Bir dönem Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşma metinlerini kaleme alan Yeni Şafak yazarı Aydın Ünal, geçtiğimiz günlerde “Reformları sağlam kazığa bağlamak” başlıklı bence çok önemli bir yazı yazdı.
Ünal yazısında, Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) döneminde gerçekleştirilen, çoğu inanç özgürlüğünü ilgilendiren reformların (başta başörtüsünün üniversite ve kamu kurumlarında serbest hale gelmesi olmak üzere) AK Parti iktidarından sonra kazaya uğramamasının, kendi deyişiyle ”sağlam kazığa” bağlanmasının yollarını tartışıyordu. Ünal’a göre bu reformları tümüyle ortadan kaldırmak isteyecek güçler her zaman olacaktı ve zamanı geldiğinde ne yasalar ve hatta ne Anayasa, buna niyetlenecek olanlar için engel teşkil etmeyecekti.
Aydın Ünal, yazısında, “reformları sağlam kazığa bağlamanın” yegâne yolunun politik atmosferi yumuşatmak, bilahare de muhalefeti reformları korumaya ikna etmekten geçtiğini söylüyordu:
“O zaman tabloyu şöyle okumak gerekecektir: Yapılmış ve yapılacak reformlara muhalif kesimleri de ortak etmek. Bu bir ham hayal gibi görünebilir. Siyasetin sembollerle, kutuplaşmayla ve gerilimle yapıldığı, birinin ‘ak’ dediğine diğerinin sorgusuz sualsiz ‘kara’ dediği bir atmosferde böyle bir ortaklığı sağlamak kolay değildir.
“Kolay değildir ama önümüzde başka bir seçenek de bulunmuyor.
(…)
“Hepimizin, çocuklarımızın, torunlarımızın istikbali adına bu sağlıksız ruh halinden bir an önce çıkmamız gerekiyor. Artık daha bütünleştirici, birleştirici, gerilimi düşürücü, kucaklayıcı bir dile ihtiyacımız var.” (Yeni Şafak, 27 Ağustos 2018).
‘Sağlıksız ruh hali’nde iktidarın payı?
Aydın Ünal’ın kaygısını şöyle özetleyebiliriz sanırım: Türkiye, bir toplumdan çok birbirine düşman iki cemaatli bir topluluğa benzediği sürece ‘rövanş’ duygusu hiç eksilmeyecektir ve böyle bir ülkede iktidar el değiştirdiğinde yeni iktidarın restorasyon hamlelerinde bulunması şaşırtıcı olmayacaktır.
Yeni iktidarın restorasyon hamlelerinin yasalar ve hatta Anayasa’yla önlenemeyeceğine göre, geçerli tek yol kalıyor: AK Parti, önündeki iktidar yıllarında öyle bir siyaset yürütmeli ki, iktidardan gittiğinde, yerine gelecek yeni iktidar, AK Parti’nin iktidar yıllarında yaptığı reformlara karşı düşmanca duygulardan kurtulmuş olsun, en azından hayırhah bir tutum içine girmiş olsun.
Aydın Ünal, bunun ne kadar güç bir iş olduğunun farkında. Yine de, başka bir yol olmadığına göre AK Parti bunu mutlaka denemeli ve başarmalıdır:
“Muhalefet direnecektir, ama Erdoğan ve AK Parti bunu da başarabilir. Bu başarıldığında ancak reformlar sağlam kazığa bağlanmış olur. Bu başarıldığında ancak gelecek kaygımız ortadan kalkar.”
Ünal’ın yazısında eksik kalan bir nokta var: İçinde bulunduğumuz “sağlıksız ruh hali”nden çıkabilmek için ihtiyaç duyduğumuz “bütünleştirici, birleştirici, gerilimi düşürücü, kucaklayıcı dil”in bir türlü oluşamamasında iktidarın payından hiç söz etmiyor.
Başta İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nunki olmak üzere iktidarın ve iktidar medyasının Ergenekoncuların siyaset pratiklerini andıran adımlarını açıkça eleştirmeden, AK Parti’nin Aydın Ünal’ın önerdiği yolda yürümeye başlayacağını umabilir miyiz?
Ergenekonculuğun siyasi pratiği
Ergenekonculuk, devletçi-askerî vesayetçi, bu yetmediğinde ve gerektiğinde darbeci bir siyasi anlayışa sahipti. (Ergenekonculuktan geçmiş zaman kipinde söz etmemin nedeni, onun günümüzde iddia sahibi bir güç olmaktan çıkmasıyla ilgili; yoksa, bir fikir ve temenni anlamında hiç şüphesiz günümüzde de birçoğunun zihninde varlığını sürdürüyor. Zaten Aydın Ünal’ın kaygısı da önemli ölçüde bu gerçekten kaynaklanıyor.)
Yukarıda, “başta İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nunki olmak üzere iktidarın ve iktidar medyasının Ergenekoncuların siyaset pratiklerini andıran adımları”ndan söz ettim… Böyle diyerek, tabii ki başta Soylu olmak üzere iktidarın “devletçi-askerî vesayetçi” bir siyasi hedefinin olduğunu söylemek istemiyorum. Böyle bir iddia saçma olurdu. Kast ettiğim, Ergenekonculuğun siyasi hedefi değil, siyasi hedefine ulaşmak için benimsediği mücadele yöntemi ya da uyguladığı siyasi pratik…
Ergenekonculuk, AK Parti’ye karşı mücadelesini hasmını ‘düşmanlaştırarak’ yürüttü. Bundan amaç, hasmına karşı insanlarda nefret uyandırmak, böylece kullandığı ve kullanacağı bütün yöntemleri meşrulaştırmaktır.
Gelin şimdi İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun muhalefete karşı yürüttüğü siyasi mücadelenin birkaç pratik yansımasına bakalım ve ardından bu pratiği Ergenekoncu siyasi pratikle karşılaştıralım…
Süleyman Soylu son bir yılda neler yaptı
“Bacaklarını kırın”: Yılın ilk günlerinde Süleyman Soylu, doğrudan muhalefete yönelik olmasa da, doğrudan muhalefete yönelik sonraki çıkışlarının ipuçlarını barındıran o kan dondurucu sözlerini sarf etti.
3 Ocak’ta Genel Güvenlik ve Uyuşturucu ile Mücadele Toplantısı’nın açılış konuşmasını yapan Soylu, polislere bir buçuk yıldır verdiğini söylediği talimatı bu defa kameraların önünde ilan etti:
“Okulun çevresinde bir uyuşturucu satıcısını gördüğümüz zaman beni ne kadar kınarlarsa kınasınlar, ne kadar eleştirirlerse eleştirsinler o uyuşturucu satıcısının ayağını kırmaya polis görevlidir. Benim ülkemin gencinin canına mal olacak bir kişiye gereğini yerine getirme görevidir. Suçunu bana atsın. Bunun suçu neyse, 5 yıl içeride yatmaksa yatarız, 10 yıl içeride yatmaksa yatarız, 20 yıl içeride yatmaksa yatarız. Çok net söylüyoruz. Bu 2018 yılında bunların kafasına çökeceğiz ve milletimizi bu illetten kurtaracağız. Ben bir buçuk yıldır bu talimatı veriyorum arkadaşlara. Bulduğunuz zaman gereğini yerine getirin"
“Size artık yaşama hakkı yok”: Haziran ayı, Bakan Soylu’nun gerek Cumhuriyet Halk Partisi’ni (CHP), gerekse de Halkların Demokratik Partisi’ni (HDP) adeta ‘düşman’ gibi tanımladığı bir ay oldu. Bir gün arayla önce HDP’yi ardından da CHP’yi bir hukuk devletinde asla düşünülemeyecek sözlerle hedef aldı.
27 Haziran’da HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, Soylu’nun kendisini arayarak tehdit ettiğini açıkladı:
“İçişleri Bakanı'ndan bir telefon aldım. Beni arayarak Ağrı Doğubeyazıt ilçesinde kendilerinin müşahidi olduğu bir insanın infaz edildiği ve bu infazdan bizi sorumlu tuttuğu bir telefon aldım. Yapılan infazla partimizin birebir ilişkisi olduğunu ima etmiştir. Tıpkı Suruç'ta olduğu gibi yapanlar cezalandırılmıyor. Yapmayanlar sorumlu gösteriliyor. Bu olay derhal açığa çıkarılmalıdır. Kimler tarafından yapılmışsa bu insanlar cezalandırılmalıdır. HDP olarak bu olayları asla kabul etmediğimizi belirtiyoruz. Sayın Soylu ‘Size haddinizi bildireceğiz, size artık yaşama hakkı yok, nereye gidiyorsanız gidin’ gibi saçma sapan asla kabul etmediğimiz bir konuşmayla karşı karşıya kaldım. AKP hükümeti böyle bir öfkeyle mi yönetecek. Bu ülkenin 3. büyük partisi olan bir partiyi bu tür suçlamalarla insanların gözünde karartmalarına asla izin vermeyeceğiz.”
“CHP il başkanlarını şehit cenazelerinde protokole almayın”:
Bu tehditten bir gün sonra, 28 Haziran’da Süleyman Soylu 81 ilin valisine, hiçbir yasal dayanağı olmadığı için ancak ‘ferman’ denebilecek bir talimat gönderdi. Bakan, CHP il başkanlarının şehit cenazeleri için düzenlenecek törenlerde CHP il başkanlarının protokle kabul edilmemesini istiyordu:
“Valilere müsteşarım üzerinden talimat gönderdim; ‘CHP il başkanlarını bundan sonra şehit cenazelerinde protokole kabul etmeyin’ diye. Bu kadar basit. Onların gideceği bir adres var. O adresi de göstereceğiz. PKK mensuplarının cenazeleri var. Biz onları çok kısıtlı kaldırtıyoruz. Onlara bir kişilik kontenjan ayıracağız. Sandıkta beraberlerse cenazede de olacaklar.”
“Bir istismarın ve kandırmacanın son bulmasını istedik”: Süleyman Soylu, yine ancak ‘ferman’ niteliğinde sayılabilecek son talimatıyla geçtiğimiz hafta Cumartesi Anneleri’nin 700. toplantısını iptal etti. Yıllardır süren ve polis müdahale etmediği sürece hiçbir olayın çıkmadığı barışçı bir gösterinin gerekçesini şöyle dile getirdi Bakan Soylu:
“Terör örgütleri Türkiye’de her zaman bir istismar içinde olmuştur. Kadın istismarı yaptılar, çocuk istismarı yaptılar, etkin köken istismarı yaptılar, mezhep istismarı yaptılar. Bugün terör örgütleri, bu odaklar eliyle bir başka istismar alanı peşinde koşuyorlar, anne istismarı. Yapılmak istenen çok açıktır. Annelik kavramı üzerinden bir mağduriyet oluşturup, hem teröre bir mağduriyet maskesi giydirmeye çalışıyorlar, hem de toplumu ayrıştırmaya çalışıyorlar.”
Cumartesi Anneleri değişmedi, AK Parti değişti
Hürriyet gazetesi yazarı Ahmet Hakan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Başbakanlık döneminde Cumartesi Anneleri’ni makamında ağırladığını hatırlatıp sordu: “O fotoğrafın çekildiği günden bugüne Cumartesi Anneleri açısından ne değişti ki… İçişleri Bakanı Süleyman Soylu böyle bir yaklaşım ortaya koydu?”
Bu sorunun cevabı belli: O zamandan bu yana Cumartesi Anneleri açısından bir şey değişmedi, fakat AK Parti açısından çok şey değişti.
O zamanlar AK Parti, Ergenekonculuğun, siyasi rakiplerini nefret nesnesi haline getirmek, onları halkın gözünde düşmanlaştırmak biçimindeki siyasi pratiğinin hedefindeydi… Şimdi ise o pratiği ödünç almış durumda ve bizzat kendisi siyasi rakiplerine karşı uyguluyor.
Aydın Ünal’ın ‘reformları sağlam kazığa bağlamak’ için önerdiği formülün mantığı doğru, temennisi de yerinde, fakat İçişleri Bakanı böyle olan bir hükümetle önerdiği ‘uzlaşma’ nasıl sağlanacak? Bunda hiçbir sakınca görmeyen bir iktidar partisinin Ünal’ın temennisini yerine getirmesi mümkün mü? Nihayet, böyle bir bakanın hukuk dışı çıkışları karşısında sadece gülümsemesini dizginlemeye çalışan bir medyamız varken bu iş nasıl olacak?
Olmayacak tabii ki…