Programın tamamını Serbest TV’de izlemek için:
Sığınmacılarla ilgili ülkedeki atmosfer çok olumlu değil. Siyasi partiler bu konuda birbirinden çok farklı yerlerde duruyor. Son günlerde yapılan açıklamalar da bu farkın altını tekrar çizdi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan biz görevde olduğumuz sürece bu kardeşlerimizi bu ülkeden asla göndermeyeceğiz diyerek çok net bir ahlaki ve insani duruş sergiledi. Alkışlanması gereken bir insani tutum bu. Sığınmacıların sosyal uyumu açısından da onlara güven veren, onların travmasını derinleştiren söylemlere karşı güvence oluşturan bir dil bu.
Kemal Kılıçdaroğlu ise “kaçak istilalarından” bahsetti ve son dönemlerdeki bazı dezenformasyon metinlerinin ve ülkenin istila edildiğine dair videoların dilini kullanarak konuştu. İki yıl içinde göndereceklerini söyledi. İki yıl içinde şartlar değişir mi değişmez mi, onlardan yüz binlercesinin hayatına mal olan ve ülkenin yarısını ülke içinde ve dışında göçe zorlayan korkunç bir dehşetin kaynağı olan bir iktidar orada olacak mı olmayacak mı, onlarla savaşıp dize mi getirecek yoksa onlarla uzlaşıp tabiri caizse kurbanı kasaba mı verecek. Bütün bunlarla ilgili hiçbir açıklaması yok ama 2 yıl içinde göndereceğini söyledi. Esad’la uzlaşarak onları göndermesi durumunda olabilecekleri düşünmek mümkün. Erdoğan ise bir daha Boraltan Köprüsü Katliamını yaşatmayacaklarını söyledi.
Meral Akşener tarafına baktığımızda da aynı ayrımcı yaklaşımın ve aynı tehcir dilinin devam ettiğini görüyoruz. O da sığınmacıların ülkede kalmasını “caydıracak tedbiler” alacaklarından söz etti ve “demografimiz bozulacak” şeklindeki sahte bilime dayalı akıl dışı nüfus hesaplarını tekrarladı. Bu nüfus hesaplarının temel hatası, belirli bir andaki doğum oranlarının hiçbir zaman değişmeyeceğini, diğer bütün şartlar değişse bile onun hep aynı kalacağını zannetmesi. Oysa hayat böyle değil, hayat böyle işlemiyor. Meral Akşener de hatırlayacaktır, 80’li yıllarda böyle hesaplar çok yapılırdı Türkiye’de; 2000’li yıllara geldiğimizde Kürt nüfusun Türk nüfusu geçeceği söylenirdi. Böyle bir şey olmadı olmuyor da. Olmamasının da son derece rasyonel mantıki sebepleri var ama ayrımcı önyargı mantıklı bir şekilde tartışmayı engelliyor.
Bu süreç Deva ve Gelecek partilerine de ciddi bir sorumluluk yüklüyor. Zaman zaman aynı masayı paylaştıkları ve “altılı masa” olarak adlandırdıkları masada bu mesele meselelerden birisi mi olacak, yoksa çok temel insani bir mesele, çok temel bir insanı kırmızı çizgi olarak mı kalacak? Bu iki partinin de buna karar vermesi gerekiyor. Yani güçlendirilmiş parlamentarizmden daha az önemli bir konu mudur bu? İhmal edilebilir bir konu mudur, “evet çok ayrımcılar bu konuda çok zalimane bir politikayı savunuyorlar ama ileride belki bu değişir” mi diyecekler, yoksa beraberce hareket söz konusuysa bunu temel bir kriter, temel bir standart olarak ortaya mı koyacaklar?
Her halükârda şu tespiti yapmak mümkün ki, sığınmacılarla ilgili olarak iktidarla muhalefeti karşılaştırdığımızda iktidarın başka konulardaki hataları ne olursa olsun, bu konuda çok net bir şekilde ahlaki üstünlüğü elinde tutuyor ve bu konu başka konularla kıyaslandığı zaman ihmal edilebilecek ya da konulardan bir konu olarak geçiştirilebilecek bir konu değil.
Önümüzdeki bu bir yılın çok sıcak geçeceği belli. Bu süre içinde, insanların da siyasi partilerin de nasıl bir tavır sergiledikleri, nerede durdukları, onların nasıl bir gelecek tahayyül ettiklerinin de göstergesi olacak. Sığınmacı meselesi siyasetin bir mihenk taşı olarak önümüzde duracak. Halihazırda da öyle. Bu konuda insani tavır sergilemeyenlerin demokrasiden, insan haklarından, adaletten, özgürlükten, barıştan istedikleri kadar bahsetsinler, yarın iktidara geldikleri zaman onun gereklerini yapacaklarından kuşku duymamız için çok sebep var. Çünkü özgürlük ötekinin özgürlüğüdür diyor Rosa Luksemburg; adalet de aynı şekilde ötekinin adaletidir. Şu an için göze görünmeyenlerin, en alttakilerin, oy hakkı olmayanların ya da kendisini ifade edemeyenlerin durumuna bakarak, onlara bakarak, onlara bakışa bakarak adalete, özgürlüğe ve demokrasiye dair tutumları değerlendirirsiniz. Belki de en sağlam en sağlıklı kriter de budur.
Sığınmacı meselesi herkesi, siyasi partileri ve ülkede yaşayan herkesi bir tercihe zorluyor: Acaba ayrımcı önyargı dalgasını arkamıza alarak mı siyaset yapmak gerekir yoksa “çocuğun anası” gibi mi davranmak gerekir? Önümüzdeki dönemde ülkenin de bölgenin de yaşadığımız coğrafyanın da kaderini bu temel tercih belirleyecek.