Gezi Davası’nda aldığı 18 yıl hapis cezası nedeniyle cezaevinde bulunan ve Gezi Parkı protestoları sırasında Taksim Dayanışması Platformu’nun sözcülerinden olan Tayfun Kahraman; 13 Haziran 2013’te o dönem Başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan’ın başkanlığında Başbakanlık’ta yapılan Gezi Parkı görüşmesi ve ardından yaşananları anlattı.
Avukatı aracılığıyla T24’ten Murat Sabuncu’ya konuşan Kahraman’ın yayımlanan mülakatı şöyle.
“Erdoğan görüşmesi sonrası pozitif bir yaklaşımla projenin halkoyuna sunulacağını söyledim, protestocular çok eleştirdi”
Eşinizin geçen hafta başı kamuoyuna yeniden hatırlattığı gibi aralarında sizin de olduğunuz bir grup aydın, sanatçı, sivil toplumcu, 13 Haziran 2013 günü Başbakanlık’ta Tayyip Erdoğan ile bir görüşme yaptı. 3,5 saat süren o görüşme ile ilgili sizin aktaracaklarınız önemli olacaktır. Toplantı içinde genel anlamda ve özellikle sizin dönemin Başbakanı Erdoğan ile nasıl diyaloğunuz oldu?
O gün gece geç saatlerde başlayan toplantıdan, aynı gün akşam saatlerine doğru haberim oldu. Sanırım o toplantıya katılan sanatçıların talebi sonucunda Taksim Dayanışması’nın da katıldığı bir toplantı yapılmasının gündeme gelmesi ve hükümetin daveti ile apar topar bir temsil heyeti oluşturarak Ankara’ya gittik. O hızlı gelişen toplantı kararı sonucu olsa gerek, iki ayrı özel uçak ile Ankara’ya gittik. İlk uçak bizden önce vardığından biz toplantı başladıktan sonra Başbakanlık Konutu’na vardık. Bir süre kabul edilmek için bekledik ve sonrasında toplantı salonuna geçerek dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın başkanlığında yapılan toplantıya katıldık. Toplantıda ilgili Bakanlar, hükümet yetkilileri, danışmanlar ile sanatçılar ve Taksim Dayanışması’nın altı temsilcisi vardı. Ben toplantıya katıldığımda katılımcılar sıra ile söz alarak tespitlerini ve önerilerini aktarıyorlardı. En sonda oturduğum için en son söz alan ben oldum ve Taksim Dayanışması sözcüsü olarak, daha önce Bülent Arınç ile gerçekleştirilen toplantıda da dillendirilen talepleri aktardım. Gezi Parkı’nın park olarak kalması, nedensiz ve orantısız polis şiddetine yol açan kamu görevlilerinin görevden alınarak soruşturulması, -ki bu polis amirleri ve kamu yöneticilerinin daha sonra FETÖ üyesi oldukları açığa çıktı- gözaltına alınan protestocuların serbest bırakılması ve tüm meydanların başta Taksim olmak üzere toplantı ve gösterilere açılması olarak belirlenen talepleri anlattım. Polisin bir deprem toplanma alanı da olan Gezi Parkı’na sahip çıkmak isteyen bizlere gösterdiği şiddetin, gösterilerin bu kadar büyüyüp kitleselleşmesine neden olduğunu aktardım. Sonra ekrana polis ve göstericiler arasında yaşananlar yansıtıldı, uzun bir süre bu gösterileri izledik. Erdoğan, görüntüler üzerine “Protestocuların polise saldırdığını” söyleyerek bunları kabul etmeyeceklerini anlattı. Bir sanatçının, -kim olduğunu hatırlamıyorum- “Polis şiddeti ile tansiyon yükseldi” demesi üzerine kızıp, “Nasıl bunu söylersiniz, görüntüler ortada” diyerek devamını getirmesine izin vermedi. Bu görüntülerden sonra da toplantıda tansiyon yükseldi. Artık toplantıya son verelim denildikten sonra, masa arkasında oturanlara son olarak söz verelim denildi. İkinci sözü alan Arzu Çerkezoğlu, “Efendim, siz mahkeme kararının beklenileceğini ve plebisit yapılacağını söylediniz ama protestoların sosyolojik boyutları da var” deyince; sayın Erdoğan ayağa kalkarak, “Bu işin sosyolojisini de psikolojisini de sizden öğrenecek değiliz” diyerek arka odaya geçti ve toplantıyı terk etti.
Evet, buna rağmen toplantıdan çıkan olumlu bir sonuç vardı ve hükümet mahkeme kararının bekleneceğini ve iptal edilmezse plebisit (referandum) yapılacağını bizlere deklare etmişti. Açıkçası toplantı sonrası tüm ülkenin gözleri bizim üzerimizdeydi ve toplantıda geçen gerginlikleri orada açıklamamız tansiyonu daha da yükseltebilirdi. Ben de yaptığım açıklama ile pozitif bir yaklaşımla projenin halkoyuna sunulacağını söyleyerek son kararı hep birlikte vereceğiz dedim. Bu açıklamam protestocular tarafından çok eleştirildi ama o sırada yapılacak negatif bir açıklama tansiyonun daha da yükselmesine ve istemediğimiz olayların yaşanmasına neden olabilirdi. O sırada hükümet sözcüsü olan Hüseyin Çelik açıklama sonrası gelerek, “Neden eylemlerin sona erdiğini söylemediniz?” dedi. Ben de, “Bu kararı biz veremeyiz, bize sözcülük dışında bir temsil yetkisi verilmedi, ancak herkesin katılımı ile böyle bir karar alabiliriz, şimdi İstanbul’a dönüp bunları Park’ta anlatacağız” dedim ve İstanbul’a döndük.
“Bana tepki gösterdiler, altmış yaşlarında bir amca, bana içi çürümüş ıspanak dolu bir torba sallayarak bağırıyordu”
–Sizin bu toplantı çıkışında basına demeciniz şöyleydi: “Sayın Başbakan, oylama sonucunda park olarak kalmasının tercih edilmesi halinde, yani vatandaşlarımız, İstanbullular bu alanın park alanı olarak kalmasını tercih ettiklerinde bu karara uyacaklarını ifade ettiler. Bu aşamada, öncelikle yargı nihai kararını verene kadar projenin uygulamaya geçilmeyeceğini ifade etmesi Sayın Başbakanın, bu gecenin olumlu sonucudur.” Bir gazetecinin, “Bu sözler eylemin bitmesi için yeterli midir sizin için?” yönündeki sorusuna da, “Bu sözler pozitif yönlü sözlerdir. Pozitif yönlü bu sözlerin arkadaşlarımızın da pozitif olarak değerlendireceklerini bizler buradan düşünüyoruz” yanıtını verdiniz. O toplantıdan çıktıktan sonra neler yaşandı? Bu mesajları nerelere ulaştırdınız, sonuçları ne oldu?
Toplantıdan sonra açıklama ile yaşananları az önce söyledim. Uçağa bindiğimizde kalkışı beklerken Sertap Erener, Sezen Aksu’nun aradığını, tebrik ettiğini ama sosyal medyada yaptığım açıklama nedeniyle tepkilerin çok yüksek olduğunu söyledi. Telefonum sürekli çaldığı ve iki gündür uyumadığımdan kimseye cevap verecek halim yoktu ve telefonu kapatmıştım. İlk tepkileri o nedenle Sertap Hanım’dan öğrendim. Hatta uykusuzluk üzerine bir önceki soruda atladığım bir detayı anlatacağım. Söz sırası bende iken, “Sayın Başbakanım, bu sorunun çözülmesi için bizler de uyumadan uğraşıyoruz, iki gündür uyuyacak fırsatım olmadı” dedim. Kendileri de, “Gidin evinize uyuyun efendim, neden uyumuyorsunuz?” dedi. Böyle de bir anekdot geçti aramızda. İstanbul’a döndüğümüzde hava aydınlanmıştı, Yavuz Bingöl aracı ile bizi Mimarlar Odası’na bıraktı. Orada biraz dinlenerek parka geçtim ve Taksim Dayanışması bileşenleri olarak bir araya geldik. Aslında Başbakanlık’ta yapılan toplantı ile mesajı almıştık. Hükümet bize, “Artık protestolara son verin ve parkı boşaltın” diyordu. Sayın Erdoğan tarafından da bu mesaj birebir deklare edilmişti. Ben yaşanan gelişmeleri aktardım ve Taksim Dayanışması bileşenleri bu gelişmeleri parkta da anlatmam gerektiğini, o sırada konuşulduğu üzere Park’ta forumlar yapılması ve herkesin orada görüşlerini bildirerek temsilciler aracılığıyla akşam yapılacak toplantıda fikirlerini açıklamaları kararı alındı. Gezi Parkı’na giderek toplanan geniş kalabalığa, yapılan görüşmeleri ve bu görüşmeler sonrası alınacak ortak karar için Gezi Parkı’nda forumların toplanarak, görüşlerini açıklayacak temsilcileri belirlemeleri ve akşam toplantıya katılmalarını anlattım. O sırada da parkta toplananlardan büyük bir tepki gördüm. Her sözümün arkasından ıslıklamalar ve yuhalamalar geliyor, sahneye sebze kabukları atılıyordu. İnsanlar açıklamalarım sonrası onları sattığımı düşünüyor ve bunu bu şekilde ifade ediyorlardı. Konuşmam bitince sahne arkasına geçtim. O sırada CHP Beylikdüzü İlçe Başkanı olan Ekrem İmamoğlu ve Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi ikinci başkanımız, bugün Beylikdüzü Belediye Başkanı olan Mehmet Murat Çalık beni bekliyorlardı. Onların yanına gittim, daha merhaba demeden oraya gelenler beni protesto etmeye başladılar ve tansiyon yükseldi. Hiç unutmam, altmış yaşlarında bir amca, bana içi çürümüş ıspanak dolu bir torba sallayarak bağırıyordu.
Her ikisinin de önerisiyle hemen parktan çıktım. Bir daha da Gezi Parkı’na dönemedim o açıklamadan sonra. Fakat Park’ta insanlar bir araya geldiler, forumlarda görüşlerini paylaştılar. Sonra diğer parklarda toplanan forumlar da bu deneyim ile başladı. Akşam Taksim Dayanışması bileşenlerinin temsilcileri, parktan gelen temsilciler herkese açık bir toplantıda bir araya geldiler. Yüzlerce kişinin katıldığı ve sabah hala devam eden bu toplantıdan tam bir uzlaşı çıkmadı. Bizler Taksim Dayanışması bileşenleri olarak, Gezi’nin artık park olarak kalacağı yetkililer tarafından taahhüt edildiği için ertesi gün yapılacak şenlik sonrasında parkta temsili bir çadır bırakılarak, diğer çadırların kaldırılması ve kitlesel eylemin sona ermesini önerirken; park sakinleri buna olumlu bakmadı. Tartışmalar sonucunda ertesi gün bir şenlik yapılması, Taksim Dayanışması’nın kurumlar adına temsili bir çadır kurarak parktan ayrılması, parkta kalmak isteyenlerin çadırlarının zorla kaldırılamayacağı ama onların da çadırlarını bir nizam içinde yeniden kurmaları kararı alandı. Buna yönelik bir açıklama metni yayınlanıyordu ki polisler parka gaz bombası atarak girdiler ve zorla boşalttılar. O metin, o karmaşada yayınlandı mı hatırlamıyorum ama Valilik de polis de bu karardan haberdardı. Çünkü sürekli kurum temsilcileri arasında alınan karar soruluyordu. Belki de bu karar uygulanabilseydi, o polis baskını olmayacaktı ve bir şenlik ile park boşalacaktı. Ama ne yazık ki Gezi’deki eylem polis baskını ile sona erdi.
“Parktakiler ‘Bizi sattın’ derken, karar metninde ‘olayları kışkırttığım’ söylendi; sırada bana atılan sebzelerden bahsedilmedi”
-O gün barışçıl bir sonuç alma çabasından, bugün 18 yıl hapis cezası Yargıtay tarafından onaylanmış bir tutukluluğa… Bu durum ne düşündürüyor size?
Tabii ki kabul edilebilir değil bu hukuksuzluk. Yargıtay hiçbir delile ihtiyaç duymadan bizler hakkında verilen cezaları onayladı. Hatta Yargıtay kararında katılımcıların beni fazla uzlaşmacı buldukları için protesto ettikleri açıklamalarım ile ilgili olarak, “Olayların sürdürülmesi yönünde kışkırtıcı açıklamalar yaptı” şeklinde aleyhimde kullanıldı. 14 Haziran günü parkta bulunanlar beni protesto edip “Bizi sattın” derken, karar metninde içeriğine yer verilmeyen açıklamalarım nedeniyle olayları kışkırttığım söylendi. Elbette o sırada bana atılan sebzelerden karar metninde hiç bahsedilmedi. Bunları düşününce, gerçekten neler yaşandığını hatırlayınca bu hikâye komik görünüyor ama benim için hiç eğlenceli değil. Çünkü eğilip bükülerek suç çıkarılmaya çalışılan, hiçbir delil olmadan yaratılan bu hikâyeler ile 19 aydır cezaevindeyim ve ciddiyetten uzak bu akıl dışı iddialar Yargıtay’da da kabul gördü, cezam onaylandı. Sadece benim için değil, Gezi Davası’nda cezaları onaylanan beşimiz için de benzer kurgular yapılarak ortaya karışık bir suç ve örgüt icat edildi. Gezi’deki şiddet nedeniyle yitirdiğimiz canlar, vücut bütünlüğünü kaybeden insanlarımız var. Bu anlamda da Gezi’deki şiddet konuşulmalıdır ancak ters çevrilmiş arabalarla, atılmış molotoflarla, yıkılmış ATM’lerle, şiddetin hiçbir türü ile benim hiçbir ilişkim yeryüzünde olmadığı gibi bu dosyada da yok.
Bu nedenle Adalet Bakanı’nın “Gezi’de kalkışmaya neden oldular, Yargıtay kararını okuyun” sözüne uyarak lütfen kararı okuyun. Orada birbirinden bağımsız hikâyeler anlatıldığını, somut bir suçlama yöneltilmeden suç işlediğimizin söylendiğini ve dava başlayana kadar birbirini hayatında görmemiş olan bizlerin birlikte, örgüt halinde hareket ettiğini söyleyen acemice hazırlanmış bir kurmaca okuyacaksınız. Bu nedenle bu kadar hukuksuz bir şekilde, karar metninde dahi somut bir suçlama olmayan bir karar ile özgürlüğüm elimden alındığı ve ailemden ayrı kaldığım için kızgınım. Gerçekten ortalığı sakinleştirerek, barışçıl bir çözümle aklıselim her kesimin memnun olacağı bir sonuç almaya çalışırken bu çabaların cezalandırılması ve üst yargı organlarınca da bunun onaylanması inanılır gibi değil. Hele ki bu suçlama ile “terörist” olarak tanımlanmak ve adli tutukluların haklarından bile yararlanamamak; bugüne kadar hep kamu yararını hukuk çerçevesinde savunan ve sağlıklı kentlerde yaşam hakkı için meşru mücadele yürüten biri olarak içimi acıtıyor. Umarım, tamamen siyasi saiklerle sunduğumuz deliller tartışılmadan, tanıklarımız dahi dinlenmeden yapılan bu hukuksuz yargılama sonucu verilen kararlar, lehimize bozularak tahliyelerimiz gerçekleştirilecek. Buna olan inancım tam ve tüm bu absürtlüklere, hukuk ve akıl dışılığa rağmen haklı olmanın verdiği güç ile tahliye olacağımız günü beklemeye devam ediyorum.