Aşı üretimi konusunu sormak istiyorum. Burada iş devletlerden çıkıp biraz daha maddiyata dayalı oluyor. İşin içine ilaç şirketleri de giriyor. Bu maddiyat boyutu nedeniyle fakir ülkeler, aşı çıktığı zaman da ona ulaşamıyorlar. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Fakir ülkelerin de aşıdan yararlanabilmesi için nasıl bir strateji izlenebilir?
Bu çok önemli bir konu. AIDS örneğini vereyim; 1990’lı yılların başında AIDS için, ölümü engelleyecek ve AIDS’i kronik bir hastalığa dönüştürecek ilaçlar, tedaviler geliştirildi. Ama bunları sadece zengin 7 ülkenin vatandaşı kullanabildi, çünkü bir ilacın yıllık maliyeti 10.000 doların üzerindeydi. Bırakın Afrika’yı, Türkiye, Brezilya, Tayland gibi orta gelir grubu ülkelerde bile herhangi bir insanın bunun altından kalkması mümkün değildi, ülkelerin sağlık bütçelerinin buna yetmesi mümkün değildi. Çok ciddi sayılarda hasta vardı, hangi birine ilaç yetiştireceklerdi? İlacın maliyeti o kadar yüksek değil aslında, tahminen 200 dolar bile değil belki. Üretim maliyeti ile fiyat arasında aşırı bir kâr var. İlaç şirketleri ‘biz geliştirdik ilacı, araştırma-geliştirme sözkonusu’ diyorlar. Bunun kavgası çok uzun süre devam etti. Dünya Sağlık Örgütü aracılık yapmaya çalıştı, ilaç şirketleri fiyat konusunu konuşmaya bile yanaşmadı.
Ne oldu? Bir kere, çok etkili, adanmış aktivistler vardı AIDS hastalarının hakkını savunan, AIDS belli grupları daha çok etkilediği için oradan gelen bir politik aktivasyon vardı. O aktivistler giderek artan şiddette eylemler yaptı. Dedikodulara göre ilaç şirketi yöneticilerini tehdit ettikleri söylendi. En son, New York borsasını bastılar ve ilaç şirketlerinin hisse senetlerinin alım satımını durdurdular.
İkincisi, Tayland, Güney Afrika ve Brezilya’nın başı çektiği bir grup ülke çok ciddi protesto etti şirketleri. Bütün bunların da etkisiyle, Birleşmiş Milletler de pek alışılmadık bir açıklıkta, ilaç şirketlerine, ‘sizin kâr hırsınız yüzünden milyonlarca insan ölüyor’ dedi. Bütün bunlar olunca ve alternatif tedaviler de gelişmeye başlayınca ilaç şirketleri nihayet iki binli yılların başında, ülkelere kişi başına gayrisafi milli hasılalarına uygun bir skalada indirimle vermeye kabul etti ilaçları. Ama aradan on yıldan fazla bir zaman geçmişti. O arada Afrika’da, Güneydoğu Asya’da ve Latin Amerika’da milyonlarca insan, normalde tedavi edilir bir hastalık yüzünden öldü.
Aynı şey burada da olabilir tabii. Şimdiden başladı zaten. Bir kere sahte yayın pazarı açıldı. Bilimsel adı altında sürekli yayın yapılıyor, bunların hiçbiri bilimsel dergilere gitmiyor, doğrudan basına sızdırılıyor, şu ilaç ya da bu ilaç etkili diye. Hatta Guardian bugün (3 Haziran, 2020) haber yapmış, bilimsel sitelerde de çıktı: Lancet ve New England Journal of Medicine gibi çok prestijli, makale yayınlatmanın çok zor olduğu, makalelerin çok ince elenip sık dokunduğu dergilerde hidroksiklorokinin araştırmasıyla ilgili olarak çıkmış makalelere “esas teşkil eden verilerin” tamamen sahte olduğu ortaya çıktığına dair makaleler yer aldı. Bir şirket, ‘ben bu verileri ülkelerden topladım’ diye bazı araştırmacılara servis etmiş ve onlarla birlikte yayın yapmış. Halbuki öyle veriler yok, toplanmamış, hiç olmamış. Büyük skandal.
Salgının boyutu büyüdükçe ahlaksızlığın boyutu da büyüyor. Maalesef böyle bir dünyada yaşıyoruz. Bu salgın sayesinde çok meşhur olmak mümkün, çok para kazanmak mümkün. Milyarlarca insan korkuyor şu anda Koronadan, bütün hükümetler korkuyor. Her ülkede var. Büyük bir gelir kaynağı… Önümüzdeki günlerde bu yüzden çok şiddetli savaşlar göreceğiz. Silahlı savaşlar değil, ama en az onlar kadar öldürücü olma potansiyeli
Aşı gelişecek mi, o ayrı bir tartışma. Enfeksiyon uzmanlarının bir kısmı hiç umutlu değil. Gerçekten de RNA virüslerine karşı şimdiye kadar başarılı bir aşı elde edilmiş değil. Kalıcı bağışıklık olup olmayacağı da tartışılıyor. Ama belki ilaç, hattâ belki önleyici bir ilaç geliştirilecek. Ya da belki maruz kaldığınızda enfeksiyonu alma riskinizi azaltan maddeler bulunabilir. Ya da bunların hiçbirisi olmasa bile en azından tedavinin daha etkili bir hale getirilmesinin şansı çok yüksek. Çok da vaka var. Dolayısıyla tecrübe çok hızlı birikiyor. Tedaviler mutlaka daha sofistike, daha başarılı hale gelecek. Ama esas soru, buradaki pazarı kim kontrol edecek?
Trump daha Koronanın önemli bir sorun olduğunu kabul etmeden önce, aşı üzerinde çalışan Almanya’daki bir şirketi ABD’ye getirmeye kalktı, dedi ki, ‘araştırma grubunu ABD’ye taşı ve sadece ABD için aşı üret’. Alman hükümeti durumdan hemen haberdar olup gürültü koparmasa belki de başarılı olacaktı. Şirket tabii ki dünya için de üretim yapacaktı, ama kim bilir ne kârlar elde ederek.
Avrupalılar bunıu eleştirdiler, ayıpladılar. Ama birkaç hafta sonra İngiltere hükümeti, bir ilaç şirketiyle İngiltere’nin iki prestijli üniversitesi arasında bir kamu-özel ortaklığı kurduklarını, bir aşı üzerindeki çalışmalarının çok ilerlediğini açıkladı. Eylül-Ekim gibi üretime geçebileceklerini söyledi, ama ilk 30 milyon dozu yalnızca İngiltere için üreteceklermiş. Peki kalan dozları kime vereceksiniz ve kaça vereceksiniz? Bu konuda hiçbir açıklama yok.
Peki çaresiz miyiz? AIDS için nasıl sonunda bir ittifak kurulduysa, bazı hükümetler, STK’lar ve aktivistler arasında, şimdi benzeri yapılmaya çalışılıyor. Dünya Sağlık Asamblesi’nin Mayıs oturumunda Kosta Rika’nın ve Şili’nin başkanları bir araya gelerek bir çağrı yaptılar, ‘bir havuz oluşturalım, bütün bilgiler, bütün araştırma bilgileri, telif hakkı, patent vb erişimi kısıtlayıcı uygulamalar olmaksızın bu havuzda toplansın ve herkese, bütün bilim insanlarına açık olsun’ dediler. Bu gerçekleşir mi bilmiyorum, ama bu olmazsa arkasından mutlaka başka girişimler gelecektir. Mesela, dünyanın yoksullukla mücadele eden en büyük STK’larından biri olan Oxfam ile UNAIDS ortak açıklama yaptı ve Koronaya karşı geliştirilecek bütün tedbirlerin, telif hakkı, patent vb gibi sınırlamalardan muaf olmasını talep etti. Bir noktada mutlaka bunlar kazanacak. O noktanın çok geç olmamasını dileyelim. Ne kadar çok insan bunun farkına varır ve bu tür alternatifler için uğraşır, emek verirse o kadar erken gerçekleşir diye umuyorum.
Korona gerçekten bizim için bir ayna oldu (Dr Ortaylı’nın bu konudaki yeni yazısı için bkz. https://yetkinreport.com/2020/06/06/covid-19-ve-sihirli-aynasi-yoksullar-yaslilar-siyahlar/) Ne kadar çirkinliğimiz varsa, ne kadar kötülüğümüz varsa onu bize gösteren, üstelik büyüterek gösteren bir dev aynası işlevi görüyor şu anda bu pandemi. Umarım iyi şeyler için de aynısı olur, iyi şeyler de büyür, iyi güçler de kuvvetlenir.
Kısıtlamalar kalkınca ne bekliyorsunuz, artış olacak mı?
Tabii maalesef dengeler gözetiliyor. Bir halk sağlığı hekimi olarak bana biraz erken geliyor. Ama bir taraftan da insanları açlıkla karşı karşıya bırakamazsınız. Bakın ABD’de olanlara. Tabii orada kronik bir ırk ayrımcılığı problemi var, kronik bir polis şiddeti sorunu var. Yıllardır sürekli benzer şekilde birçok insan öldürüldü, haksız yere. Benzer ölümler daha önce de oldu, protestolar da oldu. Ama bu defa niye bu kadar şiddetli ve niye insanlar buralarına gelmiş gibi sokaktalar? Çünkü buralarına geldi. İşsizler. İşin bir de bu yanı var. Tamam Koronadan koruyalım, ama bu sefer ekonomi tamamen durursa…
Bizim ülkemizde de böyle. TÜİK’in resmî istatistiklerine göre bile nüfusun yüzde 10’u günü gününe yaşıyor. Günlük aldığı ücretle, günlük sokakta bir şeyler satarak kazandığıyla geçiniyor. Kaldı ki, şimdi bu açılımla birlikte bile onların bir kısmı işlerini geri alamayacak, çünkü hayat eskisi gibi olmayacak. Olamaz. Çoğunluk çok gevşedi diyelim, öyle bile olsa en az yüzde 20 tedbirli bir grup olacak. Kimse eskisi gibi harcayıp rahat davranmayacak. Ekonomi küçülecek. Bizi biraz öyle bir sosyal hayat bekliyor.
Hekim olarak şunu söyleyebilirim: Hiçbir şey bitmedi. Resmen ilan edilen enfeksiyon sayısı bile hiç az değil, bu enfeksiyonun bulaşma kapasitesini düşünürseniz. Ve unutmayın, her zaman resmen ilan edilenin üstündedir gerçek sayılar. Çok az belirtiyle geçirenler var, test yaptıramayanlar var. Ayrıca testin enfeksiyonu saptama olasılığı yüzde 50 civarında. Bilimsel araştırma için yapılan en iyi durumlarda bile yüzde 69, onun dışında en fazla yüzde 50. Yani testi negatif gelenlerin önemli bir kısmı virüsü taşıyor aslında. Dolayısıyla sayılar, ilan edilenlerden fazla. Bunu Bakanlık sayıları gizliyor anlamında söylemiyorum. Bu virüsün özelliklerinden kaynaklanıyor.
Dolayısıyla kendimizi korumaya devam etmemiz lazım. Benim için bunu söylemek kolay tabii. Evde oturuyorum, instagram üzerinden çalışıyorum. İstanbul’da her gün otobüsle işe gitmek zorunda olanlara bir şey diyemiyorum. Onlara verilecek hiçbir cevabım yok ve çok üzülüyorum. Ne kötü ki insanların önemli bir kısmı böyle yaşamak zorunda.
Sizce yüzde 100’e yakın doğrulukta sonuç veren testler bulunabilir mi? Bulunması ne kadar zaman alır?
Ne kadar süre alacağını bilemiyorum. O biraz virüsün özelliklerine, tesadüflere falan bağlı. Mutlaka daha hassas şeyler geliştirilecek. Mesela ilk başta bir sürü uyduruk antikor testi piyasayı kaplamıştı, yüzlerce çeşidi. Şimdi ise, bir büyük ilaç şirketinin geliştirdiği bir antikor testi FDA onayı da aldı. Hem kendileri hem de FDA, yüzde 99’dan daha yüksek duyarlılığı olduğunu söylüyor. Yani 100 enfeksiyondan en az 99’unu yakalıyor. O kullanılmaya başlanıyor. Galiba Türkiye’ye de gelmiş birkaç kuruma. Onun da bir katkısı olacak.
Bunu şunun için söylüyorum, nasıl antikor testlerinin kalitesi hızla arttıysa, eminim şu an kullandığımız tanı testi, PCR testi de gelişecek, daha iyi yöntem bulunacak. PCR testindeki bir problem de örnek almanın çok zor olması. Yutağın arkasından alınması lazım, sağlık çalışanı için de büyük bir risk bu örnek alma. Sağlık çalışanları bu nedenle örnek alırken biraz tedirgin davranabiliyor ve bu da testin başarısızlığını daha da arttırıyor.
Çeşitli testler, yöntemler üzerinde çalışılıyor. Dünyada bu konuda çok teknoloji birikimi, çok araştırma altyapısı var. Bunların birkaç ay içinde çözümler gelişebilir diye düşünüyorum. Esas bulamayacağımız çözümler, sosyal problemlerle birleştiğinde ortaya çıkıyor. Yani yoksulları, kötü koşullarda yaşayanları, kötü koşullarda çalışanları nasıl koruyacağız? Yaşlıları nasıl koruyacağız? Bir sürü ülke yaşlısını koruyamadı. Avrupa’nın hali, insan hakları açısından baktığınızda içler acısı. Çeşitli ülkelerde yaşlıların başına gelenler korkunç. Onları çözmek daha zor olacak diye düşünüyorum.
65 yaş üstüyle ilgili olarak da şunu söylemek isterim. Avrupalılar yaşlılarını koruyamadılar dedim. Biz ise çok koruyucu, kollayıcı bir toplumuz, çocuklarımızı da öyle büyütürüz, ‘aman oraya gitme, sinemaya gitme, balkonun kenarına gitme, arkadaşlarınla buluşma’ falan diye. Şimdi aynı şeyi yaşlılara da yapıyoruz. ‘Başınıza çok kötü şeyler gelebilir. Onun için sizi eve kapatıyoruz.’ Toplumda hastalığı sınırlamak yerine yaşlıları eve kapatmak ve üstelik bunu tavsiye kararıyla değil, zorla yapmak. En kötüsü de, işiniz gücünüz varsa, esnafsanız, işadamıysanız, 65 yaş üzerindeyseniz de çalışacaksınız, sağlık personeliyseniz zaten çalışmak zorundasınız, hayır diyemiyorsunuz, ama diğerleri zorla eve kapatılıyor. Bu şu demek: ‘sizin ekonomik bir değeriniz yok, işe yaramıyorsunuz, evde oturabilirsiniz.’ Bu kabul edilebilir bir yöntem değil.
Dr. Nuriye Ortaylı
Ankara Fen Lisesi ve Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunu. Kadın hastalıkları ve doğum uzmanı olduktan sonra New York’ta Population Council’da klinik çalışmalar ve ilaç geliştirme alanında doktora sonrası çalışmalar yaptı. Ülke içinde ve dışında üreme sağlığı konusunda danışmanlık, araştırma ve eğitim süreçlerinde çalıştı, yöneticilik yaptı. Johns Hopkins Üniversitesi’nde Halk Sağlığı Master derecesi almasının ardından eski Sovyet cumhuriyetlerinde sağlık programlarının değerlendirilmesi ve geliştirilmesi programlarında çalıştı, Dünya Sağlık Merkezi’nin Cenevre’deki Genel Merkezi’nde üreme sağlığı konusunda küresel standart ve rehberlerin hazırlanıp ülkelere uyarlanmasında ve çok merkezli klinik çalışmaların yürütülmesinde rol aldı. 2008-2015 yılları arasında Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu (UNFPA) Genel Merkezi’nde kıdemli danışman olarak görev yaptı ve kurumu çeşitli uluslararası platformlarda temsil etti. New York Üniversitesi’nden Kamu Yönetimi alanında Master derecesi aldı. Orta Asya, Afrika ve Ortadoğu’daki çeşitli ülkelere sağlık hizmetlerinin değerlendirilmesi ve geliştirilmesi alanında ulusal strateji, plan ve bütçe hazırlanması konularında danışmanlık veriyor.