Ana SayfaHaberler“YAE” nefreti / 2: Elverişli düşman, yakındakidir

“YAE” nefreti / 2: Elverişli düşman, yakındakidir

Ümit Kıvanç’ın “Yetmez Ama Evet nefreti”ni ele aldığı, Bağımsız Gazetecilik Platformu P24’te yayımlanan dizisinin ikinci bölümü.

Oluşmuş yeni bir rejim, yeni bir siyasî-toplumsal ortam, yeni güç dengeleri üzerinde, biraraya gelebilecek herkesin esas hasımlarla birlikte mücadele etmesi, esas tehlikeleri savuşturması, zulme direnmesi aklın yoluyken, adalet mücadelesini zayıflatma pahasına bunca enerjinin birilerini dışlamaya, aşağılamaya, hasredilmesi neden? Maalesef özellikle sol siyasî kültürümüzde hiçbir şey, yakın “rakibi” önce “iç düşman” haline getirme, sonra da ezme fikri kadar cazip değil. Bu yüzden, herkes öncelikle yanıbaşındaki ötekiyle hesabını görme peşinde koşar. Gücünün birilerini ezmeye yettiği, tecrit edilmiş iktidar alanlarında iş görmek, yerleşikleşmiş, âdetâ gelenekleşmiş bir kaçış tavrı. Bu tavır kendine uygun kültürü oluşturmuş neredeyse. Ve asıl genel-toplumsal mücadele alanından ziyade daracık özel iktidar alanındaki çekişmeye vakit ve enerji harcamayı meşru saydırabilmek için, bu alanı olduğundan çok büyük, çok çok büyük gösterebilmek şart. Bu da yetmiyor, dar alandaki çekişmenin ülke siyaseti düzleminde olayların akışını değiştirebildiği yanılsamasını kurumlaştırmak gerekiyor. Bu hükümlerin altını doldurmaya çalışacağım. Sonda varacağımız yeri işaret etmekteyim.

Öyle görünüyor ki, şu YAE meselesinin her tarafını didikleyip paramparça etmedikçe, bugün YAE, yarın başka bir motif, siyasî-toplumsal gelişmelere müdahale yolları aramamayı meşrulaştıran, 7/24 politika konuşurken apolitik kalmaya mahkûm eden akâmet ideolojisini beslemeyi sürdürecek. “Elini kirletmeden kenardan doğruları söylemeyi politika sayma” olarak tarif edebileceğimiz akâmet ideolojisi, hem ahlâk bozar hem de gücü ve güvenilirliği azaltır.

YAE diye bir konu neden ötürü var ve neden boyuna karşımıza çıkıyor? Neden bazen “canım, her şey onların yüzünden olmadı mı?” parolasıyla, bütün kilitlerin anahtarı muamelesi görüyor? “YAE’ci” diye damgalanan insanlardan herhangi birinin, onları suçlayanlarca da pekâlâ onaylanıp desteklenecek herhangi bir eylemi sözkonusu olsa da o insan niçin yine saldırıya uğruyor? YAE’ci damgası yiyenlerin neden kahrolması, yok olması isteniyor? Veya: aslında tam olarak ne isteniyor? Odunlar üstünde yakmak uygun mu meselâ?

Durum sahiden tuhaf. Düşünelim: Meselâ benim şu ya da bu olayda şöyle ya da böyle davranmış olmam neden bu kadar çok insanı ilgilendirsin? Öfkeden gözleri dışarı uğrayarak saldıracak hale getirsin? “Herifin teki yanlış iş yapmış,” denir, ardına “bana ne!” eklenirdi muhtemelen. Oysa niye bunca insan etinden et koparılmış gibi davranıyor? Yukarıda değindiğim iddia nedeniyle: “Her şey onların yüzünden oldu!” 

Şu soruyu cevaplayacağım: Olmuş olabilir mi sahiden? 

“YAE’ciler”le uğraşmayı neyse ki herkes varoluşsal mesele haline getirmiyor ve buna kafayı takanların bir kısmı, hepimizin kahrolmasını talep etmiyorlar. Günahkârların cemaate yeniden katılmasını kabul edecekler. Bir şartla: “Özeleştiri versinler!” 

Sevimsiz ve tekinsiz koridora buradan dalalım.

 “Özeleştiri”den kasıt

“YAE’ci” damgası yemişlere uygulanan manevî recm işlemlerine bir “özeleştiri” son verebilir mi sahiden? Hayır. Olmayacağı belli.

Çünkü ilkin, “özeleştiri”den kasıt, insanların belirli bir kararın ve eylemin yanlışlığını, nedenlerini gösterip açıklayarak kabullenmeleri değil; kendilerinin yanlış, güvenilmez, değersiz, kaypak, satılık vs. kişiler olduklarını ilan etmeleri. Her vesileyle dile getirilen iddia buyken başka türlü düşünemeyiz. “YAE” yaygarası, asla alınmış siyasî tavrın doğruluğuna-yanlışlığına ilişkin tartışmanın gürültüsü değil. Çünkü ortada tartışma yok. Birileri bir vakit günah işlemiş, taşlanmaları gerekiyor. Ne zamana kadar? Odunlar ve ateş arzusu iş gördüğü sürece.

İkincisi, “özeleştiri” talep edilirken beklenen, hatanın değil suçun kabul edilmesi. Bu da yetmiyor, suçlunun suçu art niyetle, düşmanca amaçla veya -daha çok- çıkar karşılığı işlediğini kabul etmesi isteniyor. Buna “özeleştiri” diyemeyiz, suç üstlenme veya kendini satma demeliyiz. Beklenen bu. Her kim “YAE’ci” ise, çıkacak, “Evet, ben sizin tarif ettiğiniz o alçağım,” diyecek. Çünkü hemen herkes, “O zaman şöyle düşündüm, şundan ötürü öyle oy verdim,” dedi, diyor zaten. Bir kısmı, “yanlışmış” da diyor. Ama izahatı özeleştiri sayan yok. Çünkü özeleştiri adı altında istenen, işte, başka şey. Yapılmış olan, hata değil basbayağı suçsa, işleyen buna uygun muamele görmeli, değil mi? Suçun cezası olur. Cezayı kesecek merci olur. Kendini bu konuma tayin etmiş olanlar var.

Peki, 2010 referandumunda evet oyu vermiş biri neden işlemediğini düşündüğü suçu üstlenmeli? Yanlış yaptığını düşünüyor olabilir, elbette. Ama, işte, hata değil ki hesabı sorulan. Bir grup insanın bir referandumdaki hatası bu kadar geniş kesimi boğaya zıpkın saplamak için yanıp tutuşur hale getirmezdi ki! “Yanlış yaptılar” denir, geçilirdi. Geçilemiyor.

Çünkü suça dair hükmün gerekçesi, hakkında hüküm verilen davranışın kaynağına art niyet ve çıkar yerleştiriyor. Kabul edilemez şartlar, yani!

Madem hüküm bunun üzerine kuruluyor, hakkında hüküm verilenlerin hükme konu davranışlarıyla hangi çıkarları sağladıklarının ortaya konması gerekir. Bunu hükmü kuranlar yapmalı. Hani bu çıkarlar? Kim evet oyu verdi diye hangi çıkarı elde etmiş? Yok böyle bir şey. Ama var kabul ediliyor.

Tersi var. Diyelim benim gibi biri, göğsüne yapıştırılmış YAE’ci yıldızıyla gezmek zorunda kalmasa, kendisinin görüldüğü yerde ezilmesi gerektiğine inanan pek çok insanın gözünde pekâlâ muteber olabilirdi. Kendi mahallesiyle arayı bozmayı göze alan birini ancak ona karşı mahalleden kat falan verirlerse suçlayabilirsiniz. Böyle bir hal yoksa, bu insan, öylesini doğru bulduğu için şimdi suçlandığı tavrı almıştır. Bu yine yanlış olabilir; ancak, söylemiş miydim: bu hadisede sözü edilen şey hata değil; ihanet. Hataysa da, direksiyon başında uyuyup yolcuları uçurumun dibine göndermek gibi hata. Nasıl özeleştirisi olsun? Anca cezası olur.

“Özeleştiri” adı altında dayatılan itiraf ayininden öbür beklenti, “YAE’ci” damgası taşıyanların, hukuksuz tek adam sultasına varan süreçten bütünüyle kendilerinin sorumlu olduğunu kabul etmeleri. Onlar bu evet oylarını kullanmasalar hiçbir şey bugünkü gibi olmayacaktı, iddiaya göre. 

Bu imkânsız ihtimal sorgulanmıyor bile. “E, her şey onların yüzünden olmadı mı?” sorusu o kadar meşru, haklı ve doğru görünüyor ki, geniş bir kitleye. Aşağıda bu iddianın akla sığmazlığını göstereceğim. Akla sığmamasına rağmen böyle bir iddianın ortaya atılması ve yaşatılmasının arkasındaki güdüye de sonda geleceğiz. 

Hukuksuz, keyfî başkanlık rejimine -kabaca bugünün zulüm ortamına- varan sürecin daha AKP iktidara geldiği andan itibaren planlanmış olduğu, bütün işlerin baştan öngörülmüş stratejiye göre yürüdüğü, dolayısıyla, değişen koşulların, sarsılan güç dengelerinin, etkinleşen-silikleşen kişilerin, grupların ve tabiî radikaliyle mızmızıyla “muhalefet”in bu gidişatta hiçbir rol oynamadığı iddialarının geçersizliğini de burada uzun boylu tartışmayacağım. Meselemizi konuşurken akla gelsin diye, zihnimizde masallaştırdığımızın değil somut tarihin nasıl oluştuğuna dair gayet sağlam bir Marksist yaklaşımın varolduğunu hatırlatmakla yetineyim.

http://www.platform24.org/yazarlar/5081/-yae–nefreti—2–elverisli-dusman–yakindakidir

- Advertisment -