AK Parti milletvekili ve Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi Türk Delegasyonu Başkanı Tuğrul Türkeş’in Duvar’dan Can Bursalı’ya verdiği röportajdan öne çıkan kısımlar şöyle.
“Avrupa’da ‘İç hukuk bize yeterli diyorsanız, buradan ayrılın’ diyorlar”
Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu Başkanı Mehmet Uçum, sizin de açık bir şekilde görüş beyan ettiğiniz Gezi davasıyla ilgili tartışmalarda ‘milli yargı’ diye bir kavramdan söz etti. Daha sonra Uçum’un görüşü doğrultusunda kararlar çıktığını gördük. Avrupa Konseyi’nde Türkiye’yi temsil ediyorsunuz, ‘milli yargı’ kavramının oradaki yansıması nedir?
Avrupa Konseyi’ne biz kendimiz müracaat etmişiz. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kuruluşundan itibaren parçasıyız, yargıçlar gönderiyoruz. Mevlüt Çavuşoğlu 2 yıl boyunca Avrupa Konseyi’nde meclis başkanlığı yaptı. Bu bir iftihar kaynağıydı. Gelişmişlik ölçütü olarak buraların bir parçası olmak istiyorsan, yapılan uyarıları dikkate alacaksın. Ama son süreçte deli saçması tartışmalar oldu. Avrupa’da bize mealen şunu diyorlar: İç hukuk bize yeterli diyorsanız, bizce mahsuru yok, buradan ayrılın.
Mesela Osman Kavala’nın durumu, laboratuvar gibidir. Altını kırmızıyla çizmek gerekir. Osman Kavala, casusluktan hüküm giymedi. Bu suçlamada delil bulunamadı, adam beraat etti. Gezi Parkı’yla ilgili davadan yargılandı. Ama 7 yıl süren bir yargılama mı olur?
Sosyal medyada, ‘Tuğrul Türkeş’in bu davayla niye ilgilendiği belli oldu’ diyenler var. Hilal Zengin benim arkadaşım olan Mürteza Zengin’in yeğeni. Böyle olmasa ben ilgilenmeyecek miydim? Kafaya bak sen. Adama kızıl milyarder diyorlar. Milyarder olmanın Türk Ceza Kanunu’nda bir yeri mi var? Açık yeşil milyarder, turuncu milyarder mi diyeceğiz? Kaldı ki, iddialar doğruysa Osman Kavala bir turuncu milyarder.
“Schennach’ın Yargıtay ziyareti sırasında bir savcı ‘Bunlar PKK’dan kötü’ demiş”
Avrupa Konseyi Türkiye Raportörü Stefan Schennach, Haziran ayında Türkiye’ye geldi. Başta Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş olmak üzere cezaevi ziyaretleri de yaptı. Ziyaretten sonra size de teşekkür etti. Bu ziyaretten sonra Avrupa Konseyi’nin Türkiye’ye yönelik yaklaşımında bir değişim olur mu?
Devletin ilgili kurumlarıyla görüşmek istediler, randevuları konusunda yardımcı oldum. Cezaevi ziyaretleri için gerekli izinleri aldık, görüştürdük. Yargıtay’a yaptığı ziyarette, bir savcı hanım çıkıp, ‘Bu davayla niye bu kadar ilgilisiniz, bunlar PKK’dan kötü’ demiş. Schennach, daha sonra bu açıklamayı garipsediğini söylüyor. ‘PKK adam öldürdü ama bunların öyle bir şey yaptığına dair herhangi bir bulgu yok’ diyor. Yabancı heyetle görüştürdüğün, huzura yolladığın kişi bunu söylüyor. Hangi gerekçeyle söylüyor?
“Kavala uzun yargılama sürelerinin sembolü oldu”
Size göre Osman Kavala bir sembol mü oldu?
Evet, uzun yargılama sürelerinin bir sembolü oldu. Son 14 ay içinde bir genel bir yerel seçim geçirdik. Genel seçimi kazandık ama yerel seçimde medyanın deyimiyle tablo kırmızı oldu. Neden? Ekonomimiz iyi değil. Mehmet Şimşek bakanımız sağ olsun debeleniyor, çalışıyor ama hukuk doğrudan işlemediği için ekonominin iyileşmesi konusunda zorluklar yaşıyoruz. Aslında mesele Kavala falan değil. Para aradığında gerçek fiyatla alamıyorsun. Daha fazla faiz ödüyorsun. Niye? Çünkü birtakım inceleme kuruluşları, Türkiye’deki hukukun durumuna bakıyor, daha fazla faizle karşına geliyor. Bu fazla faiz milli bütçene yüktür. Bundan kurtulmamız lazım. Yargılamaları makul seviyeye getirip, hukuku düzeltirseniz ekonomi de düzelir. Türkiye’ye ciddi anlamda bir para akışı sağlayamıyoruz Batı’dan. Yatırımcı getiremiyoruz. Yatırımcılar paralarını bir yere yatırmak istiyorlar. Finansları var, kaynakları var. Sen bunları getiremiyorsun. Niye? Uzun yargılama sürelerinden. Adam kaçmak istese kaçardı, adamı alıyorsun, bırakıyorsun. Kapından tekrar alıyorsun. Bunu dışarıda anlatman lazım. Milliyetçilik mi, al sana milliyetçilik.
“Yaşananlar, güvenlikçi bürokrasiyle yargıyı baskı altına alanların direncinin sonucu”
Özgür Özel, Mayıs ayında Avrupa Konseyi’ne yaptığı ziyarette size de atıf yaptı ve ‘Saati soruyorsun Osman Kavala diyorlar’ dedi. Devlet Bahçeli de bu açıklamayı hedef aldı. Siz temasları en üst düzeyde sürdüren kişi olarak, Avrupa Konseyi’ndeki gelişmeleri doğrudan Cumhurbaşkanı’na aktarıyor musunuz? Yaptığınız bilgi paylaşımları dikkate alınıyor mu?
Muhakkak ki devletin kurumları, ilgili kademeleri bilgi sahibi oluyor. Ama her konuda yorum yapmak zorundalar mı? Hayır, değiller. Yorumdan da yorum yapılmamasından da sonuçlar çıkartılabilir. Buradaki mesele güvenlikçi bürokrasiyle yargıyı baskı altına alıp yönetmeye çalışanlardır. Onların bir direnci var. Bu yaşananlar onların direncinin bir sonucu.
“Temasları Cumhurbaşkanlığı’na aktarıyoruz”
Yaptığınız temasları siz direkt Cumhurbaşkanı’na ilettiniz mi?
Hayır, bir tek benim bildirmeme gerek yok ki cumhurbaşkanlığına. Birçok yerden de bu bilgi gider. Tabii ki biz de yaptığımız temasları aktarıyoruz. Aktarmasak ne işimiz var? Dışişleri Bakanlığı’na, Cumhurbaşkanlığına bildiriyoruz.
“Yeni heyet yarım saatte karar verdi, manidar”
Osman Kavala’nın yeniden yargılama talepli başvurusunda yeni bir heyet oluşturuldu. Herkes bir gelişme olacağını beklerken yeni heyet de başvuruyu reddetti…
Heyet oluşturulduktan yarım saat sonra ret kararı verdi. Ben buna manidar derim. 16 sayfalık bir dilekçeyi ben yaklaşık 1 saatte okudum. Hukukçu değilim ama iyi kötü anlarım bu işlerden. O yarım saat içinde savcıdan da mütalaa almışlar. Muhakkak ki çok etkin ve dehşetli çalışıyorlar. Ama yarım saat içinde karar veriyorsanız, dosyanın 30 klasörüne hakimsiniz demek ki. Halbuki adam 7 senedir içeride, 7 gün daha beklerdi. Allah razı olsun, mevzu bahis uzun tutuklama süresi olunca hassasiyet göstermişler anlaşılan!
Bir müdahaleyi mi işaret ediyorsunuz?
Bilmiyorum. Ben bildiğim şey hakkında konuşurum. Ama yarım saat içinde ret kararını ilginç buldum.
“Selçuk Özdağ’a, Suat Başaran’a saldırılar, Sinan Ateş zamanındaki işlerdi”
Hem siyasi geçmişiniz hem de aileniz nedeniyle sormadan geçemem. Sinan Ateş cinayetine ilişkin ne düşünüyorsunuz?
Sinan Ateş cinayeti bir siyasi cinayet değil. Faillerin bir kısmının ideolojik birtakım yapılardan olduğu gerekçesiyle siyasi dava tahlilleri yapılıyor. Siyasi cinayet, karşıt görüşlü birinin öldürülmesidir. Burada öyle bir şey yok. Çok detay konuşmak istemiyorum. Acılı bir aile var. Küçük çocuklar var. Ama eşi olan hanımefendi çıkıp ‘Sinan’ın zamanında da adam dövüldü’ diyor. Benim garipsediğim şey bu. Niye birbirinizi dövdürüyorsunuz?
Gazeteciler saldırıya uğradı Sinan Ateş’in Ülkü Ocakları Genel Başkanı olduğu dönem…
Milletvekili arkadaşımız çekiçle dövüldü. Eski ülkücü arkadaşımızdır kendisi; Selçuk Özdağ. Koruması müdahale etmese, Allah rahmet eylesin diyecektik.
Bu siyasi bir saldırı değil mi?
Değil. Ne oldu, Selçuk Özdağ fikrinden mi vazgeçti? Bunun adı vandalizm. İki yıl önce ‘Azgın Milliyetçilik’ başlığıyla bir yazı yazıp bunlara değindim. Bu saldırılara toplumun her kesiminin itiraz etmesi lazımdı. Dönüp aynı yere geliyoruz; hukuksuzluk. Türkiye’de her alanda hukuku hakim kılmazsak, kimse evinin yolunu bulamaz bundan sonra.
Şöyle bir fotoğraf çekiliyor: O politik atmosfer ve camiada normal karşılanıyor bu tip saldırılar. Sizce öyle mi?
Eskiden yoktu böyle şeyler. Bizim zamanımızda yoktu.
Sizin zamanınızda insanlar sokaklarda birbirini öldürüyordu…
O apayrı bir şey. 12 Eylül öncesi, İkinci Dünya Savaşı sonrasında iki kutuplu bir dünyada, Sovyet yayılmacılığına karşı olan tarafın defansif çalışması ayrı bir olay. Orada tabii ki adam öldürüldü. Ama bugünle mukayese edilmesi mümkün değil. Daha sonraki dönemde, rahmetli Türkeş’le ilgili ‘Onu böyle tanımazdık. Ne kadar tonton bir adam, ne kadar yapıcı, barışçıl’ denildi. Saygıdeğer Devlet Bahçeli MHP’ye genel başkan olduğunda, ‘Gençleri sokaklardan topladı, ellerine bilgisayar verdi, helal olsun’ dediler. Sol kesimden gazeteciler Bahçeli şakşakçısı oldu.
Selçuk Özdağ, Suat Başaran saldırıya uğradı da neden kimse tepki vermedi? Sağcısının solcusunun aklı neredeydi bu saldırılar yapılırken? Sinan Ateş zamanındaki işlerdi bunlar.
İşte bu yüzden o camia içinde gelenekselleşmiş bir şey haline geldiği tespitleri yapılıyor…
Suçun gelenekseli olmaz. Mesele, Türkiye’nin geleceğidir. O yüzden bir numaralı önceliğimiz hukukun üstünlüğüdür.
“Kavala, Schennach’ın ziyaretinde ‘Tuğrul Bey yok mu’ diye sormuş”
Sürekli hukukun üstünlüğüne vurgu yapıyorsunuz. Bir reçeteniz var mı?
Türkiye’nin önündeki iki mesele hukuk ve ekonomidir. Bunları çözebilirsek, Türkiye’nin geleceğine dair sorunları da çözmüş oluruz. Ekleyeyim; ben hayatımda Osman Kavala’yı hiç görmedim. Türkiye Raportörü Schennach’ın Ekrem İmamoğlu’yla randevusu vardı. İmamoğlu o randevuyu iptal etti, çocuklarını tatile götürüyormuş yine. O da, bu fırsatı değerlendirdi, Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş’ı ziyaret etmek istedi. Gerekli izinleri bakanımız Yılmaz Tunç ayarladı. Bana, ‘Sen de refakat edecek misin?’ diye sordu. Hayır, sen rahat rahat fikir teatisi yap dedim. Cezaevine gittiğinde Kavala, ‘Tuğrul Bey yok mu?’ diye sormuş. Daha sonra eşi Ayşe Buğra hanımefendiyle görüştüklerinde de aynı soru kendisine yöneltilmiş. Herhalde kendi kendilerine ‘Tuğrul diye delinin biri var, tweetler falan atıyor’ diye düşündüler. Kendileriyle o derece temasım yok. Siyasi görüşlerini de paylaşmıyorum.
“Kavala’yı ziyaret edeceğim”
Kavala’yı ziyaret etmeyi düşünüyor musunuz?
Bakanımız Yılmaz Tunç’tan rica ettim. Uygun bir zamanda görüşmek için izin istedim. Bir ara ziyaret edeceğim. Osman Kavala’yı ilk kez o ziyarette görmüş olacağım. İşte gerçek millilik, yurtseverlik bu. Bana öğretilen milliyetçilik bu. Türkiye için en iyi şartlarda kaynak bulmak gerekir. Ayrıca, ben hayatının 7 yılını, ömrünün 10’da 1’ini cezaevinde geçirmiş bir babanın çocuğuyum.