Varlığı yüz yılı aşan ve hakkında devletin, siyasi partilerin, sivil toplum örgütlerinin sayısız rapor hazırladığı bir toplumsal sorunun çözümü doğrultusunda ilk somut adımların ancak 80 yıl sonra atılabilmiş olması, sorunun hem önemi hem de çözümünün güçlüğü hakkında bize çok şey söyler; Türkiye’nin Kürt sorunu işte bu türden bir sorundur.
Nitekim, bu somut adımların ilk kez atılmaya başladığı 2000’li yıllarda onlara paralel olarak ortaya çıkan engelleme çabalarının sertliği ve sürekliliği, sorunun çözümünün hiç de kolay olmadığının pratik düzeydeki tezahürlerini oluşturdu.
Yine de, sürecin umut kırıcı sonucuna ve o süreçte ortaya çıkan negatif tepkilere odaklanıp, gelecekteki çözüm hamlelerinde hayati rol oynayacak olumlu (hatta başlangıçta tahmin edilemeyecek kadar olumlu) eğilimler görmezden gelinmemelidir.
Gerçekten de, başta iktidar partisine oy veren muhafazakâr kitleler olmak üzere halkın kahir ekseriyeti, “Türklerin milliyetçi hassasiyetleri”ne işaret edip sorunun çözümünde köklü adımların atılmasına karşı çıkan kesimlerin propagandalarının hilafına sürece geniş bir destek verdi. O kadar ki, Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) ilk bakışta mutlak bir seçim yenilgisini garanti eder gibi görünen adımlarına rağmen (mesela PKK lideri Abdullah Öcalan’ın devlet tarafından muhatap alınması), barış süreçleri boyunca katıldığı bütün seçimleri farklı bir biçimde kazandı.
Halkın, 2012’nin son günlerinde ilan edilen Çözüm Süreci’nden çok önce iktidara verdiği mesajın “barışçı çözüm için her yol mubah, yeter ki çözün” olduğunun en dikkate değer nişânesi 12 Eylül 2010 Anayasa Referandumu oldu.
Başbakan Erdoğan, partisi ve iktidarı için hayati önemdeki bu referandumdan önce, hem de birkaç kez “Çözüm için örgütle de görüşülebileceğini” dile getirdi. Bu çok şaşırtıcıydı, çünkü “seçmendeki güçlü milliyetçi eğilimler” varsayımı geçerliyse, bu beyanlar referandumu çok büyük bir risk altına sokuyordu. İktidar, her iki muhalefet partisinin, yani Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ile Milliyetçi Hareket Partisi’nin (MHP) bu sözler üzerinden hükümeti sıkıştıracağını hesap etmemiş olamazdı; nitekim tam öyle oldu, muhalefet partileri AK Parti’yi teröristlerle işbirliği yapmakla suçladı. Siyaseten “doğru” davranış hiç değilse referanduma kadar beklemekti, fakat anlaşılan, Erdoğan bu radikal adımı atmadan önce “örgütle görüşme” alternatifini de referanduma sunmak istemişti.
Referandum yüzde 58’lik bir çoğunlukla onaylanınca, “seçmendeki güçlü milliyetçi eğilim” varsayımı da derin bir yara almış oldu. Yani 2010 Anayasa Referandumu, bir yanıyla Kürt Sorunu’nun çözümü doğrultusunda o güne kadar cesaret edilemeyen adımların atılmasının da zımnen onaylandığı bir referandumdu.
Muhafazakâr kitlelere vehmedilen milliyetçi eğilimlerin sanıldığı kadar güçlü olmadığını, varolduğu kadarıyla da kararlı bir siyasi liderliğin bu eğilimi yönetebileceğini gösteren sembolik göstergelerden biri de, iktidarın Çözüm Süreci’ni başlattığı 2013’ün ilk aylarında yayımlanan bir şiirdi… “Dağdan Onurlu İniş” başlığını taşıyan ve yakında silahları bırakmaları beklenen PKK’lılara hitaben yazılmış şiirin altında, muhafazakâr kesimlerin en sevilen şairlerinden biri olan Cahit Koytak’ın imzası vardı:
Gülün, gülün, gülün ne olur!
Yüksek sesle, kahkahalarla gülün!
Gülün, çünkü gülmeyi kimse yasaklayamaz.
Balkonlara, pencerelere çıkın ve gülün!
Sokaklara, meydanlara dökülün
Ve gürül gürül yüksek sesle,
katıla katıla gülün!
Gülün, çünkü gülmek herkesin ana dili,
Dağlardan inin ve inerken gülün!
Mağaralardan çıkın
Ve çıkarken gülün, kocaman
kocaman kahkahalarla!
Dağdan taş yuvarlar gibi değil ama,
Yoksul ve cefakâr halkınıza
Balya balya düş yuvarlar gibi gülün,
Kimsenin bozamayacağı düşler!
Dağ gibi kahkahalarla gülün, dağ gibi gülün!
Dağları yürütür gibi gülün!
Dağları kahkahalarınızın içine gömün
Ve şehre dağlarla yürüyün,
Yürüyen dağlarla,
Yürürken gülen, gülmekten kırılan dağlarla!
Yürüyen dağ gibi kahkahalarla!
(…)
Çözüm Süreci, böyle bir şiirin ya da benzeri radikal söylemlerin dahi dindar-muhafazakâr kesimlerde kayda değer tepkilere yol açmadığı bir psikolojik vasat yaratmıştı.
Dindar-muhafazakâr kesimlerin Çözüm Süreci’nin mimarlarına verdikleri beklentilerin çok üstündeki destek, başlangıçta hükümetin seçim kaybetme korkusunu yenmesinde tayin edici bir rol oynadıysa da, süreç uzadıkça korkular yavaş yavaş geri gelmeye başladı. Bu sonuçta, a) iktidarın kendi hataları ve cesaret eksikliği, b) muhalefetin Kürt Sorunu’nu esasen bir terör sorunu olarak görmekteki ısrarı, c) Kürt siyasetinin legal ve illegal kanatlarının zaman zaman muhafazakârları huzursuz edecek davranışlar sergilemeleri önemli rol oynadı.
Kürt Sorunu, çözümsüz kaldığı sürece giderek daha fazla disiplinin yardımını gerektiren çok veçheli bir sorun biçimine bürünüyor.
Fakat bu çalışmanın Kürt Sorunu’nu mülti-disipliner bir bakışla ele alma gibi bir iddiası yok. Soruna sadece siyaset düzeyinden bakmayı amaçlayan bu çalışma AK Parti iktidarı döneminde Kürt Sorunu’na tarafların (bir yanda iktidarın, öbür yanda legal-illegal Kürt siyasetinin) ve muhalefetin bakışıyla, bunların soruna bir çözüm bulma yolundaki etkilerine odaklanacak.
[1] Cahit Koytak bu şiirini Taraf gazetesindeki köşesinde yayımladı. Gazetenin internet arşivi mahkeme kararıyla yayından kaldırıldığı için o yazıya ulaşılamıyor. Fakat şiirin tamamını şu linkte yer alan yazının içinde bulabilirsiniz: http://m.marmarayerelhaber.com/Alper-GORMUS/13740-Dagdan-onurlu-inis