Biz kiiiim, zât’ınıza mektup salmak kim? Bunca yüzyıldan sonra üstelik…
Anılmadığınız gün yok zaten, ama, bu fakir epeydir size döndü yüzünü. Ne hikmetse bu merak? Belki şehirler kötü yönetimler elinde, hepsi de niyeyse yüksek (!) olan mimarlar marifetiyle içinden çıkılmaz hale getirildiğinden…Makamı engin bir siz kaldınız üstadım…
Okuyup duruyoruz, kitapları, dergileri, farklı kaynakları, ki bazıları sizin hayal bile edemeyeceğiniz türden bu kaynakların, tık diye ulaşılıyor, ama, eğrisi doğrusundan fazla…
Derken, yazmaya gene de ürkerken, aaaa bir de ne görsek, bugün doğduğunuz günmüş… Leonardo da Vinci de 15 Nisan’da doğmuş, kutlu bir günmüş bu tarih.
‘Cihanın başmimarı ve devranın mühendisi, emsalsiz Sinan’ diyor, Sai Çelebi, sizden için, kendi yaptığınız ürbenizdeki kitabede…‘Tüm üstadlara yol gösteren de odur, dağlarla çöllere boyun eğdiren de…/ ../Tanrı onu üstün yeteneklerle donatmış, yüreğine başka haller koymuştur.’ Derken, haksız mı?
Babanız duvarcı ustası Hristodulos, siz onun ve ananız Anna’nın ilk çocuğusunuz. ‘Günlerden 15 Nisan 1489, öğleüzeri bir oğlum oldu, adını Jozef koyuyorum.Marangoz ve sanatkarların azizi adına.Ulu Tanrı’nın hizmetkârı olarak uzun ve yüce bir ömür diliyorum ona’ diye not düşer duvarcı Hristo usta, defterine.
Anadolu köprüsünün ortasında bir dağ köyünde, sönmüş volkanın dorukları altında doğup, yaşınız on sekize değmeden daha taşa, ağaca hükmetmeyi öğrenmişsiniz.
1512 yazında Yavuz Han saltanatı başladığında, devşirme bir delikanlı olarak başkent Istanbul yolundasınız.Yaşınız 23. İkiniz de bilmiyorsunuz henüz, kaderin ne yüce bir yazı yazdığını, doğduğunuzda size ömrü uzun olsun şerhi düşen babanızın siz padişaha hizmet ederken şanı zamanlar aşacak, hem hayatta hem ahirette ana babanıza da size de yetip artacağını bu şanın,elbet düşünemeyeceğini…
Boş oturmak size haramdı. Bir asır boyu çalıştınız, mimari hayalleri gerçek kıldınız, ustalığınız elli’nizden sonraydı, zamanlara nasıl sığaydınız?
Abdülmennan oğlu Sinan’dı nâmınız. İmparatorluğun önce Yeniçerisi ardından mimaran eri olmadan önce, şehadet getirip tevhidi kabul ettikten sonra, çıraklık eğitiminizi üstlenen efendinin Bursa’daki çiftliğindesiniz, üç yıl boyu.Bu ad onun. Siz Abdullah oğlu Yusuf olarak devşirildikten sonra, Yeniçeri ağası Sinan Abdülmennan olarak kayda geçiriyor, adı gibi ihsanı bol Rabbin sancağını küffara karşı dalgalandıracak mızrak olasınız diye…
Hem bu ad size yaraşmış, hem siz, adınızla, hünerinizle aklınızla imparatorluğa yaraşmışsınız. Sizi doğuran kutlu kadına, malayı, keskiyi, taş bıçağını, ağaç işlemeyi belleten babaya ne mutlu.Cevheri görüp kapıp götürenlere, Yeniçerilikten mimariye yol verenlere ne mutlu…
Nakkaşından mimarına, ustasından çini sanatçısına, Matrakçı Nasuh’undan, matematikçisine, yolunuzu açanlara, sizi farkedip yücelten padişahlara insanlık ödenmez borçlu…
Osmanlı topraklarını bezerken siz, taşı konuştururken, mimariyi ve İslamı yüceltirken, gönül çırağı, mimarinin ustası olarak tamam yüz yıl ömür sürerken, âlem neler demiş sizden için: ‘Ayn-ı âyân-ı mühendisin/ Zeyn-ı erkân-müessisin/ Üstad-ı cehabizetü’z zaman. / Reis-i cehabizetü’d devran./Öklidis el asr-ı ve’l-evân/ Mimar-ı sultanı ve muallim-i hakâni…’
(Mühendislerin gözbebeği/ büyük kurucuların süsü/çağının bilginlerinin ve bütün çağların ustası/kendi çağının Eukleides’i/ Sultanın mimarı ve imparatorluğun öğretmeni.)
Irakeyn seferi sonlarında Bağdat’ta Ebu Hanife’nin yitik kabrini bulduğunuzda, Abdülkadir Geylani Hazretlerinin makamını yenileme ve kabri yenileme işlerini üstlendiğinizsıra Şam ve Kudüs’te gördükleriniz,Baalbek’teki Heliopolis Jüpit tapınağı ve Irak şehirlerindeki sahaflardan bulduğunuz kitaplar, Bağdat El-Karh mahallesinde kurulan kitap pazarları sizin için hazinedir, ancak bütçenizi zorlar, servet tutan kimi kitaplar.Hüsrev Paşa yetişir, camiini tamamladığınızdan memnun,sahafa sizin bilginizi bin kata çıkartacak kitapları armağan etmesini buyurur. (Kaynak:M.Coral, ‘Işıkla Yazılsın Sonsuza Adın’)
Eşinizin adı sahiden Gülruh mudur? Bilinmez? Ellisine yakın evlendiğiniz, onun 17 sularında bir hekim kızı olduğu sahi mi? Size beş evlad verdiği peki? İkinci eşinizin size iki kız evlad verdikten sonra öldüğü?
Ne önemi var?
Önemli olan arayışın hiç bitmeyeceği, son nefese kadar…Bu yücelikle 99 yaşta bile dünyayı yeniden kurabilecek hayal ve gerçeğin gücüne sahip olma ayrıcalığı ruhunuzun, aklınızın hangi farklı yaradılışındandı? Ondan mı kafatasınızı çaldılar? Açıp içine baktılar? Ve neden yerine koymadılar? Ölümünüzün ardından 347 yıl geçti, Türk tarihini araştırma kurumu üyeleri Süleymaniye külliyesine gelip, mezarınızı açıyor.bedeninizi dağılmış, kafatasınızı sağlam bulunuyor.Antropolog ölçüp biçiyor, brakisefal kafatası olduğunu kayıt altına alıyorlar. Kurulacak antropoloji müzesine konacağı söylenen kafatasınızın kayıp olduğu yazıldı çizildi.
Tıpkı Alaaddin Keykubat ve İkinci Kılıçarslan’ın kafataslarının da kayıp olduğunun söylendiği gibi…
Toprağınız ağır gelmesin sakın…Ustalık eserini seksenli yaşlarda yapan insanüstü sanatkar, sizi adaşınız ve meslekdaşınız Mimar Sinan Genim anlatırken, ‘çıraklık eserim dediği Istanbul Şehzade Camii’ni ellili yaşları ortasında, kalfalık eserim dediği Süleymaniye Camii’ni altmışlı yaşlarında, ustalık eseri Edirne Selimiye Camii’ni seksenlerinde yaptığı gözönüne alınarak, sağlıklı, çalışma aşkıyla dolu uzun ömür sürmenin önemini’ vurgulamadan edemiyor.
9 Nisan günü sizin yapıtlarınızın tanınması ve korunması için gerekli araştırma ve geliştirmeyi desteklemek amacıyla, sizi anma ve mimarlar günü kutlanıyor.
Yazılı görsel basında öne çıkarılabilir, çocuklardan başlayarak hepimize ders olarak anlatılıp öğretilebilirdiniz. Sizin üstünüzden yanlış hikayelerin gerçek sanılacak kerte söylenip, yazılıp durması, tarihin yanlış yazılması böylece önlenebilirdi. Bugün sizin doğum gününüz, ne mutlu bize ki topraklarımızda doğdunuz ve imparatorluğu, mimari tarihimizi yücelten bir doruk oldunuz.
‘Ey iden bir iki gün dünyâ sarayında mekan/ Cây-ı asâyiş değildir âdeme mülk-i cihân/…/Yüzden artık ömür sürdü âkıbet kıldı vefât/ Yattı yeri Hüdâ kılsun onun bağ-i cinân/…/Rıhletinin Sâi dâi dedi tarihini/ “Giçdi bu demde cihandan pir-i Mimâran Sinan.”/Rûhı içün fâtiha ihsân ide p’ir-ü civân’ (Mustafa Sai Çelebi. Sinan Türbesi kitabesi)