DEM Parti’nin İmralı heyetinde yer alan TBMM Başkanvekili Sırrı Süreyya Önder’in 1 Ekim’den bu yana başlayan süreç, Abdullah Öcalan’la yaptıkları görüşme ve kamuoyuna yansıyan tartışmalarla ilgili Mezopotamya Ajansı’na verdiği röportajı yayımlıyoruz.
Herkesin merak ettiği soruyla başlayalım. Neler oluyor, bundan sonra neler beklemeliyiz?
Kamuoyundan farklı olarak bildiğimiz tek şey, yaptığımız görüşmelerin içeriği. Zaten süreç belli bir noktaya ulaştığında bunlar da kamuoyu tarafından bilinmiş olacak. Fakat onun haricinde geleceğe dair bizim bilip de kendimize sakladığımız bir şey yok.
Bu belirsizlik normal mi?
Belirsizlik halinin normal olduğunu söylemiyorum, ama bu belirsizlik sürecin samimi olup olmadığıyla değil, konjonktürle ilgili. Sadece bizler değil, devleti yönetenler de geleceğin belirsizliğini bertaraf etmek üzere çeşitli hamleler yapıyor.
Normal olduğunu söylemiyorum ama bu belirsizlik sürecin samimi olup olmadığıyla ilgili değil, konjonktürle ilgili. Yani sadece bizler değil, devleti yönetenler de, Ortadoğu’daki aktörler de aslında geleceğin belirsizliğini bertaraf etmek üzere çeşitli hamleler yapıyor. Bizim dahil olduğumuz bu süreç de, belirsizliği bertaraf edecek zemine ulaşma çabalarının sadece bir tanesi.
Bugün tartıştığımız konuların pek çoğunun bölgedeki gelişmelerle ilgili olduğunu biliyoruz. Abdullah Öcalan’ın bölgede yaşanan gelişmelere ilişkin önerileri ve değerlendirmeleri nelerdir?
Şu anda ne ABD’nin, ne İsrail’in, ne İran’ın, ne Türkiye’nin ne de Suriye sahasındaki diğer aktörlerin nasıl bir yol alacağı netlik kazanmış durumda. Şam’daki yeni iktidarın da ne yapacağı, nasıl bir Suriye kurgulayacağı net değil. Öcalan tam da bu belirsizlik sürecinde bir kez daha kendi Ortadoğu projeksiyonunu bir öneri olarak ortaya koyuyor. Belki de bu açıdan en net olan, Öcalan’ın pozisyonu.
Abdullah Öcalan’ın net olan bu pozisyonunu biraz daha açabilir misiniz?
“Netliği” oluşturmak için savaşı, çatışmayı, halklar arasında duvara dönüşen keskin çizgileri değil, barışı, bir arada yaşamı ve geçişkenliği öneren bir siyasi duruş sergiliyor.
Çok fazla detay paylaşmıyorsunuz. Peki iktidar ya da devletin pozisyonuna ilişkin ne görüyorsunuz?
İktidar, bizim atfettiğimiz anlamda “devlet aklını” devreye sokup, belirsizlik karşısında Kürtlerle barışacak ve Ortadoğu’da bu şekilde mi temel aktör haline gelmeye çalışacak, yoksa “kadife eldiven içindeki demir yumrukla” Suriye’de Kürtlerle sert bir çatışmaya mı girecek? Şu anda ulaşılmak istenen temel nokta, bu iki seçenek arasında karar kılmak.
Devletin bu konuda karar vermediğini mi söylüyorsunuz?
Bence hâlâ bu konuda net bir karara varılmadığı için Türkiye’de süreç net değil. Öte yandan Kürt toplumu başta olmak üzere barış için bedel ödeyen kesimlerin bazı kaygıları var. Pek çok çevre toplumun ruh halini “temkinli iyimserlik” olarak nitelendiriyor. Bu tür dönemlerde kaygıların olması normal. Ayrıca bu toplumun bir feraseti var, bir deneyimi var. Yaşadıklarından çıkardığı dersler var. Temkinli iyimserlik bu dönemi algılamak için toplumun bilgeliğinin en damıtılmış halidir. Bu temkinli iyimserlik sadece beklentili olmamayı, barışı yaratmak için emek vermeyi de ifade ediyor aslında. Barış bu topraklarda yaşayan herkesin ortak ideali olmalıdır ve hepimiz bunu başarmak için bugüne kadar yaptığından daha büyük emeklerle barışı var etmeliyiz.
Herkes bölgesel gelişmelere, konjonktüre dikkat çekiyor. Kimisi sadece fırsatları, kimisi sadece tehditleri görüyor. Siz ne görüyorsunuz? “Büyük fırsatlar var ne gerek var şimdi bu girişimlere” diyenlere ne demek istersiniz?
Evet, gerçekten bazı çevrelere bakınca insan hayret ediyor. Özellikle bu çevrelere bakılacak olursa, Kürtler yatırımlarını “barışa” yaparsa büyük fırsatı, yani Kürdistan’ın bağımsızlığı ihtimalini kaybedecek. Peki sahiden şu anda barış olmazsa, Kürtler açısından fırsat kapıları mı aralanır? Kürtler, büyük güçlerin çatışmasından sıyrılıp özgürlüğe mi ulaşır? Bu, çok büyük riskler barındıran bir ihtimal. Öcalan başından beri Kürtlerin bu riski göze almalarının, tarihi bir başarı kadar tarihi bir felaketi de beraberinde getirebileceğine işaret ediyor. Öcalan’ın demokratik konfederalizm teorisi tam da bu iki ihtimalin üzerine kuruldu zaten. Yani Öcalan “Kürdistani olmadığı için” değil, Kürtlerin özgürlüğü kadar güvenliğini de öncelediği için böyle bir teori geliştirdi. Şimdi bu teorinin hayata geçirilmesinin tam zamanı olduğunu savunan Öcalan’a, devletin iki farklı eğiliminden iki farklı yaklaşım söz konusu. Dolayısıyla Öcalan da, Kürt hareketi de barış konusunda net. Devlet de belli bir netliğe kavuştuğunda, esas “süreç” o zaman başlamış olacak. Bu sürece şimdilik “çözüm süreci” denmiyor olabilir. Ama barış, çözümün önemli ve ilk adımlarından biri olarak değerlendirilmeli.
Aslında çok soru var; bir yandan barış ihtimali, bir yandan kayyım, bir yandan çözüm, bir yandan Rojava’ya saldırılar, bir yandan operasyonlar… Bütün bunlar toplumdaki iyimserliği baltalıyor. DEM Parti yetkililerinin en küçük sözü üzerinden günlerce tepinenler bütün bu saldırıları normal mi karşılıyor? Bunlar gelişmelere zarar vermez mi? Biz heyet olarak işin pozitif olarak ilerletilmesine odaklanmış durumdayız. Kuşkusuz bu negatif gelişmeler yaşanmasın diye elimizden gelen çabayı gösteriyoruz. Ama sadece bizim değil bütün toplumun sorumluluğu her şeye rağmen bu süreci sonuca ulaştırmaktır. O yüzden süreç ilerledikçe bazı şeyleri daha net konuşma imkânımız olacak