Karar gazetesi yazarı Osman Sert’in “Suriyeliler Türkiye’nin yeni Kürt sorunu olur mu?” başlıklı bugünkü (1 Mayıs) yazısı şöyle:
9 Nisan 2011’de Yayladağı Sınır Kapısı’na ilk Suriyelilerin gelmesinin üzerinden on yıl geçti.
252 kişilik kafilenin Türkiye’nin kapısını çalacak milyonların ilk işaret fişeği olduğunu anlamak o dönem mümkün değildi.
Henüz vizesiz geçişlerin serbest olduğu, Ankara’nın Şam ile ilişkileri koruduğu bir dönemde gelenleri geri çevirmek hukuken de mümkün değildi zaten.
O gün sadece yüzlerle, binlerle ifade edilen Suriyeli göçmen sayısı, Türkiye’nin Şam’ı ve dünyayı bir değişime zorlamak için koyduğu biraz da kendisi işin bu kadar büyüyeceğini tahmin etmediği için ilan ettiği 100 bin kırmızı çizgisini geçeli çok oldu. İçişleri Bakanlığı Göç İdaresinin rakamlarına göre bugün 3 milyon 670 bin Suriyeli var Türkiye’de. Bunların yarım milyonu sadece İstanbul’da. Kalanları ise öncelikle sınır illerimizde ama artık Türkiye’nin her şehrinde Suriyeliler ve yabancılar var.
Üstelik Suriyeliler en öne çıkan grup olsa da Türkiye İran’dan Afganistan’a, Irak’tan Pakistan’a kadar toplamda 5 milyonu aşkın göçmene ev sahipliği yapıyor. Kabul edelim ya da etmeyelim bu insanlar artık bizim hayatımızın bir parçası.
Trump Müslüman ülkelerden gelenlere kapıların kapattığında değer/ilke/eşitlik çağrısı yapıp, Avrupa’daki Türkiyeliler ırkçı saldırılarla karşılaştığında mangalda kül bırakmayanların, Kobani’deki Kürtlere kapıların geç açılmasını haklı olarak eleştirenlerin Türkiye’deki yabancılara özellikle de Suriyeli Araplara karşı milliyetçi, ırkçı yaklaşımları en hafif tabirle iki yüzlülük.
Türkiye’nin esmer Trump’ları ellerinden gelse bu beş milyon kişiyi yarın kapı önüne koyacaklar. Suriyelilerin Türkiye seçimlerinde oy kullanacaklarından, bedava yaşadıklarına, devletin her ay düzenli maaş ödediğine varana kadar yalanın bini bir para.
Öyle ki, kazara Suriyelilerin bir yılbaşında eğlenirken görüntüleri sosyal medyaya düşse linç kampanyaları zembereğinden boşalıyor. Sanki gülmek haram bu insanlara. Bir kez yurtlarından kaçmak zorunda kaldılarsa yaşadıklarına pişman olmalılar. Ankara Bahçelievler’de, geri dönüşüm için biriktirdiğim kartonları çuvaldan arabasına koyduğum Humslu Ahmet’in ya da Siteler’de evine ailece misafir olduğumuzda teşekkür için verebileceği en kıymetli hediyeyi, kakuleli kahvesini elime zorla tutuşturan Suriyeli ailenin hiç de gıpta edilecek yaşamları yoktu.
Özellikle İYİ Partili isimler buldukları her fırsatta Suriyelileri hedef göstermekten çekinmiyorlar. Muhtemelen bu kişiler Paris metrosunda siyahîlerin ne kadar çok olduklarını gören Fransızların yerinde olsalar, milliyetçi Fransızlara rahmet okuturlardı.
Bugün Türkiye’nin acilen başta Suriyeliler olmak üzere Türkiye’deki yabancılar için bir entegrasyon politikası geliştirmesi gerek. Bu göçmenleri bir yük olarak görmek yerine özellikle orta vadede bir değer olarak algılamak zorundayız.
Kimilerimizin soydaş, kimilerinin din kardeşi olarak gördüğü, kimlerinin zor durumda olduğu için yardım edilmesi gereken ihtiyaç sahibi ya da katlanmak zorunda olduğumuz bir yük olarak algıladığı göçmenlerle ilgili duygusallığı bir an önce geride bırakmamız gerekiyor. Yıllarca değil nesillerce birlikte yaşayacağımız, bir kısmı gitse bile nüfusu milyonların altına asla düşmeyecek bir gerçek önümüzde duruyor.
Bir yanda bürokrasinin ve sivil toplum örgütlerinin büyük çabası var. AK Parti sorunun en başında büyük bir çaba gösterdi ve süreci iyi yönetti. Elbette hatalar yapılmış olabilir ama özellikle Avrupa’nın mülteci sorunlarına yaklaşımına bakıldığında göçmenler bağlamında son on yıl bir başarı hikayesi. ‘Suriye’de yanlış yaptık’ diyenlerin son on yıla dair tutarlı olarak öne sürdükleri bir alternatif de yok.
Beş milyonluk hızlı bir yabancı nüfusu artışı ile büyük patlamalar olmadan, suç oranlarında bir artış yaşanmadan bugüne gelebilmek hem Türkiye halkı hem de gelenlerin birlikte başardığı bir mucize aslında. Ancak iktidarın artık ülkenin genel sorunlarını yönetemez hale geldiği bir ortamda böylesi bir sorunla ilgili yapısal ve uzun vadeli çözüm beklemek çok zor.
Zamanın ruhu olan yabancı düşmanı milliyetçiliğin ya da mevcut sorunların dayattığı duyarsızlığın Türkiye’nin yarınını esir almasına müsaade etmemeliyiz.
Eğer daha fazla geç kalırsak Kürt sorunun yanına bir de Suriyeli sorununu ekler, gerçekler ve inatlar labirentinde boşa enerji harcarız.