Yayının tamamını Serbest TV’de izlemek için:
Heyecanlı, dolu dolu bir dış politika haftası geçirdik. Antalya Diplomasi Forumu birçok önemli toplantıya vesile oldu. Bunların en önemlisi elbette Rusya dışişleri bakanı ile Ukrayna dışişleri bakanının bir araya gelmesi oldu. Henüz bir netice alınmamış olsa da bu tür müzakerelerin devam edeceği anlaşılıyor.
Antalya’ya gelen önemli kişiler vardı. Bunların başında Yunanistan, Ermenistan gibi ülkelerin liderleri vardı. Yakın geçmişte kırıp döktüğümüz ilişkileri tamir etme aşamasındayız. Bunlar içerisinde dikkat çeken, kendini ağırdan satan ülke Mısır. Mısır’la ilişkiler pek rayına oturmuş gibi gözükmüyor. Tabii İsrail devletine de neler söylemiştik ama İsrail Cumhurbaşkanı geldi. Biz de şimdi o söylediklerimizi unutmaya çalışalım…
Gelelim Biden ile Erdoğan görüşmesine. Normal şartlarda Biden ile yapılan bir görüşme hakkında çok esaslı bilgiler verilirdi. Hiçbir bilgi verilmedi, sadece F-16’ların yenilenmesine yardım edeceklerini söylediler.
Ukrayna-Rusya harbinde ise dışarıdan bakan bir göz olarak işlerin Putin’in istediği gibi gitmediğini söyleyebilirim. Yani bir hafta içerisinde yerle bir edip işgal edeceklermiş gibi bir hava olmuştu. Bazı Batılı gözlemcilere göre Stockholm sendromu varmış. Nedir Stockholm sendromu? Kendisini kaçıranla romantik ilişki yaşamak. Rus askerlerine “Ukrayna yapay bir devlettir, Ukrayna halkı diye bir şey yoktur, onlar esasında Rus’tur” denildi. Şimdi kendi halkını, kendi milletini bombalıyor gibi bir izlenim ortaya çıkmış oldu. Bu hoş değil tabii ki. Rusya, ekonomik yaptırımlardan önemli ölçüde zarar gördü, görüyor, bu ortaya çıktı.
Türkiye’nin Rusya-Ukrayna savaşında tutumu ilginç. Türkiye, Montrö gereği Boğazları savaşan tarafın gemilerine kapattı, Rusya’yı bir kenara koyup devamlı NATO ve Batı’yı eleştiriyor. Onların sözden, laftan başka bir şey yapmadıklarını söylüyor. O zaman sorarlar; “Sen NATO’nun içerisindesin, acaba hangi önerileri getirdin? Getir, açıkla da bir inceleyelim” diye. Nitekim NATO Genel Sekreteri Stoltenberg, “Türkiye de müeyyidelere katılsın” dedi. Türkiye’nin hassas bir konumu ve durumu var, bunu kabul etmek lazım. Ama hiçbir müeyyideye katılmamak da NATO’nun bir üyesi, Batı’nın bir parçası olarak mümkün mü? En kötü yaptığımız şey Avrupa Konseyi’nde Rusya’nın üyeliğinin askıya alınması önerisine çekimser kalmak.
Devamlı ‘Biz müeyyidelere karşıyız’ açıklaması yapıyor hükümet yetkililerimiz. 2010 yılında Türkiye, Güvenlik Konseyi’nin geçici üyeliğine seçildiğinde Yaptırımlar Alt Komitesi’nin başkanı bir Türk’tü. Bu tabii çok dillendirilmiyor ama bu böyle. Batı düşmanlığı sanki genlerimize işlemiş. Batı’yı sürekli bu şekilde eleştirirseniz Stoltenberg’in nazik bir şekilde söylediğini çok daha açık ve sert bir şekilde söyleyebilirler. “Getir önerini, görelim!” derler.
1962 Küba Krizi’nde ben Dışişleri’ne yeni giriyordum. Malum, nükleer bir harp olma ihtimali vardı ve Türkiye’yi hedef göstermişti Sovyetler Birliği. İnönü ona rağmen dik durdu.
Ne olur dilimize dikkat edelim. Diplomaside çok konuşmak marifet değildir. Hele boş konuşmak hiç marifet değildir.”