Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yakın kadrosuyla nasıl bir iletişim içinde olduğuna dair merakım, en son camide dile getirdiği “dil koparma” konuşmasının sansürlenmesi üzerine bir kez daha depreşti.
Biliyorsunuz, o konuşma ne o sırada camide bulunan devletin resmi ajansı tarafından, ne de oradaki öbür gazeteciler tarafından haberleştirildi.
Gazeteci Nevşin Mengi konuşmanın akşamında şöyle bir iddiada bulunmuştu:
“Bana gelen bilgi, cami içinde Cumhurbaşkanı bu açıklamayı yaptığı sırada gazeteciler bunu duyuyorlar. Fakat Cumhurbaşkanlığı basın müşaviri geliyor ‘arkadaşlar bunu yazmayın lütfen. Fahrettin bey de yazılmasını istemiyor’ diyor…”
İktidara yakın televizyonlar ve gazeteler konuşmaya gerçekten de hiç yer vermediler ve böylece iddia doğrulandı.
Yaşadığımız bu somut olay bir dizi soruyu davet ediyor:
Cumhurbaşkanı, sözlerinin kendisine yakın medyada yayımlanmamasının ‘sağlandığından’ haberdar mı?
Haberdar değilse, bilgilendirilmediyse, başta İletişim Başkanı olmak üzere yakın kadrosu böyle bir şeye nasıl cesaret edebilmiştir? Cumhurbaşkanının, ailesinden ya da ona yakın başka birilerinden bunu öğrenebileceğini düşünmüyorlar mı? Ya da gazeteleri gözden geçirebileceğini? Bu riski nasıl göze alabiliyorlar?
Cumhurbaşkanı, sözlerinin kendisine yakın medyada yayımlanmamasının ‘sağlandığını’ biliyorsa, tepkisi ne oldu? İletişim Başkanı Fahrettin Altun’a ne dedi? Sinirlendi mi? Yoksa önceden Altun’a böyle bir yetki verdiği için bu sansürleme hadisesi bir sorun teşkil etmedi mi?
Daha önce, Serbestiyet’te analiz formatında kaleme aldığım birkaç yazıda, bazı somut göstergelere dayanarak, Erdoğan’a nazikçe de olsa herhangi bir uyarıda ya da öneride bulunmanın muhtemel zorluğuna değinmiştim. Bu örneklerde, Erdoğan apaçık bir yanlışını sonraki konuşmalarında da tekrar ediyordu ve bunlar da cumhurbaşkanının ilk yanlış açıklamasında yakın çevresinin onu uyarmadığını ima ediyordu.
Bunlardan biri, Erdoğan’ın Avrupa’da aşının ücret karşılığı yapıldığı iddiasına dairdi, örnek olarak veriyorum:
Tablo çok tuhaf değil mi? Sırf şu son olayın çağrıştırdığı sorular dahi, bir devlet yöneticisinin, başkalarının kendisine yanaşmasını mümkün kılacak bütün limanları tahrip edip kendisini yalnızlaştırmasının nasıl bir bedelinin olduğunu göstermiyor mu?