Altaylı ile bağlantısı var mıydı? Bütün bu görüşme trafiği Köstebek kitabından mı kaynaklanıyordu yoksa bilinmeyen başka başlıklar da var mıydı?
Necip Hablemitoğlu, Altaylı ile görüşmedi. O görüşmeleri yapanlar demin söylediğiniz anlattığım kişiler. O insanlara sorsak da işe yaramıyor. Onların ağız birliği yaptığı, mahkemede ise birbirlerini suçladıkları bir kurgu var. Bazı yaşlı ve kendine acındıran ‘’iyi niyetli, hayırsever, saygı, dini bütün inançlı’’ adamlara karşılık acılı ve salak eş fotoğrafı sunuluyor çünkü.
“Ağır psikolojik şiddet uygulandı”
– Eşinizin öldürülmesinden sonra kovanların delil dosyasından çıkmaması, ifadelerin alınmaması, Durmuş Anuçin adlı kişinin cinayeti işlediğini iddia etmesi ancak bu iddiaların arkasının gelmemesi gibi süreçler yaşanıyor. O dönemde ne oldu? Ankara’nın ortasında öldürülen bir bilim insanı ile ilgili olarak nasıl oldu da kanıt bulunamadı? Deliller karartıldı mı?
O dönemde neler olduğu çok trajik ve gurur kırıcı. Bu ülkede yaşayan her yurttaş için gurur kırıcı ve adaletsiz, güveni yok eden, tekinsiz şeyler. Benim sorgulandığım akşamlar, sorgulanma şeklim, üzerimde kurulan baskı ve yıldırma. Her biri ağır psikolojik şiddet. Delillerin karartılması ne demek? Yıllarca dosya ortada yoksa, 15 yıl sonra bir savcı delilleri toplamaya çalışıyorsa, benim kendimi güvende hissetmeden ifade veremeyişime yol açılmışsa, sonradan çocuklarım üzerinden tehdit edilmişsem… Öyle çok ayrıntı var ki, her hatırlayış yeni bir travma. Ben de kızlarım da iyileşmek için bir ömür verdik Gökçer Bey, yaşadıklarımızı kimsenin yaşamasını dilemem.
“Evimize kızımın fotoğraflarının olduğu zarf bırakıldı”
– Size bu baskı nasıl yapıldı? Sizi ve çocuklarınızı kimler tehdit etti?
Düşününce dönemin Ankara Emniyet Müdürü’nün tutumu kadar bugün beni kızdıran az şey vardır. Benimle kendisi konuşabilecekken, Abdullah Gül Başbakan idi, benimle görüşmek istediği söylendi. 1 hafta 10 gün sonra Başbakanlığa gittim. Ne söyleyecek diye beklerken, odaya emniyet müdürü girdi, bana soracağı sorular varmış. Necip’in evden başka yerde çalışma ofisi ve çalışma notları var mıymış? Bu görüşmeden hiç kimseye bahsetmemeliymişim vs. vs. Saçma sapan bir kurgu. ‘’Defalarca karşılaştık bunları sorabilirdiniz, buraya kadar gelmemize gerek yoktu’’ dedim. Bir gece cenazeden sonra sabaha kadar ifade verdim; sabahın ilk saatlerinde beni camlı bir odaya aldılar, teşhis yapacakmışım. 4-5 kişiyi dizmişler, ‘’Sabah aracınızın yanında gördüğünüz kişiler bunlardan hangisiydi’?’ diye sordular. İçerdekiler ben ifade verirken odaya giren çay, evrak getiren memurlardan ikisiydi. Siz bana ne yapmaya çalışıyorsunuz diye bağırmaya başladım. Bunun bana normal bir prosedür olduğu, benim tanıklığının güvenilirliğini kontrol ettikleri gibi saçma sapan şeyler anlattılar. Olayın ilk anlarında insan faydalı olmak istiyor, yardımcı olmak istiyor. İnanmak istiyorsunuz. Ancak maruz bırakıldığım şey düpedüz şiddetti. Çaresiz hissettirildim, korkutuldum sadece. Ergenekon sürecinde evimize kızımın fotoğraflarının olduğu mektuplar bırakıldı. Gerekli başvuruları yaptık, kamera görüntüleri alındı. Ancak kızım ifade verirken küçücük 14 yaşında bir çocuğa, zarfı bırakan kişinin fotoğrafları gösterilip, “Tanıdığın biri olabilir mi, erkek arkadaşın olabilir mi?” gibi şeyler söylediler. Bunlar ilk aklıma gelenler.
– Bugün açılan davanın açılmasını sağlayan Nuri Gökhan Bozkır ismi o günlerde de gündemde. Üstelik başka davalarda adı geçen bir isim. Özel Kuvvetler Komutanlığı bağlantısı nasıl kuruldu? Size hangi bilgiler verildi bu konuda. Ve neden bir sonuç çıkmadı? Bugünden farkı neydi?
Olup bitenler bizim dışımızda, cinayet sadece bu konfigürasyonda bir araç. Arada samimi, adalete ve hukuka inanan namuslu insanlar olduğuna hala inanmak istiyorum. Söylüyorum size, iflah olmaz bir biçimde hayata, umut etmeye yüzü dönük biriyim ben.
“Özellikle yalnız bırakıldık, vebalı gibi yaşadık”
– Aradan yıllar geçti. Bu yıllar boyunca dosya uykuya mı yatırıldı? Size yansıyan bilgi olmadı mı? Sizinle temasa geçen, görüşmek isteyen, bilgi veren, bilgi soran kimse gelmedi mi? Nasıl geçirdiniz o yılları?
Kimse gelmedi, sormadı. Biz vebalı gibi yaşadık. Özellikle yalnız bırakıldığımızdan eminim. Terk edilmişlik böyle bir şey, tersiymiş gibi yaparak terk etmekse çok kolay. Kimseye söyleyecek sözünüz olmaz. Biz hep vardık derler, gıkınızı çıkaramazsınız. Ayrıca yalnız kalmak istemiyorsanız da her türlü biat etmelisiniz. Destek aramaya çalıştım, görünür ve olası bedelleri bana uymadı. Bunca yılın yorgunluğu içinde bana kendimi iyi hissettiren en kıymetli şey de karşılaştığım, bir şekilde yolumun kesiştiği insanların her zaman sevgiyle saygıyla yaklaşımları oldu. Buna da minnettar olmamak mümkün değil.
“Telaffuz edemeyeceğim paralar konuşuldu”
– 15 Temmuz sonrası dosya yeniden açıldı? Faili meçhul kalmış bazı cinayetlerin FETÖ tarafından işlendiği iddiası da gündeme geldi. Bu sizde kuşku yarattı mı? Sizin o döneme kadar inancınız neydi? Bu yapıdan mı kuşkulanıyordunuz?
Kuşkulanıyorum tabii, ortada net bir kötülük var. Cinayet var. İddianamede netleşen, teyit edilebilir bazı örüntüler, ilişkiler ağı var. Ayrıca ben o mahkeme salonunda hayatım boyunca telaffuz edemeyeceğim paraların konuşulduğuna da tanık oldum. Ancak olası fail bulunsa da bunu kanıtlamak için yeterince çabanız yoksa, hızlı hareket etmiyorsanız ve silah yoksa suç yok diyorlar (savunma böyle). Ona da eyvallah! Ne diyeyim?
– Mahkeme salonunda konuşulan paralar, eşinizin öldürülmesi için sözü edilen paralar mıydı?
Mahkeme salonunda konuşulan paralar, sanıkların ellerinden ne kadar çok para gelip geçtiğini anlatmak amacıyla yaptıkları açıklamalar. ‘’Biz vatansever birinin öldürülmesini para için yapacak insanlar değiliz’’ demek için kullandıkları bir argüman. Ayrıca, Ergenekon’u madalya yaptılar bu davada kendilerine. Birbirleri ile defalarca yaptıkları telefon konuşmaları var adı geçen insanların cinayetten önce. Ancak birbirlerini o tarihlerde tanımadıklarını söylüyorlar. İbretlik şeylere tanık olduk. Ayrıca benim açımdan son derece korkutucu o mahkeme salonunda yaşanan her şey. Bizim yüzümüze bakıp nerden belli siyasi bir cinayet olduğu da denildi. Biz tanımıyoruz Necip Hablemitoğlu kimdir de dendi. Manipülatif, travmatik bir klinik ortamda idik günlerce.
“Şimdi uygun gördüler ve durum bu aşamaya geldi”
– 15 yıl önce kurulmak istenen ÖKK bağlantısı bu yeni süreçte yeniden kuruldu. Hatta Bozkır’ın bildiklerini anlatmak için Zihni Çakır ile birlikte emniyet ve savcılığa gittiği ancak bilgisinin alınmadığı iddia edildi. ÖKK’daki bir grup neden bu cinayeti işlemiş olsun, sadece para ile açıklayabilir musunuz?
Valla Gökçer Bey bu insanlar kim bilmiyorum. Biz failin adını çatı dava iddianamesinin ekinde gördük. Uzunca bir süre zaten bunun üzerine gidilmesini talep ettik, dikkate alınmadı. Artık kimse onlar şimdi uygun gördüler ve durum bu aşamaya geldi. Bu aşama da nedir ben bilmiyorum.
– Bozkır, ardından Ukrayna’ya kaçtı. Yakalanması bizzat Cumhurbaşkanı tarafından açıklandı ve sonrasında davanın açılmasını sağlayan ifadeleri verdi. Siz neden dosyanın ilk kez gerçek bir savcısı olduğunu düşündünüz. Kuşkularınızla yürüyen süreç birbirine paralel miydi?
Uluslararası ilişkilerde başarılı ve suçluların iadesi için mücadele eden, emek sarf eden iktidara minnettarım mı diyeyim şimdi_ Peki, hadi öyle olsun…
– Bu aşamada eski ÖKK mensubu Levent Göktaş’ın yurtdışına kaçması söz konusu oldu. Göktaş, ilginç bir isim. Eşinizle aynı dönemde MİT Müsteşarlığı için adı da geçiyor. Göktaş’ın yurtdışına kaçması için korunduğu iddiası da gündeme geldi. Bu aşamada size bilgi veriliyor muydu? Sizce bazı sanıklar korunuyor muydu?
Savcı ile görüşmelerimiz oldu süreç boyunca. Bizi bilgilendirdi sık sık.
– Dava başlarken ne hissettiniz, bunca yıl sonra adaletin sağlanacağı düşünceniz oldu mu? Duruşmalar nasıl geçti?
Öyle garip hisler ki, buruk oluyor insan. İnanmak isteseniz de bir yanınız acabadan kurtulamıyor. Bir taraftan davayı izlerken anlatılanlara, söylenenlere ve yalnızlığınıza bakıyorsunuz, mağduriyetiniz katlanıyor. Bu kadar zaman geçince başkasının yaşamını izliyor gibi oluyorsunuz. Çok karmaşık, insanı tüketen bir süreç inanın.
– Tahliye kararlarını bekliyor muydunuz? Tahliyelere gerekçe olarak, ÖKK mensuplarından bazılarının bulundukları yerleri kanıtlamaları gösterildi? Bu daha önce yapılamaz mıydı? Ne oldu da bu kadar büyük bir operasyon bu kadar sessiz biçimde, daha ikinci duruşmada tahliye aşamasına geldi?
Bu insanların toplanmasını sağlayan iradenin amacına hasıl olunduysa demek ki. Tahliye kararları çok beklediğimiz bir şey değil. En azından tüm delillerin ve tanık ifadelerinin tamamlanması beklenmeden çok garip. Temmuz ayında 3. duruşma başlayacak, o tarihe kadar bir karar vermeyi istiyorum kendi tavrımızla ilgili.
“Kendimi güvende hissetmiyorum”
– Bugünden bakınca sizce eşiniz neden öldürüldü?
Bu sorunun yanıtını ben veremiyorum, gerçekten.
– İktidardan size bu konunun çözüleceğine dair bir yaklaşım, açıklama hiç oldu mu?
İktidarın ailemize özel bir açıklaması hiçbir zaman olmadı. Ben de herkes gibi medyanın farklı mecralarına bir öyle bir böyle dönemsel olarak yansıyanları biliyorum. Umurlarında mı bilmem. Çünkü olayın 15 yıl örtbas edilip uyutulduğunu, 15 Temmuz’la bir yere kadar canlandırıldığını göz önüne alacak olursak, bizim son süreçte mevzunun neresinde olduğumuza dair bir fikrim yok yazık ki. Ve hala kendimi güvende hissetmiyorum. Bunu bize hiçbir zaman hissettirmediler. Sanırım özellikle yapıldı bu…
– Adaletin sağlanacağı inancınız var mı? Sizce eksik olan nedir?
Hiç kimse öldürülmeyi hak etmez, ne yazarsa ne söylerse söylesin. İfadenin özgürleştiği yere adalet de gelir elbet bir gün.
– Eşinizi çok genç bir yaşta kaybettiniz. İki çocukla birlik bir yaşam mücadelesi verdiniz? Eşinizin hayatı ile birlikte sizinkinin de çalındığını düşünüyor musunuz? Bir tarafta da ne derseniz, ne söylerseniz yargılayan bir kesim var? Bütün bu yıllar nasıl geçti, ne hissediyorsunuz?
Gökçer Bey kimin ne söylediği bir yere kadar, 21 yıldır yaşamaya ve elimden geldiğince faydalı olmaya çalışıyorum. Çocuklarımı korumak için çok uğraştım. Şimdi onlar beni olup bitenden korumaya, sarıp sarmalamaya çalışıyorlar. Benim bu hayattaki ödüllerim onlar. Gerisi teferruat bile değil. Kendim gibi olmaya, onlara da bunu göstermeye çalıştım. Ben kimsenin uzantısı değilim, çocuklarım da öyle. Kendileri gibi olmaları, öyle bir hayat kurabilmeleri için ömrümü verdim. Başımıza gelen toplumsal bir şey, ardından yaşadıklarımız da öyle. Uzun hikâye ben her şeyi gözleyerek ve öğrenerek bakarım.
– Bir sosyal medya mesajınızda, “Bizim olay mahalline gelenler şimdi gözümün önüne geliyor. Doğru anlamışım olanı biteni. Kirli devletin kirli insanları” demiştiniz. Kimdi bunlar ve hala böyle mi düşünüyorsunuz?
Devlet ya da kendini devlet yerine koyanlar temiz olsalardı ne biz bu olayı yaşardık, ne de bunca yıl göz ardı edilirdi olup bitenler.
Bu düğüm nerede atıldı ve sizce çözülme ihtimali var mı?
Düğümü atanları bilsek ilk yapacağım şey yüzlerine tükürmek o kadar…