Geçenlerde şehirlerarası otobüs yolculuğunda daralınca, televizyonda kayıtlı müzik türlerinin hiçbiri sarmayınca, sizin adınıza açılmış kayda girdim, yolculuğun nasıl geçtiğini anlamadım.
İzmir Karabağlar’daki evinizde sizinle söyleşiye de gelemedim zaten, en çok buna yanarım.
Ardınızsıra ne güzel sözler ettiler, yaşıyorken de edildi, ama, gönül daha rahat olduğunuzu, hiç gurbete düşmediğinizi, o güzelim türküleriniz gibi bir hayat sürmüş olmanızı dilerdi. Hoş, türküler, garipler ağıdı, ağızsız dilsizlerin pulsuz dilekçesi değil mi, sürüp tükettiğiniz hayat da türkülere yaraşır bir hayat, kalp pare pare, yoksulluğa yok çare, hasiretliğe ve âşıklığa da…
Çekisiyle, umuduyla, gayretiyle, bozkırda açan çiçekten bozkırın tezenesi olmaya evrilen hayatınızla, türkülerin ve çilelerin ustası, abdalların sonuncusu ve en esaslısıydınız.
Eli saza düşmeye teşne insanımızın çoğu çalıp söylerken, çile de bu Anadolu toprağında kimseden esirgenmezken, neydi sizdeki tılsım, sizi diğerlerinden ayıran?
Bozkır mı? Yoksulluk mu? ‘Ekseriyetle gezginci’ abdallık mı? Ciğerinizi köz eden âşıklık mı?
Gönül susazdığında Anadolu’nun binbir gözeli şiir pınarlarından su içmek mi?
Muharrem Ertaş gibi bir ustadan el almak mı?
Küçük yaşta şiir söylemeye başlamışsınız. Yetmemiş, pazarlarda şiir satan tellallardan da şiir satın almış, sözlerine türkü yakmışsınız.
Şiir pazara çıkmış, alıcısı var, türküsün diyen var…
Şiir yazarı şair, vardı, İzmir’de gördüydüm, koca çantasını taşır, içindeki daktilo edilmiş şiirlerini satardı. Kimbilir, İzmir’de yaşarken ya da başka yerlerde ona da rastgelmiş, şiir almışsınızdır siz de. Bu pazaryeri şiircisi tellallardan alıp da türkü ettiğiniz, bir Zahide diye biliyorum, Çiçekdağı’nın oralarda bir uzun şiir olarak geçmiş elinize, bir de Acem Kızı…Acem kızını, Selli Yusuf’un dörtlüklerinden tanımışsınız, iki dörtüğünü kendinize göre havalandırmışsınız, arkası gelmiş, şöyle gelmiş: Fransa mı, Belçika yoksa Almanya mı, yalan olmasın oralarda bi yerde, bi meyhanede ahbaplarla otururken, kapıdan şah gibi bir güzel girmiş. Kalbe de girmiş, güzel olana bakılma mı? Selli Yusuf dörtlüğüne siz de dörtlük eklemiş, türkü söylemişsiniz, Acem kızı sizden de bihaber, türküsünden de…Dünyaya gelip de âşık olmadım diyen, size göre yalan söyler. Bir var ki, aşkın abdallığı size düşer.(B.Bilge Tokel/N.Ertaş kitabı)
Kars’ın Sipkor köyünde 1917’de doğan Canani mahlaslı Ahmet Çelik’indir oysa, şiir.(Kaynak: Mehmet Gökalp’in ‘Halk edebiyatında hatalı söyleyişler’ incelemesi)
Çukurova’da usta malı çalıp söyleyen âşıklar davet edilirmiş bi vakitler, ağa düğünlerine.
Bu, bütün Anadolu için sözkonusu.
Siz de kendi yazdığınız yahut satın aldığınız şiirlerin dörtlüklerini havalandırırken, ilk şairin dizelerine dizeler eklerken, abdal geleneğinin gereklerini yerine getirir ve kendinizi geliştirir, çalıp söylerken, kimi şiirlerin, misal, seher vakti çaldım yarin kapısın’ın sözlerinin Şarkışla Kılıççı köyündeki Aşık Agâhi’ye, Kova kova indirdiler yazıya’nın Aşık Kerem’e, Ahu gözlerini sevdiğim dilber’in Karacoğlan’a, Zahidenin ilk dörtlüklerinin de Kırşehir Ortahacıahmetli köyden Arap Mustafa’ya ait olduğu söylenir. Varsın öyl’olsun, sizinle kanatlandı o şiirler, siz de şiirle kanatlandınız, biz hepimiz sizinle kanatlanıp gönendik…
İnsanın derdinin büyüklüğünce güzelleştiğini sizden öğrendik, siz söyleyince öğrendik.Derd güzelleştirirmiş insanın kalbini. Bir gülüşten bin sıcaklık alınca siz, anlarmışsınız ki o kişinin derdi çok, daha bi severmişsiniz, o birini, derdiyle güzelleşeni…
Geçen yılın Eylül’ünde adınıza bir kültür sanat festival başlatıldı, Cumhurbaşkanı himayelerinde. Sizle muhabbeti malum…
Size muhabbeti olmayan, türkülerinizle içlenmeyen,düşünmeyen var mıdır?
Bu nasıl bir mayadır böyle?
Her yıl dünyaya vedaınız gününde bir mahsunluktur çöker, bilmem niye? Sizsiz geçen zamanda, beş yıl mı oldu, bir anı paylaşmışım, bir paylaşan gani gönüllüden alıp da, şimdi unuttum yerini, tarihini, bitmez bir işin üstlenicisi işadamı demişkine işçilere; ‘ bu işi hızlandırın, Neşet ustayı getirip çaldırmayan namerttir.’ Elbet iş bir solukta bitmiş, size haber salınmış, ne para isteseniz verilecek, yok, hayır, parada pulda gözünüz yok ki…Gelip çalıp söylemişsiniz, bedeli, en garip ikisinin hem de o işadamının işyerinde değil, belediyede, çıkarılmamak kaydıyla işe koyulmasıdır…Gerçekleştirilmiş bu dileğiniz…Bilemem doğruluğunu, ama, hayalse de, yakıştırmaysa da güzel, size yaraşır bir hal…
Nasıl selamlıyordunuz halkı? ‘Gonullerinizin hızmatçısıyım.Ayaklarınızın turabıyım.Azım çoğum, neyim var neyim yok, ne gözün ne kulağın karnı olmazmış.Herşeyin azı datlı olurumuş. Alayınız geldiniz buraya, sözüm var, saygım var.Aynı mutluluğu tadıyok. Türkiyeme geldim, 28 sene her memleketi dolanıp, ordaki işçilerin düğünündeydim. Bu memlekette yoğudum, şimdi memleketime geldim.
Azımı çoğa sayın…’
Nurlarda yatasın ermiş Neşet Ertaş.
‘Sevda sır’ınan olur’ dedin ya, birliği edeple savunup bir engin gönül sazınan kalpleri helak ettin ya, helal olsun sana, esaslı adamlığına…
Sazın’ınan cenk ettin, yalan dünya’yınan cenk ettin, yılmadın, yıkılmadın, dosdoğru ve merhametli olmaktan kesilmedin. Sonunda ‘üstadların üstadı’nın kapısına vardın, hoş gelişle buyur edildiğine inanıyoruz.
Biliyoruz, hep dediğini diyorsun oradan da:
‘Darda kaldım diye umutsuz olma/ Yok iken dünyayı var eden vardır.’