Kemal Kılıçdaroğlu ile CHP’nin dil, söylem, kimlik ve temel politikalar ekseninde önemli bir değişim yaşadığı konuşuldu, yazıldı, çizildi. Din ve başörtüsü meselesine yaklaşımından Kürt meselesine, Alevilik sorunundan devletin demokratik bir tarzda yönetilmesine kadar bir dizi başlığı içerdiği söylenen bu değişimin Türkiye’deki siyasi kutuplaşmayı azaltacağı ve daha barışçıl bir toplumsal iklimi yerleştireceği beklentileri söz konusu.
Öte yandan CHP’nin devletin kurucu aktörü olması hasebiyle bu değişimin sahici değil konjonktürel olduğuna, CHP’nin değişmeyeceğine dair özcü bir yaklaşım da var.
Tüm bunları ve CHP’deki değişimin niteliğini, yönünü ve seçim sonrası nereye evrileceğini CHP İstanbul milletvekili Mehmet Bekaroğlu ile konuştuk.
“Uğradığım duraklar var ama yolumu hiç değiştirmedim”
Sizin aktif siyaset geçmişinizle bugün CHP içindeki varlığınız arasında çelişki bulanlar var. Hatırlarsak: Fazilet Partisi milletvekilliği, Saadet Partisi, bir ara aktif siyaseti bırakma, tekrar Saadet Partisi’nden İstanbul Büyükşehir Belediye ve Rize belediye başkan adaylığı, Has Parti kuruculuğu, Ertuğrul Günay ile birlikte “Müslüman Sol” hareketini başlatma, tekrar Saadet Partisi ve son olarak CHP. Öncesinde ise Gelecek ve Talebe dergilerini çıkaran, burada İslamcı çizgisi belirgin yazılar yazan bir Bekaroğlu var. Ve tabii psikiyatri alanında akademisyenlik geçmişiniz… Gelecek Dergisi’ndeki yazılarınızdan bugüne değin Bekaroğlu’nun siyasi, dini ve fikri serüvenine baktığınızda neler söylemek istersiniz?
Fazilet Partisi kapatıldıktan sonra ben Hoca ile devam ettim; Saadet Partisi’nin kurucusu oldum. Saadet Partisi, 2002 seçimlerinde baraj altı kalınca üniversiteye döndüm, aktif siyasete ara verdim. Ertuğrul Bey’le kurduğumuz ve ‘Müslüman Sol’ diye anılan platform ile bölge ülkelerine yönelik sivil diplomasi diye tanımlayabileceğimiz Doğu Konferansı çalışmalarını bu dönemde yaptık. Sonra 2009 yerel seçimlerinde Erbakan Hoca’nın çağırması ile Saadet Partisi’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı adayı oldum.
Seçimden sonra üniversiteye ve hastalarıma döndüm. Numan Kurtulmuş’un Saadet Partisi gelen başkanlığından ayrılıp başlattığı parti kurma çalışmalarına katıldım; Halkın Sesi Partisi’nin isim babası benim. Bilindiği gibi parti kurucular kurulu marifetiyle bizim muhalefetimize rağmen kapatıldı. 2014’te de Sayın Kılıçdaroğlu’nun daveti ile CHP’ye katıldım.
Öğrencilik yıllarında Ankara Üniversitesi Talebe Derneği’nin başkanlığını yaptım. Derneğin yayın organı olarak Talebe dergisini çıkardık. Trabzon’da KTÜ öğretim üyesiyken de genç arkadaşlarla Gelecek dergisini çıkardık.
Uğradığım duraklar var ama yolumu hiç değiştirmedim. Bizim kuşak hiçbir şeyi hazır bulmadı; hep aradı, araştırdı. Benim yürüyüşüm de aramakla ilgilidir. Lise yıllarında Büyük Doğu dergileriyle başladım; üniversitenin ilk yıllarında Necip Fazıl, Nurettin Topçu, Sezai Karakoç okuduk, sonra Mısır, Pakistan ve İran’dan tercümeler, Seyit Kutup, Mevdudi, Ali Şeriatı. Beni en çok Ali Şeriati etkiledi. Bir ara kitapları bırakalım Kitap okuyalım dedik. Uykularımız çok kaçtı, böyle olmaz dediğimiz, biz bunu anlamayız, okumakla olmayacak, yaşamak gerekir dediğimiz günler oldu.
Felsefesiz olmazdı elbette, felsefe okuma gruplarımız da oldu. Tam da bu sıralarda postmodern literatür saçıldı dünyaya ve bildiğimiz her şeyi gözden geçirmek zorunda kaldık, en çok da ideolojilere dair. Elbette en büyük darbe dinin/İslam’ın ideolojik okunmasına geldi.
Bilmem “Bekaroğlu’nun siyasi, dini ve fikri serüvenine” dair bir şeyler anlatabildim mi?
‘Adil düzen’, kapitalist ve sosyalist olmayan İslami bir toplum düzeni ütopyası
Derlemesini yaptığınız İslam Düşüncesi Sempozyumu kitabında yer alan yazınız şöyle bitiyor: “… Ulaşılan bunca menzile rağmen, İslamcılık hiçbir şekilde modern dünyaya alternatif olmamaktadır…” Doğu Konferansı ile başlayan İslamcı olmayan aydınlarla ortak çalışma tutumunuzu, Müslüman sol fikriyatınızı ve en son CHP’de siyaset yapıyor oluşunuzu bu cümle ile ilişkilendirebilir miyiz?
İslamcılık siyasi bir projedir; amacı, gerileyen İslam medeniyetini ayağa kaldırmak. Bu, Batı’nın bilim ve teknolojisini alarak olacaktır. Tabii kültür ve kimliğinden uzak durarak. Daha işin başında bir paradoksla karşı karşıyayız. Batı’nın kültürel tahakkümünden, medeniyet üstünlüğünden, yenilgiden kurtulmak istiyoruz ama bunun için bulduğumuz yol Batı’nın silahını, yani bilim ve teknolojisini almak. Bu, ikna edici bir söylem olamaz, olamadı da zaten. Ya Batı’nın silahlarını (bilimini, teknolojisini, bankasını, parasını … aldı) ve onlara benzedi ya da içe kapandı, daha da gerilere gitti, eskilere takılıp kaldı. İslamcılık, Müslümanlara yaşadıkları dünyada dokunduğu gerçekliklerle yüz yüze gelmesini sağlayamadı, akıl sahibi, ‘iyi ve kötüyü’ ayırt etme yeteneği ile yeryüzüne gelen insanın ‘denenmesine’ bile ortam hazırlayamadı.
Tabii bir de ‘adil düzen’ vardı; İslami bir adalet ve eşitlik söylemi, kapitalist ve sosyalist olmayan İslami toplum düzeni ütopyası. Denendi bunlar, yani böyle bir toplum düzeni kurulması için değişik coğrafyalarda farklı yöntemlerle iktidara gelindi, ‘ulaşılan menziller’ oldu ama İslami adalet ve eşitlik söylemi hiçbir yerde hayata geçmedi. İslami toplumun ne olduğu, nasıl olacağına dair kafalar hala karışık.
Ali Bulaç’ın çalıştığı Medine Vesikası farklı ve çok önemli imkânlar sunan bir yaklaşımdı ama tahakküm ilişkisini ihmal ettiği için ‘özgürlük’ meselesi ile ilgili hiçbir şey söyleyemedi.
Ben İslamcılığı 90’lı yılların başında eleştirmeye başladım; evet, “… Ulaşılan bunca menzile rağmen, İslamcılık hiçbir şekilde modern dünyaya alternatif olmamaktadır”dedim. Pakistan’da askeri darbe ile (Ziya ül Hak), İran’da devrimle (Humeyni), Türkiye’de ve Mısır’da seçimle iktidara gelindi ama ortada hala ne ‘adil düzen’ var ne de ‘İslami toplum’. İslami toplum ne demek sorusunun cevabı bile yok. Erdoğan’ın yerli ve milli hamasetine bakmayın, düşmanın silahına da ulaşmış değiliz.
Ben Müslümanlığın en iyi şekilde kuralları olan (hukuk) bir toplumda yaşanabileceğini düşünüyorum. Böyle bir toplumda barış ve adalet vardır. Siyasetin amacının bunlar olması gerektiğine inanıyorum. Devlet eğer tüm vatandaşlarının güvenliğini sağlıyor, herkesin ekmeğini ve özgürlüğünü garanti altına alıyorsa iş bitmiştir.
Siyaseti adalet söylemi üzerine kurmam, herkesin hak ve özgürlüklerini savunmam, şehir yağmasına ‘kul hakkı’ söylemi ile karşı durmam ve de bütün bunları bir Müslüman olarak yapıyor olmam bana ‘Müslüman Sol’ kimliğinin iliştirilmesine neden oldu. Hemen belirteyim bundan rahatsız da değilim.
CHP’de siyaset yapıyor olmamın bunlarla bir ilişkisi var elbette. Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP’yi yeni bir sosyal demokrat çizgiye getirmek istediği açık. CHP’nin böyle bir çizgide siyaset yapması bence çok önemli. Bu, toplumsal adalet ve barışın tesis edilmesi anlamına gelir ki ben de Müslümanlığın en iyi şekilde barışın ve adaletin olduğu bir toplumda mümkün olacağını düşünüyorum. Ben CHP’ye katılırken Sayın Kılıçdaroğlu’nun en çok vurguladığı konu, siyasetin kimlik, inanç ve yaşam tarzı üzeride kurulmaması gerektiğiydi. Bakın miting alanlarında her gün “Kime oy verirse versin insanları kimlik, inanç ve yaşam tarzlarına göre ayırmayacağız” diyor.
Kemal Kılıçdaroğlu öncesi CHP’nin parti kimliği, referansı, dili, söylemi ve ideolojik tutumu ile Kılıçdaroğlu sonrası CHP arasında belirgin farklar olduğu konuşuldu, yazıldı, çizildi bildiğiniz gibi. Nitekim 25 Nisan 2023 tarihinde Kılıçdaroğlu attığı bir tweet’te “Allah’ımıza şükürler olsun ki biz değiştik. Bizim içimizden makarnacı, kömürcü diye alay edenler vardı fakirle fukarayla. Çok şükür onları aramızdan uzaklaştırmayı başardık” dedi. Sizin gözlemlerinize göre bu değişim ne zaman başladı? Değişimi tetikleyen ne tür dinamikler veya gerekçeler oldu acaba?
Sayın Kılıçdaroğlu başka şeyler de söyledi. Örneğin; AKP için “Şimdi onlar bizim terk ettiklerimizi yapıyorlar” dedi. Herkesin gördüğü gibi daha demokrat, insanların kimlik, inanç ve yaşam tarzlarına saygılı, hukuk devleti ideali için çalışan bir CHP var. Bu Türkiye için, hepimiz için çok iyi bir şey. Kimlik kavgaları ile zaman kaybetmeyeceğiz, siyasette enerjimizi tüm insanların güvenliği, ekmeği, refahı ve özgürlüğü için kullanacağız, siyasi yarışlar bundan sonra böyle olacak. Erdoğan gibi bağıran bir siyasetçi olmayacak bundan böyle.
Sayın Kılıçdaroğlu’nun bunu istemesi, CHP’nin genel başkanı olarak bu değişimin liderliğini yapması çok önemliydi ama dünyada, bölgede ve ülkemizde meydana gelen gelişmelerin iyi okunması da bu değişimi hazırlamıştır.
“Kürt meselesi, en genel haliyle vatandaşlarımızın -en azından bir kısmının- kendisini dışlanmış hissetmesidir”
Kılıçdaroğlu’nun değiştik dediği hususlar, başlıklar ve konuların hangileri olduğu üzerine konuşalım istersiniz. Atatürkçülük, laiklik, dine yaklaşım, Kürt sorunu, başörtüsü, Aleviler, serbest piyasa, devletçilik, milliyetçilik vs bağlamında nereden nereye evrildiğini düşünüyorsunuz CHP’nin?
Çok büyük bir soru bu, ayrıca “söyleyin bakalım, ne kadar yola geldiniz” gibi bir sigaya çekme havası var bu soruda. Serbest piyasa, devletçilik gibi konuları ayrıca konuşalım tabii ama diğer başlıkları genel olarak konuştuk bile. CHP şimdi daha çok sosyal demokrat bir parti, tüm bu konulara çok daha fazla özgürlükçü bir bakış açısı ile yaklaşıyor. Kimlik, inanç ve yaşam tarzı insanların kendilerine aittir. Elbette laikliği önemsiyor ama demokratik bir laiklik, devletin insanların inancına ve yaşam tarzlarına karışmadığı bir laiklik.
CHP’de hiçbir zaman “Kürt yoktur” denmedi sanırım. Şimdi Kürt meselesi vardır diyor. Bize göre Kürt meselesi en genel haliyle Kürt vatandaşlarımızın -en azından bir kısmının- kendisini dışlanmış hissetmesidir. Bu mesele çözülmeden bu ülkede demokrasi, hukuk devleti, adalet ve toplumsal barışın tam olarak tesis edilmesi mümkün değil.
Bu coğrafyada binlerce yıldan beri konuşulan bir dil bu ülkenin parlamentosunun tutanaklarına ‘bilinmeyen bir dil’ diye geçiriliyor. Nasıl olur da bu garabet ‘sorun’ olarak kabul edilmez? Nasıl olur da Cumhuriyet’in ikinci yüzyılında böyle bir sorunla karşı karşıya kalırız?
Biz bu ülkede konuşularak, müzakere edilerek, demokratik siyaset yoluyla çözülmeyecek bir sorunun bulunmadığına inanıyoruz.
CHP ve Kılıçdaroğlu’ndaki dil ve söylem değişiminin arkasında danışmanları mı var yoksa genel başkan yardımcıları mı? Yoksa parti dışındaki aydın, entelektüel, gazeteci ve yazarlar mı? Hatta partideki ulusalcı ve Atatürkçü aktörler zaman zaman okyanus ötesini ve Avrupa’daki fikri ve siyasi mahfilleri dolaylı veya direkt olarak ima ediyorlar? Mesela Helalleşme çağrısı ve Kürt sorununu ele alışta kimlerin etkili olduğunu düşünüyorsunuz?
Doğrusu kim etkili oluyor bilmiyorum. Birilerinin etkisi ile yapıldığını sanmıyorum. Sayın Kılıçdaroğlu; araştıran, soran, okuyan, herkesle konuşan bir lider. Danışmanlarıyla da, parti yöneticileriyle de, milletvekilleriyle de, aydınlarla, yazarçizerlerle de konuşuyor. Parti olarak bütün bunların konuşulduğu toplantılar, sempozyumlar, paneller, konferanslar yapıyoruz, verimli bir tartışma ortamı var. Örneğin; Kürt sorununun tartışılması için defalarca bölgeye gidildi, Diyarbakır’da, Van‘da, Hakkari’de, Mardin’de toplantılar yapıldı, kanaat önderleri, STK’larla, akademisyenlerle konuşuldu. Yani filan şöyle dedi de oldu işi değil bunlar. Okyanus ötesi, Avrupa mahfilleri gibi laflar deli saçması, bunlara gülüp geçmek lazım.
CHP’de Kılıçdaroğlu ile başlayan dönüşüm kamuoyunda nasıl bir karşılık buluyor? Ne gibi gözlemleriniz var?
Türkiye değişiyor, dünya değişiyor, CHP değişiyor. CHP 2 Eylül 2023 tarihinde 100. yılını kutlayacak. Değişmeden, zamanın ruhunu yakalayamadan nasıl 100 yıl yaşar bir siyasi parti?
Elbette değişim tüm parti olarak yaşanıyor ama CHP bir kitle partisi, değişik toplum kesimlerinden ve yaklaşımlardan insanlar CHP’de siyaset yapıyor. Ayrıca parti içi demokrasinin en çok yaşandığı bir partidir CHP. Elbette koca bir parti kurşun askerlerden oluşmuyor, partide kanatlar var. Ben şunu söyleyebilirim; CHP, 10 yıl öncesine göre daha demokrat bir siyasi partidir.
“CHP’nin Atatürkçü ve laik çizgisi değişmesin zaten; yeter ki Atatürkçülüğü dondurmasın”
CHP’deki değişimin geçici ve taktiksel olduğuna, CHP’nin Atatürkçü ve laik çizgisinin değişmeyeceğine dair bir yaklaşım da var. CHP ve Kılıçdaroğlu bu algıyı veya bakışı nasıl aşabilir sizce? Bu bakışın haklılık payı içerdiğini düşünüyor musunuz?
Çapraz sorularla sorgulama yapıyor gibisiniz.
Hayır, bence öyle değil; CHP, yeni bir sosyal demokrat tecrübe yaşıyor. Sosyal demokrasinin Avrupa’da yaşadığı sorunları göz önüne alarak, burada, bu coğrafyada yeni bir sosyal demokrat tecrübe. Taktiksel olan şu belki; bu değişimin tabana ve tüm topluma anlatılması için seçimler bir fırsat, bunun için taktikler geliştiriliyor elbette. CHP’nin Atatürkçü ve laik çizgisi değişmesin zaten; yeter ki Atatürkçülüğü dondurmasın, laikliği inanç özgürlüğünü zedeler noktaya taşımasın. Bir şey daha söyleyeyim; bu ‘sıkı’ sorular halkın merak ettiği konulara dair değil; henüz serbest piyasa ve devletçilikle ilgili bir soru sormadınız. Bu konular siyasetin tepesinde konuşuluyor, Erdoğan ve ortakları, toplumu kimlik, inanç ve yaşam tarzı ürerinden bölüyor, CHP’yi din düşmanı tarafına yerleştiriyor ve bu şekilde din dostlarından oy almaya çalışıyor. Görüyorsunuz Erdoğan artık bu kadar rahat değil o nedenle; “biz Emri Allah’tan alıyoruz” dedikten sonra “Onlar Kandil’den emri alıyor” demek zorunda kalıyor. Yani Allah’ın Türkiye Şubesi sorumlusu olmak yetmiyor Erdoğan’a.
“İnsanlar dinden çıktı, fakat insanların önünde olduğuna inananlar bunun farkında değiller, hala dinden soruyorlar” diyeceğim ama yanlış anlaşılacak. Elbette insanlar dinden çıkmadı ama bunların halini görünce “Ben onların dininden olamam” diyenlerin sayısı artıyor. Türkiye halkı insanca yaşamak istiyor; elbette özgür ama öncelikle güvende ve tok. Biz bunları konuşuyoruz, seçmen bizi anlayacaktır. Böyle olunca Erdoğan ve adamları çıldırıyor; “CHP niçin ‘laiklik elden gidiyor, ülkeye şeriatı getirecekler’ diye bağırmıyor” diye saçlarını başlarını yoluyorlar, “samimi değiller, taktiksel, içselleştirmediler…” diyorlar.
14 Mayıs seçimlerine giderken, CHP’nin dindar ve muhafazakâr kesime yönelik din dilinin gerek Ramazan ayında gerekse de öncesinde yoğunlaştığını gördük. AK Parti tabanı, Saadet Partisi tabanı veya partili olmayan dindar kesimlerin Kılıçdaroğlu’nun adaylığına desteği konusunda neler gözlemliyorsunuz? Teveccüh ve destek abartılıyor mu? CHP’ye ve Altı Ok’a “Oy verilmez” direncinin kırılıp kırılmadığına dair sahadaki gözlemleriniz nedir acaba?
Seçime giderken CHP’nin dindar ve muhafazakâr kesime yönelik din dilinin yoğunlaştığı tespitinize katılmıyorum. Toplumun büyük bir deprem felaketi yaşadığı bir dönemde Ramazan ayı geldi. Hem 50 bin kişinin öldüğü deprem hem de Ramazan ayı dolayısıyla bir ‘maneviyat yükselmesi’ vardı. Ramazan’da deprem bölgesinde bir iftar yemeğine katılıyorsunuz ve bir konuşma yapıyorsunuz; ne konuşursunuz böyle bir ortamda. Yapmayın; CHP gökten inmiş bir siyasi parti değil; milyonlarca insanın desteğini alan bir siyasi partiden söz ediyoruz. Her Ramazan ayı böyle geçiyor.
Sayın Kılıçdaroğlu, muhafazakâr ve dindar kesime yönelik din dili kullanmanın ötesinde bir iş yaptı. Türkiye’de siyaset dilini ve siyaset yapma biçimini değiştiriyor. Türkiye’nin çok partili parlamenter sisteme geçtiği yıllar Soğuk Savaş’ın başlamasına denk düşer. İki kutuplu dünyaya paralel olarak Türkiye’deki siyaset de kutuplaşma ile yürüdü. Kutuplaşma ağırlıklı olarak kimlik, inanç ve yaşam tarzları ile belirlendi. Çıkıyorsunuz toplum karşısında kimliğinizi, inancınızı ve yaşam tarzınızı tarif ediyorsunuz, böyle olmayanları da kötü/öteki/hain olarak işaretliyorsunuz. Sonra seçim yapılmıyor, sayım gibi bir şey yapılıyor, bizden olanlar ve olmayanlar sayılıyor. Siyasi partiden çok bir dinin, cemaatin, kimliğin temsilcisisiniz, iktidara geldiğinizde sizden olanlara kamunun imkânlarını kullandıracaksınız. Dahası toplumu, siyaseti, hukuku, eğitimi… her şeyi kimlik, inanç ve yaşam tarzınıza göre düzenleyeceksiniz, sizden olanların sayısını bu şekilde artıracaksınız.
Kılıçdaroğlu, çıktı dedi ki ben bu oyunu oynamıyorum, bu siyaseti bırakıyorum, kimlik, inanç ve yaşam tarzı siyasetin konusu değildir, ben milletin bütünü için siyaset yapacağım, kimliği, inancı, yaşam tarzı ne olursa olsun devletin görevi tüm insanların güvenliğini, ekmeğini ve özgürlüğünü garanti altına almaktır.
İttifak siyaseti de buradan doğdu; çok uğraşıldı, çok çalışıldı, önce dört, sonra da 6 siyasi parti bir araya getirildi ve tüm insanların güvenliğini, ekmeğini ve özgürlüğünü garanti altına alacak bir program yapıldı. Şimdi bu program gerekçeleri ile insanlara anlatılıyor. Elbette iktidar ve ortakları bundan çok rahatsız; ekonominin, ekmeğin, hukukun, adaletin konuşulmasını istemiyorlar. ‘Altı Ok’ meselesi çoktan aşıldı; Erdoğan, Altı Ok’a oy vermeyin demiyor; teröriste, haine, LGBT’ciye oy vermeyin diyor.
“Kılıçdaroğlu’nun vaatlerini samimi bir şekilde yerine getireceğinden şüphe yok”
Son olarak Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanlığını kazanması durumunda dini özgürlükler, Kürt sorunu ve Alevilik konularındaki vaatleri nasıl hayata geçirilecek? Pratikte neler göreceğiz? Kılıçdaroğlu’nun seçimi kazanması ya da kaybetmesi durumunda CHP’deki eski çizgi tekrar etkin olabilir mi? CHP ve Kılıçdaroğlu’na dair bir gelecek projeksiyonu çizebilir misiniz?
Sizden çok özür dilerim; aynı konuda yine çapraz bir soru ile karşı karşıyayım. Ben Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanı seçileceğini düşünüyorum, gözlemlerim böyle, ayrıca kamuoyu araştırmaları da buna işaret ediyor. Bu durumda vaatlerini samimi bir şekilde yerine getireceğinden şüphe yok. Kaldı ki bu iktidar Millet İttifakı iktidarı olacak; ortada bir mutabakat metni, program var. Bir de bu programı bir kişiye bırakmış değiller, İttifakın birleşenleri birbirlerini denetleyecekler, neyin yapıldığını, neyin yapılmadığını takip edecekler. Bu durum ülke için büyük bir imkân, beklentim odur ki millet bu imkânı değerlendirecektir.