Türkiye’de çok ciddiye almamız ve doğru okumaya çalışmamız gereken bir siyasal mücadele yürüyor. Bir tarafta hukuk devletini tamamen tasfiye etmeye kadar gitme niyetinin işaretlerini veren Türkçü- Devletçi- Otoriter iktidar bileşimi; diğer yanda çok farklı eğilimlerden gelmesine rağmen Türkiye tarihinde hiç olmadığı kadar demokratik hukuk devleti ekseninde birleşme enerjisi gösteren muhalefet güçleri var. İktidar, Türkiye için yeniyi değil; alışıldık, çok tanıdık bir hayal kırıklığını temsil ediyor. Türkçülük ve otoriter devletçilik. Türkiye insanı bunun üniformalı/üniformasız her halini tanıyor. Sivillik kimseyi yeni yapmaya yetmiyor.
Yeniyi temsil eden (etmeye çalışan diyelim); muhalif aktörler. Akşener’in demokrasi ve hukuku önceleyen, Kürtleri de hesaba katan, kendine merkezde yer arayan yeni milliyetçiliği. Kılıçdaroğlu’nun otoriter laik saplantılarını adım adım törpüleyerek demokratik bir hatta taşımaya çalıştığı CHP. Babacan ve Davutoğlu’nun demokratik bir rejim hedefini merkeze koyan siyasal söylemleri. HDP’nin ısrarla zorladığı demokratik cephe siyaseti. Türkiye için yeni bir umut varsa, işte bu bileşim temsil ediyor onu.
Bu amirallere gelince; bütünüyle eski Türkiye’nin bugüne yansıyan kötü bir gölgesinden ibaretler. Aktör olmaktan çıktıklarının; oyunun ancak malzemesi olarak işlev göreceklerinin farkında değil gibiler. Fikri Sağlar’ı hatırladım; kapanıp gitmiş başörtüsü konusunu kaşımaya çalışmıştı o da. Yanlış anlaşılmasın; bu kafanın toplumda hiçbir karşılığı olmadığını söylemiyorum. Maalesef var. Fakat Türkiye’nin geleceği burada değil ve olmayacak. Bunlar ancak iktidarı neşelendiren rüzgârlar yaratabilir.
İşin hak hukuk boyutu ise zaten traji-komik. Elbette cezayı gerektiren bir suç işlemediler. Elbette hukuki değil siyasi bir problemi tartışıyoruz. Ve elbette onların hukukunu yine en çok, nefret ettikleri “liboşlar” savunacak.