Ana SayfaHaberlerZaman’ın Washington temsilcisi: “Cemaatin çöküşünde en büyük rolü, ‘Mahremcilik’ oynadı. Şeffaflık yoksa,...

Zaman’ın Washington temsilcisi: “Cemaatin çöküşünde en büyük rolü, ‘Mahremcilik’ oynadı. Şeffaflık yoksa, puştluk vardır”

Gülen’e en yakın isimlerden Osman Şimşek’in açıklamaları sonrası, Fetullahçılar içinde başlayan 15 Temmuz’da cemaatin rolü tartışması şiddetleniyor. Kapatılan Zaman gazetesinin Washington temsilciliğini yapan Ali Aslan: “Şeffaflık yoksa, puştluk vardır… Cemaat’in çöküşünde de en büyük rolü, mahremcilik oynadı. Bazı şaibeli ekipler, nispeten rasyonel ve ahlaklı ekipleri ekarte edip, 'imparator'u ve onun üzerinden tüm sistemi adeta avuçlarının içine alarak çöküşü hızlandırmış. Ancak bunlar ’tebaa'yı felakete sürüklemelerine rağmen, hala kayda değer yetki, etki ve operasyon gücüne sahip.”

Gülen cemaati içindeki 15 Temmuz’da cemaatin rolü tartışması sürüyor. Gülen’e yakın isimlerden Osman Şimşek’in verdiği röportajda anlattıklarıyla yeniden şiddetlenen tartışmaya kapatılan Zaman gazetesinin Washington temsilciliğini yapan Ali Aslan da katıldı. Aslan, X hesabından cemaat içindeki mahremci grubu suçladı:

“Cemaat Türkiye’de sosyal, siyasal ve finansal bir imparatorluğa dönüşmüştü. Çoğu imparatorluk gibi, ekipçilik ve entrikalarla içten içe çürüyen gövdesine dıştan vurulan son tekmelerle yıkıldı.

Şu an ise hem bir ayrışma ve bölünme hem de köklerinden tekrar filiz verme sürecinde. Cemaat gelenekçileri, çürümüş ve yıkılmış gövdeyi tekrar diriltmeye ve dikmeye çalışıyor. Cemaat’i yok etmek isteyenler ise köklerden filizlenmeyi dahi durdurmayı hedefliyor. İkisi de mümkün değil. Zira tıpkı ekoloji gibi, sosyolojiyle de savaşılarak sağlıklı bir yere varılamaz.

Sosyoloji, tıpkı uzun vadeli eko-verimlilik esasına dayalı organik planlama ve zirai mücadele gibi, bilimsel tekniklerle ve rasyonel yaklaşımlarla yönetilebilir. Bu bağlamda Cemaat’in de hasımlarının da şimdiye dek başarılı bir sınav verdiği söylenemez.

Adanalı hemşehrim ve yakın dostum rahmetli Prof. Dr. Haluk Savaş’ın şu çarpıcı sözü, Cemaat gibi nice sosyal gruba musallat olmuş ölümcül bir hastalığı çok iyi teşhis ediyor: Şeffaflık yoksa, puştluk vardır… Cemaat’in çöküşünde de en büyük rolü, mahremcilik oynadı. Tepelerde, özellikle mahrem birimler içinde uzun zamandır süregelen ve Bizansvari taktiklerin de kullanıldığı soğuk savaşın artık kamuoyuna da yansımaya başlamasıyla, Cemaat tabanında artan oranda hayal kırıklıkları ve kafa karışıklığı yaşanıyor.

Bazı şaibeli ekipler, nispeten rasyonel ve ahlaklı ekipleri ekarte edip, ‘imparator’u ve onun üzerinden tüm sistemi adeta avuçlarının içine alarak çöküşü hızlandırmış. Ancak bunlar ’tebaa’yı felakete sürüklemelerine rağmen, hala kayda değer yetki, etki ve operasyon gücüne sahip. Ezoterik seçilmişlik duygusu, kesin inanmışlık ve şımartılmışlığın da etkisiyle, kendilerini Cemaat, Türkiye ve hatta dünya için vazgeçilmez gören irrasyonel bir zihniyetin domine ettiği mahrem birimler ve başat aktörleri, hedeflerine ulaşmak için her yolu mübah görebiliyor.

Statüko korunsun ve Pandora’nın kutusu açılmasın diye şeffaflaşma, iç muhasebe, özeleştiri, mahrem birimlerin feshi, reorganizasyon, sosyal ve siyasal çözüm gibi fikir ve önerileri susturmaya, bastırmaya, yaftalamaya cansiperane gayret ediyorlar. Vahim hatalarının ve karanlık işlerinin tabanda fark edilmesi halinde, maddi desteklerini, manevi konumlarını, itibarlarını, sosyal ayrıcalıklarını ve oyuncağa çevirdikleri bazı Cemaat organları ve sempatizanları üzerinden operasyon güçlerini kaybedecekler.

Ortada sadece fiziksel bir yapılanma ve network değil, ideolojisi ve taktikleriyle kemikleşmiş bir gelenek ve zihniyet var. Bünyeyi farklı kollardan kuşatmış, ‘Derin Cemaat’ da denebilecek bu hayaletvari teşkilatı ve zihniyetini bir çırpıda söküp atmak mümkün değil.

Devleti yöneten mevcut irade, Cemaat’teki zehirli sarmaşıkları ayıklama zahmetine katlanmadan tüm vejetasyonu toptan imha stratejisi güdüyor. Bu strateji, yoğun insan hakları facialarına yol açtığı gibi, öz savunmayla meşgul edilen camiada iç temizlik çabalarına da ket vuruyor.

Cemaat’in tepesi ise, azınlıkta ama güçlü olan mahremcilerle mücadeleye öncülük yapabilecek dirayet ve derinlikten mahrum. Zaten zehirli sarmaşıklar oraları da büyük oranda sarmış. Ayrıca Cemaat’teki en organize network onlar. Sadece tabanı değil tepeyi de yönlendirebiliyorlar.

Şu durumda, Cemaat tabanındaki duyarlı aktörlere toplumsal güçlerini manivela olarak kullanmaktan başka alternatif kalmıyor. Yani itaat ve itimat ruhuyla şimdiye dek görül(e)meyen veya sorgulan(a)mayan şeylerin en etkili şekilde gündeme getirilmesi şart.

Taban evvela karanlık odaklara dikkat çeken makul ve yetkin sosyal aktörlere, gözlemcilere, aydınlara ve gazetecilere daha fazla hayat ve söz hakkı tanımalı. Onları karalama kampanyalarına mahal ve destek vermemeli. Kendi bilgi ve fikir kaynaklarını çeşitlendirmeli.

Mahrem birimlerin ilgası ve başat aktörlerinin pasifize edilmesi yönünde tabandan tepeye net ve ısrarlı talepler gitmeli. Cemaat aktivitelerine katılımı ve maddi desteği kesme ikazı dahil, tepeyi şeffaflaşmaya ve demokratikleşmeye zorlayacak güçlü enstrümanlar kullanılmalı.

Mağdurlara destek kampanyaları dahil tüm bağışlar taban tarafından sıkı takip edilmeli. Bağışların destek verilen fonksiyonlara ilaveten gizli kapaklı maksatlar için de kullanılmadığından emin olunmaya çalışılmalı. Finansal hesap verebilirlik talebi yoğunlaşmalı.

Mahrem birimlerin kendilerine temel varlık sebebi olarak gördükleri bürokratik kadrolara da önemli roller düşüyor. Zira Cemaat’in sadece sivil arenada değil, devlet bürokrasisinde de geniş ve yetkin bir toplumsal tabanı da var(dı).

Mahrem birimlerin orijinal çıkış noktasının, devlette gizlice kadrolaşarak uzun vadede ülke siyasetinde etkili olmak ve hareketin kurucu lideri Gülen ile memurlar arasında fiziki iletişim ve manevi etkileşim kanalları ihdas etmek olduğu tahmin ediliyor.

Türkiye’nin eski aşırı laikçi rejiminde savunma refleksi olarak kısmen anlaşılabilecek ama yine de onaylanamayacak gizli teşkilatçılığın, mahrem birimlerde kimilerini sosyolojinin kaideleri gereği ‘şeffaflık yoksa, puştluk vardır’ vartasına sürüklemiş olması şaşırtıcı değil.

Gerek mahrem birim ‘imam’ları ve elemanları, gerek irtibatlı oldukları devlet memurları arasında usulsüzlüklere veya suçlara bulaşan zehirli unsurlar bulunduğu gibi; makuliyet, insaf ve ahlak çizgisinden sapmayanlar da var, hatta muhtemelen bunlar çoğunlukta.

Hasım grup ve ideolojilerle savaş psikolojisinin zaman içinde maksimalizm ve güç sarhoşluğuyla tavan yapması sonucu, Cemaat’in en güvenilir kadrolarından seçilmiş mahrem birim mensupları arasında ayrılıkların ve yozlaşmaların arttığı, zehirli sarmaşıkların türediği anlaşılıyor.

Ergenekon ve darbe davalarını bazı sahte delillerle sulandırma, yer yer sınav yolsuzlukları, medya üzerinden karakter suikastları zehirli unsurların eylemleri arasında. Tüy diktikleri nokta ise, hiyerarşik bir darbeye inandırılıp medet umarak 15 Temmuz’da tuzağa düşürülmeleri.

Sadece sivil toplum değil bürokraside de mahrem birimlerin oligarşik eşelonlarında pişirilen oyunları bilmeyen yüzbinlerce Cemaat sempatizanı; bugün darbeci, vatan haini ve terörist gibi ağır yaftalarla sosyal tecritte, hapiste, sürgünde veya mezarda çürü(tülü)yor.

Cemaat’in suça bulaşmamış mağdur bürokratik tabanında birçokları da, kendilerini mahrem birimlerdeki basiretsizliklerin ve puştlukların kurbanı görüyor. Ancak özellikle Türkiye’dekiler sistematik sivil ölüm sürecinde tamamen yalnızlaşma kaygısıyla seslerini fazla yükseltemiyor. Yurtdışındaki bürokratik taban mensuplarının büyük kısmı da benzer bir açmaz içerisinde. Ama onlar arasında en azından sosyal ve ekonomik bağımsızlıklarını kazanmış olanların, Cemaat’in diğer taban mensuplarına ve Türkiye kamuoyuna duruşlarını yansıtma kabiliyeti daha yüksek.

Cemaat için eski hal muhal; ya yeni hal, ya izmihlal…İzmihlal senaryosu, şimdilik tolerans gördükleri global arenada da geçerli. Zira meczup ve karanlık aktörlerin içinde kamuflaj yaptığı bir camia, ezici çoğunluğu zararsız da olsa, tehdit potasına girme potansiyeli taşır.

Yanlış anlaşılmasın, muzır aktörlerden ve mahrem birimlerden arın(dır)manın gerçekleşmesi, Cemaat’te başka reformlara ve değişimlere ihtiyaç kalmayacağı, her şeyin bir anda güllük gülistanlık olacağı anlamına gelmiyor.

Cemaat, katı gelenekçilikte ısrar eden başka bazı İslami hareketlere moderniteyle de uyumlu inovatif bir alternatif sunarak yurtta ve dünyada geniş ilgi uyandırmıştı. Nispi yenilikçi ve ezber bozucu genlerini tekrar keşfetmesi gerekiyor.

Mahremcilikten arın(dır)ma, Cemaat’teki mevcut kapalı rejimin değişmesine, en azından daha şeffaflaşmasına ve hesap verebilirliğine hayati katkı sağlayarak, çağa ve şartlara daha uyumlu başka paradigmasal ve yapısal dönüşümleri de kolaylaştırıcı rol oynayabilir.

Bazı değişimler Cemaat’e içinden ve dışından gelen yaşamsal tehditler ortadan kalkmadan da mümkün, ama çok daha zor. Özellikle en büyük iç tehdit olan ve dışardan tehdit algısını da en çok körükleyen mahremcilik illetinden ivedilikle kurtulmak hayati önem arz ediyor.

Cemaat tabanı mahremci zihniyet ve aktörlerinden arınma yönünde güçlü taleplerle çıkış yapıp sonuç alabilirse, Türkiye’de genişlemeye başlayan müzahir kamuoyu ve siyaset halkasının da eli güçlenir. Orta veya uzun vadede sosyal barışmaya ve siyasi çözüme zemin hazırlanabilir.

Şeffaflık yoksa, puştluk vardır. Puştluk varsa, eylem şarttır. Cemaat köklü bir zihniyet dönüşümü ve mıntıka temizliğiyle sağlıklı bir yeniden doğuşa yelken açabilir. Tepedekilerin çoğu bunu anla(ya)mıyor, ya da anlamak bazılarının işine gelmiyor. İnisiyatifi taban ele almalı.”

- Advertisment -