Emekli askerlerin açıklamasını “dünyanın çivisi çıktı” diye düşünen bir grup emeklinin sayıklaması olarak görenler var. Eskiden laikliğin veya ulusal bütünlüğün “tartışmaya açıldığından” şikâyet edenlerin, bugün “Montrö’nün tartışmaya açılması”nı muhtıra tarzı bir geceyarısı bildirisi haline getirmelerindeki mizaha işaret edenler de.
Ama bundan ibaret olmayabilir. Türkiye tarihi, bütün o darbe ve muhtıra süreçleri, o süreçlerde yaşananlar, “artık bizde darbe olmaz” türünden bir rehavet lüksümüzün olmadığını gösteriyor. Özellikle de yaşadığımız coğrafyada, iyi veya kötü seçilmişler yerine, “kendileriyle çalışacak” bir darbeyi desteklemeye hazır olduğu defalarca test edilmiş bir “özgür dünya” varken hassasiyet göstermek, gözümüzü açık tutmak gerek. Ve bunu hukuka uygun biçimde yapmak gerek.
Şurası açık ki, bazı kötülükler bir anda tarih olmuyor. Çok boyutlu bir değişim olmadıkça aynı vesayetçi buyurgan dil, bir gece yarısı, aynı şablonla nüksedebiliyor.
Prof. Dr. Kudret Bülbül, Türkiye’de askeri/bürokratik vesayet geleneğinin damgasını taşıyan uzun geçmişe atıfla, güvenlik bürokrasisinin eski konumuna dönme potansiyeli olduğuna, on yıllara sâri geleneklerin, alışkanlıkların kısa sürede terkedilmesinin ya da yetki gaspının verdiği güçten vazgeçilmesinin kolay olmadığına işaret ediyor. “İnsanlar uzun zamanlar belirli bir inanç ve kültürle yetiştirilmişse, bu inanç ve kültür, sadece mevzuatın değişmesi ile değişmez. Kendileri bu inanç ve kültürlerinden utanır hale getirilmedikçe, ilk fırsatta o inanç ve kültürün gereğini yerine getireceklerdir” diyor.
Hükümetin hataları bu riski gözardı ettirmemeli; ana muhalefetten bu bildiriye gelen destek de onun demokrasi iddialarıyla ilgili abartılı bir iyimserliğe sahip olanlar için uyarıcı olmalı.
Bildirinin içeriğine gelince, elbette Montrö’nün de tartışılması mümkündür, başka bir sözleşmenin de. Daha iyisi olur olmaz o ayrı, ama tartışmaya açmadan itaat etmemiz gerekenler arasına bir de uluslararası sözleşmeleri sokmaya niyetim yok.
Öte yandan deniz kuvvetleri komutanlığı personelinin eğitiminin ideolojik esaslara göre olmasını istemeleri de ayrıca sorun. Çünkü orduya resmisi ve gayri resmisiyle ideolojiyi sokmak, şikâyet ediyor göründükleri FETÖ tarzı oluşumları önlemediği gibi, tam tersine, o da dahil, sağ ve sol Kemalist çizgideki çok sayıda darbeyi üreten zemini de devam ettirmeyi ifade ediyor. Doğru olan, askeri personelin eğitiminin devletin ideolojik tarafsızlığına ve sadece askerlik hizmetinin gereklerine uygun biçimde yapılmasıdır.
Türkiye’de militarizmi mahkûm edecek bir kültürel dönüşüm henüz tamamlanmış değil. Toplumun ihmal edilmeyecek bir kesimi de darbeyi mahkûm etmeye hâlâ ikna edilmiş değil. Güvenlik bürokrasisinin demokratik denetiminin tüm gerekleri ve darbeyi imkânsızlaştıracak yapısal reformlar yapılmış değil. Bu bildiri vesilesiyle asıl konuşmamız gerekenler bunlar olmalı.