8 Kasım, dünya Radyoloji günüymüş, bilmiyordum.
Zaten artık 365 günün en az bir kutlaması/anması var, bazı günün birkaç anması…
Bende’niz de hınzıriyegah makamından eklemeler yapıyorum, oluyor size her güne beş anma/hatırlama, çarparsak 365 dünya günü ile, epey anma ediyor, biz işimize gelen, bize yakın gelen ve kutlayıp anmaya değenden sözedelim bari…
( X ışınları deyince, kiminin aklına Madam Curie düşer, değil oysa, madam Toryum’un radyoak tif özelliğini buldu, Radyum’u ayrıştırdı.)
Tıbbın vazgeçilmezi röntgen ışınlarını Conrad Röntgen bulmuş, bu buluşuyla 1901 Nobel fizik ödülünü almış, elbet ışınlar da onun adıyla anılır olmuş, röntgen ışını diye. Bu ışınlar, hastalık sağaltmada kullanılıyor. (Elbet röngen teknisyenlerinin canına okuyor…Uzun süre hastanelerimizde kurşun duvarla yalıtılmayan çekim odaları, hastayı iyi ederken, çalışanları hasta etti. Bitişik odada, yahut üst kattaki çalışanlar, ille de hamile personel ve çocuklarında sıkıntılar ortaya çıktı, bunlar da X ışınları mucidi ve karısının ışınların gazabına uğradığı gibi, röntgen gazisi oldu.)
1845 yılında Almanya’nın Remscheid kenti Lennep ilçesinde dünyaya gelen Conrad Röntgen, ilköğretimini Hollanda ve İsviçre’de yaptıktan sonra, 1865’te Zürih Politeknik Üniversitesine girip, üç yıl sonra makine mühendisi olarak bitiriyor. Fizik profesörü olması sonraki yıllarda…
X Işınları olarak da bilinen röntgen ışınlarını bulmasına rağmen fakirlikle boğuşmuş. İlkin kaderle boğuşmuş, çünkü denek olarak kullandığı ve çekilen ilk röntgen, onun eli olan karısı, habire ışına maruz kalınca kanserden ölmüş. Röntgenini okuyunca, bunun boylu ve kalın bilekli bir kadın olduğunu anlıyor insan. Sağlam kemikler ve kalın bilekler, belki o da bilim kişisiydi, değilse de bu sağlam kemiklerle (bilim kişisi olanın bile üstüne farz olan, kaçılamayan) ev işlerinden yüksünmemiş olmalı…Kadıncağız osteoporoz olma ve yaşlanma şansı bulamadan, kocasının bilimsel deneği olduğu için, hastalanmış, ölmüş…Ardından Herr Röntgen de aynı kaderi paylaşıp, dört yıl sonra, 1923’te o da ölmüş. Bedel büyüktür, bunu röntgen çektiren kimse düşünmez, nerden düşünsün?
Öğretim üyeliği görevinin yanı sıra araştırmalar da yapmaktaydı. 1885 yılında kutuplanmış bir geçirgen hareketinin, bir akımla aynı manyetik etkileri gösterdiğini açıkladı. 1890'lı yılları ortalarında çoğu araştırmacı gibi o da katot ışın tüplerinde oluşan lüminesans olayını incelemekteydi. "Crookes tüpü" adı verilen içi boş bir cam tüpün içine yerleştirilen iki elektrotdan (anot ve katot) oluşan bir deney düzeneği ile çalışıyordu. Katottan kopan elektronlar anoda ulaşamadan cama çarparak, floresan adı verilen ışık parlamaları meydana getirmekteydi. 8 Kasım 1895 günü deneyi biraz değiştirip tüpü siyah kartonla kapladı ve ışık geçirgenliğini anlayabilmek için odayı karartıp deneyi tekrarladı. Deney tüpünden 2 metre uzaklıkta baryumplatinocyanite sarılı olan kağıtta bir parlama fark etti. Deneyi tekrarladı ve her defasında aynı olayı gözlemledi. Bunu mat yüzeydengeçebilen yeni bir ışın olarak tanımladı ve matematikte bilinmeyeni simgeleyen X harfini kullanarak
"X ışını" ismini verdi. Sonradan bu ışınlar, "Röntgen ışınları" olarak anıldı.
Bu buluşundan sonra Herr Röntgen, farklı kalınlıktaki malzemelerin ışını farklı şiddette geçirdiğini gözlemledi. Bunu anlamak için fotoğrafsal bir malzeme kullanıyordu. Tarihteki ilk tıbbi X ışını radyografisini de (Röntgen filmi) yine bu deneyleri sırasında gerçekleştirdi ve 28 Aralık 1895 yılında bu önemli keşfini resmi olarak duyurdu. Ancak X ışınını bulduğu zaman deneylerinde elini kullandığı için aşırı dozda X ışınından parmaklarını kaybetti.
Olayın fiziksel açıklaması 1912 yılına kadar net olarak yapılamasa da, buluş fizik ve tıp alanında büyük heyecan ile karşılandı, çoğu bilim adamı bu buluşu modern fiziğin başlangıcı saydı.
X Işınlarını buldu, Herr Röntgen, deneği olan karısını kaybetti, kendi de ilkin parmaklarını kaybetti, eşinden dört yıl sonra da hayatını…İlk fizik Nobel’ini aldı, ama, birinci büyük savaş sonrası enflasyon canına okudu, yoksul düşüp, öldü.
Karısının içini en net gören adam…İlkin elinin dibini gördü…
İnsanın negatifi olan bu kara sayfaya düşen ak resim, kemiklerin resmi, kime ne söyler?
Tamam, ortopediste ve öteki dal doktorlarına hastalık hakkında çok şey söyler, ama, kimse, hatta mucidi bile, sevdiğinin yahut kendinin röntgenini duvara asmaz, saklamaz, niye böyle bir şey yapsın?
Eskiden hemşire okulu öğrencileri servislerde atık malzeme olan filmleri ilaçlı suda ağartır, iki kat filmin yan duvarını gene film, ama, bombelettikleri birkaç santimlik filmle kapatır, arasına saten kumaş ve kuru çiçekler koyup, kurdela ile diker, üstü kapaklı kutu yaparlardı.İçine lokum koyulurdu, yahut mektup, saklanası mektuplar…
Röntgencilik, ayrı iş, ki biz bunun iyi örneğini Fetö nam hainler çetesinde gördük, yıllar boyu röntgencilik yaptılar , bulduklarını kendi çıkarları için kullandılar, sonunda silahı üstümüze çevirdiler, yetmedi, bombaladılar. Hoş, sonunda süngüleri de düştü, parmakları da, herbir şeyleri de…Röntgencilik masumane, çapkınca bir anlam taşıdığından öte, asıl bu demek oldu…Tabii işin bu faslını herr Röntgen düşünmemiştir, o bilimin, fiziğin, X ışınlarının ve karısıyla parmaklarının derdine düşmüş, büyük bedel ödemiş…
Kemiklerimiz, oysa en derunumuzdaki kökümüz…Olsun, kimse ne kendininkini ne sevdiğinin röntgenini saklamaz, asmaz, okutur atar… Zaten aşk röntgen ışınlarıyla bile yakalanmıyor, aşk denen de ışının x’i gibi değil ki, bir sürü x ve y faktörü var, aşk çok bilinmeyenli bir denklem… Röntgen onun sırlarına vakıf olamaz ki…
Belki onun mucidi de önümüzdeki yüzyıllarda çıkar…
Röntgen ışını denende, aklıma hep aynı anektod geliyor, rahmetli Aziz Nesin söylemişti, Tarsus’ta bana söylemişti, sonra aleme de söylemiş olabilir:
‘Yazar olmak (elbet sahicisini kastediyordu) Kilimci, insanın en yakınlarını bile X ışını tutulmuşçasına, en derinliklerine kadar, en sahici haliyle görebilmek demektir…Bu insana acı verir, büyük acı verir. Görürsün, o röntgen filmini okur, anlarsın, değiştiremezsin…’