İsmail Kılıçarslan’ın Yeni Şafak’ta yayımlanan Bir beka meselesi: Ekonomi” başlıklı bugünkü (19 Nisan) yazısı şöyle:
Kendisinden pek hazzetmediğim, bunun böylece biliniyor olmasından da epeyce memnuniyet duyacağım eski siyasetçi Bülent Arınç, AK Partili bazı isimlerin açıklamalarına istinaden doğru bir laf etmiş: “Yani ben 2 kilo et yiyeceğime yarım kilo et yerim diye göğsünü gere gere dolaşıyor. Ulan 2 kilo et kaç para biliyor musun sen? 300 lira. Kim verecek bu parayı?”
Ekonomideki sıkışmayı -hele vatandaş kısma sırasını boğazına getirmişken- önemsememek, hatta bu daralmayı “beka meselesinden daha mı önemli yani?” gibisinden laflarla savuşturmaya çabalamak kelimenin gerçek anlamıyla “ahmakça” geliyor bana.
Bu tavrın, ekonomik daralma ve hadi adını adam gibi koyalım, yaşadığımız ekonomik krizle mücadele eden Recep Tayyip Erdoğan’a da, AK Parti’ye de bir gram faydası yok üstelik.
Açık konuşacağım. Dilerseniz gönlünüzce linç edebilirsiniz beni açık konuştuğum için: Beka meselesi olan şey ekonominin kendisidir. Kirasını ödeyemeyen babalar, akşam evinde çocuklarını neyle doyuracağını bilemeyen anneler, ailesi servis parasını denkleştiremediği için okuluna yürümek zorunda olan öğrenciler beka meselesidir. Ve emin olun, bundan daha büyük bir beka meselemiz yoktur.
Kemal Tahir romanlarını okuyanlarınız kolayca hatırlayacaklardır. Büyük romancımız, İstiklal Harbi’nde Anadolu’da savaştan kaçan binlerce insanın bu tavrını iki şeye bağlar. Biri savaşların oluşturduğu bezginlik, diğeri ise iyice keskinleşen yoksulluk. İstiklal Harbi’ni “yekpare bir kahramanlık hikayesi” olarak okuyup konuyu kapatan biri değilseniz bunun böyle olduğunu birkaç okumada anlarsınız.
Yakın örnekle devam edeyim. Savaşın ilk yılında Suriye’den mülteci olarak ayrılan insan sayısı 70.000 kişi. Hadi gayrı resmi rakamları da ekleyelim, 100.000 kişi. Ukrayna savaşının ilk on gününde ülkesini terk eden insan sayısı 500.000 kişi. Çok çeşitli sosyolojik sebeplerin yanı sıra güçlü bir sebebi daha var bence bu durumun. Suriye’de “sürdürülebilir bir ekonomik düzen” vardı öyle böyle. Açlık, açık bir tehlike olarak kol gezmiyordu sokaklarda. Zelenski isimli oyuncu eskisinin Ukrayna’sı ise yoksulluktan kırılıyordu savaş öncesinde.
Yani eğer “beka meselesi mi ekonomi mi?” ikiliğinden medet umulacaksa ve umuluyorsa bilinmelidir ki ekonomi, beka meselesinin ta kendisidir. Güçlü ekonomisi olan ülkeler, beka meselesini daha rahat yönetirler.
Meselenin bir başka boyutu daha var. Recep Tayyip Erdoğan’ı Recep Tayyip Erdoğan haline getiren en önemli hususlardan biri “kimsesizlerin kimsesi olmak” ilkesinden asla vazgeçmemiş olmasıdır. Geride bırakılan iktidar yılları boyunca Erdoğan, eşine az rastlanır şekilde, güçlü sosyal yardım politikaları uygulamış bir liderdir.
Bugün de Erdoğan’ın bu politikalardan vazgeçmediğini, “kimsesizlerin kimsesi olmak” ilkesinden taviz vermediğini görüyoruz.
Ekonomideki daralmayı bu vizyonu ve bu ilkeyi hesaba katarak anlatmak yerine “ayda yarım kilo et yesinler, soğana-patatese İstanbul’u sattınız” falan gibi çiğliklerle yaklaşmak cidden Recep Tayyip Erdoğan’ı Recep Tayyip Erdoğan haline getiren ilkelere ihanet etmek manasına gelir.
Mesele nettir ve net kalmaya devam edecektir. Padişahın padişahlığı “yiyimlik” ile belli olur. Geçimini teminde zorlanmayan halk, başta vatanı olmak üzere her türlü durumda “devletinin yanında” durur, duracaktır.
Orta sınıfın azı haklı çoğu haksız ekonomik isyanıyla yoksulun, alt sınıfın tamamı haklı serzenişini birbiriyle karıştırmak ve alt sınıfın gönlünü kıracak laflar etmek, hesabı da sonucu da zor olan bir şeydir.
“Yoksulun dini yoktur” denmiştir ve şüphesiz doğru denmiştir. “Yoksula dini sorulmaz” denmiştir ve şüphesiz doğru denmiştir.
Oturduğu sandalyeden, yemek yediği Meclis lokantasından, ağırlandığı mükellef sofradan, oturduğu sıcak evden “yarım kilo et yiyin, domates almayın, mesele beka meselesi” gibi lafları kolayca sarf eden adamlarla olmaz. Bize kelimenin gerçek manasıyla “halden anlayan” temsilciler lazım.
Bilmem, kızdınız mı bana?