Siz tarihin, hem kadınlar tarihinin hem insanlık tarihinin soylu tohumları,güçlü şıvgalarısınız. Direnişin, kendinin yanı sıra hemcinsinin de hakkını aramanın, dünyanın hakkından gelirken üstelik, diğerlerine de yol açarak sonrakilere köprü olmanın esas oyuncularısınız.
Havva anamızdan günümüze siz gibi öncü kadınları tanımayı, kavgalarına tanık olmayı nasıl isterdim, ey öncü hanımefendiler, bir bilseniz…
Haydi bildik dönemleri, son birkaç asrı anladık diyelim, antik çağ ve ondan da öncesinde nasıldınız, hangi işlerin belini büküyordunuz, kimbilir?
Sizden çoğalan insan kızları, insan oğullarıyız, ama, insanların doyduğu, okuduğu, mutlu olduğu, savaşların ve mülteciliğin olmadığı çağlara iç huzuruyla ulaşamadık hâlâ…
Dünyamız hâlâ yaralı, insanıyla, altıyla, üstüyle, gökte uçar kuşuyla…
Gezegenimiz, insanlarından sebep mutsuz… Sebebolanlar utansın…
1833’de doğup,1919’da ölen siz Hedwıg Dohm, diğer öncü kadınların çoğu gibi, varsıl bir ailede yetişmiş bir düşünürsünüz. On yedi kardeş içinde yalnız olsanız da silahınız kaleminiz. Cinsiyet eşitliğini savunan sosyalistlerin bile kadın özgürlüğüne sıcak bakmayışından yakınıp durmuşsunuz.
Bebel kadın özgürlüğünü programına alan ilk kişiyken, Marx ve Engels için kadın sorunu diye bir şey yok’ bile demişsiniz. Kendi döneminizi’ her şeyin değişken olduğu temel doğa yasasından bile habersiz, ezberlenmiş insanlık’ olarak tanımlamışsınız…
Ezberlenmiş insanlık ha, doğru, şimdi de dünyamızın içinden geçmekte olduğu dar geçit tıpkı böyle… Ezberlenmiş insanlık, unutulmuş merhamet, varsa kendim yoksa kendim, gayrısı önemsiz…
Kadın hareketlerinde eylemci, örgütçü olmasanız da kızlarınızı meslek sahibi yapıp kadın hakları için kavga yazıları yazmayı sürdürmüşsünüz.
Size göre kadın hareketine karşı çıkan dört erkek tipi var: Antifeminist olarak tanımladığınız bu ‘geri kafalılar’ın ilki, zamanın ne zaman olacağına bile kendi karar veren, ikincisi, evdeki gereçleri kadının aktif olarak kullanmasından korkan,dördüncüsü ‘aktif egoist’ ki bunlar iş hayatındaki gücünü görüp korktuğu ve evdeki huzuru kaçacağı için kadını istemeyenler… Son grup ise, ‘centilmen taslağı. Anlayışlı kavalye müsveddesi olanlar. ‘Anlayış kisvesine bürünüp kadına hükmeden sahte bey’fendiler…
Kadın özgürlük bildirgesine karşı olan bunlardan biri, ‘tüm ülkelerin evde kalmış kızları, birleşin’ sloganını bile önermiş…
Bir önceki kuşaktan Fanny Lewald sizin de babanız bi tuhaf, sizdeki aklın bir oğlan çocuğunda, kendi oğullarında olması gerektiğini öne sürüp, öyle olmadığına hayıflanıyor. Anneniz, bilgili ama gündelik çevikliken uzak bir kadının can sıkıcı ve gereksiz olduğuna inanan biri. Bu anneye rağmen kızlarının kitap kurdu oluşuna şaşıyor insan… Siz kitap kurdu oluyorsunuz ama bu özelliğinizin sizin koca bulma şansınızı azaltacağını düşünüp üzülüyor kadıncağız. Oysa Fanny, siz bir öncü kadın olarak 1832’de bağımsızlık, daha bağımsızlık, daha çok bilgi ve kadının zorla evlendirilmemesi gerektiğini savunuyorsunuz, çoktan…
Dergi çıkaran bir yakınınızla mektuplaşıyorsunuz, o zaman mektup önemli eylem aracı.Başkalarına okunur,ödünç verilir,kopyalanır, saklanır…Yetenek. lisiniz, ama, o öyle istiyor diye de,babanızın adıyla yayınlamıyorsunuz, yazdıklarınızı… Bir romanınızda burjuva eğitimine salt kadınların kurban edilmeğini, erkeklerin de bu eğitimin dolaylı kurbanı olduğunu söylüyorsunuz. Hayatınızın son döneminde evli,beş çocuklu bir adama aşıksınız…
Birlikte uğraş verip evleniyor, bir edebiyat salonu kuruyor, geçinip gidiyorsunuz, neyse ki mutlusunuz…
1800’lerin başlarında yaşayan Mathilde Anneke, siz ‘akıl’ diyorsunuz, önce o…
’Akıl bize özgür olmayı emreder. Mutsuz olan, evli olandır.’
Hayatınızı yazarak kazanmak isteyince, başta şiir olmak üzere, her türde yazıyorsunuz. Ne dönem imiş o, şiir yazarak, yazıyla geçiniliyormuş…
Dönemin erkek şairlerinden biri çıkıp, ‘şiir artık kadınlara kadar düştü’ diyor ve şiirinize de size de karşı çıkıyor. Yoksul erkek şairlerin kraldan emekli maaşı istemesi doğal karşılanırken, kadının şiir yazması bile yasak…
Kendi derlediğiniz dua kitabının ön yüzüne,’İnsanın zorda kalınca yarattığ ı Tanrı’dan’ ibaresini düşmeden edemiyorsunuz.’Erkekler uyanıp da düşünmenizi engelleyen ninniler söylüyor size’ diyerek hemcinslerinizi uyarıyorsunuz.
‘Gözünüzü açsanız sürekli aldatıldığınızı, öğretilenle yasaklananın çelişkisini görürsünüz,’ diyorsunuz. Yedi çocuk anası oluyorsunuz, kadın hakla rının kazanımında çalışıp, Emekçinin Sesi gazetesini çıkarıyorsunuz.
Almanca basılan ilk feminist gazeteyi Amerika’da 1852’de çıkaran da sizsiniz. Kadınların seçim hakkı için verdiğiniz kavga, ölümünüzden 35 yıl sonra hedefine ulaşıyor.
W. Wolf ya siz nasıl hatıra gelmezsiniz, öncü kadın denende?
Ailenizle ev gazetesi çıkarsanız da,eğitim erkek kardeşlerin hakkıdır.
’Bir kadın hayal ürünü şeyler yazacaksa, kendine ait bir odası ve parası mutlak olmalı’derken,haksız mıydınız?Kadınların milyon yıldır oturduğu ev lerinde yaratıcı güçlerinin evin dört duvarınca emildiğini söylerken de haklıydınız…
Yaratıcı güç ancak bağımsızlıkla açığa çıkar.
Bettina Von Arnim siz de yedi kez doğuran öncülerdensiniz.
Haklarının gasp edilmesinden dokuz doğurulan o dönemde, kadın hakları sözcüsü, savunucusu öncü kadınlar, doğurup büyütüyor, ama, işlerinden geri kalmıyorlar.
‘Hayattaki tek kazancın, kendisi olarak kalmak olduğunu’ savundunuz hep, bunu söylerken1785 doğumlu olduğunuzu durup düşünmeli…
Yayınlarınız yüzünden kariyerine zarar verdiğinizi söyleyen oğlunuza yanıt gibidir, mektup kitabınız:
’Eğer tahtta ben olsaydım,dünyayı güleç bir yüreklilikle değiştirirdim’
‘Erkeklerin mantık dediği, hayatın sihrinin bozulması anlamına gelir’
G.Holstein, öncü hanımefendi, siz 17.yüzyılın sonlarında, çifte standart bir ahlak anlayışına ilk karşı çıkanlardansınız…
’Sorun sizin ne istediğiniz değil, benim ne düşündüğümdür’ demekten çekinmiyorsunuz. Mutsuzken bile başı dik olmayı buyurdunuz hemcinslerinize. Dünyanın hiçbir gücünün onu ezmesine izin vermemesini beklediğiniz kadınlardan.
46 yaşınızda sevgilinizden çocuk doğurdunuz, onunla evlenme gereği duymadan.
Köhne önyargılara karşı kitaplarınızla savaştığınız da elbet cezasız bırakılmadı…
Hamburg’daki bir Alman/Fransız lisesine adınızın verilmesine,’madamın çok ahlaksız bir kadın olduğu’ gerekçesiyle karşı çıkıldı…
Ya Beauvoir?. Madame , siz hep Sartre’ın hayat arkadaşı olarak nitelenseniz de, Sartre sizin hayat arkadaşınız olarak hiç nitelenmedi… Dünyanın erkekler dünyası olduğunu, kadın doğulmadığını, kadın olunacağını savundunuz.Feminizmden, sınıfsal çatışmanın yanısıra kendi özel talepleri için de savaşmayı anladınız. Annelik ve ev kadınlığı tipik kölelikti, çözümü savaşmaktı. Hiçbir şeyi kaçırmamakta, uyanık olmakta, en sıradan işin bile farkında olmaktı, çözüm de kurtuluş da…
Gençlikle yaşlılık arasında insan öğüten bir makine çalışır, size göre ve insanlar bundan kurtulabileceklerini ne hayal eder, ne de düşünür.
Kendilerinin öğütülmesini sineye çeker. Sözkonusu olan tüm sistemdir oysa ve tek bir şey istemektedir kadınlar: Hayatı değiştirmek!
Flora Tristan, siz 1803’te doğmuşsunuz. Ressam Gauguin’in büyükannesi olacağınızı bilmezken , çok gençken yani kadın hakları kavgası verirken .’İnsan hakları herkes içindir,yalnız erkeklere değil,’ işte bu başkaldırınızda çok haklıydınız hanımefendi..Erkek giysisine saklanıp da parlamentoya girmenize hala gülüyor kadın ulusu.’ Her kadını doğduğu anda ezmeye başlayan topluma saygı duymayı gencecik bir kızken bırakmakla’ pek iyi ettiğinizi düşündünüz, hayat boyu.
Hayatınız hep karşı çıkmakla, savaşıp direnmekle, haklar ve kadından yana yasaların çıkması yolunda döğüşmekle geçmiş.
Kadın sığınma evlerini 18.yüzyılın başında ilk öneren sizsiniz.
Yalnız yaşayan kadınların alt sınıftan sayılmamasını, büyük kentlerde okuma odası, eğitsel yardım ve konuk evleri açılmasını da siz önerdiniz.
Ailenin de kadının da mutluluğu özgürlüğe dayalı hukukla olası, size göre. Kendileri de aynısını uygulamadığı sürece bekareti erkeklerin kadına zorla dayatması, size göre kabul edilemez.
Düşüncelerinizi, kendi çıkardığınız Emekçilerin Birliği’nde yayınlıyorsunuz. İnsanların birleşmesinde tek yol erkek ve kadın hakları eşitliği, siz bu yüce düşünceler peşindeyken varlıklı beyler size mektup yazıp, metres olmanızı öneriyor.
Yalnız kadına oda vermeyen otellerden geri çevriliyorsunuz.Düşünce ve önerileriniz Marx ve Engels’in yazılarında geniş yer bulsa da her ikisi de bu görüşün kaynağı kadından sözetme gereği duymaz…
‘Doğru hayat, yani hayat asıl ne zaman başlar?’ diye sormuşsunuz, siz Rosa Lüxemburg,’yoksa yanından geçip gidilir mi?’
Kimbilir…Bunu aslında doğru zamanda nasıl doğulur, doğru aileden, doğru ülkede, diye sormak gerekmez mi? Sonraki her şey bu temel üstünde yükseliyor çünkü.Hatta kadının ne çapta bir kadın olacağı, olup olamayacağı bile, babasıyla ve ülkesiyle doğrudan ilişkili değil mi?
Hayatlarımızın ilk yarısı baba ve erkek kardeşler, ikincisi de koca ve oğullarımızla heba olmuyor mu?Yahut onlarla gönenilmiyor mu?Bizim gibi ülkelerde elbet baba kadar demokrasinin de etkisi oluyor ömürlerimizde, yahut demokrasiden mahrum bırakılma hallerinin, eğitimsizliğin, törenin, şiddetin…
Sizden asırlar sonra yayınlanan, ‘Dünyayı Değiştiren Kadınlar’ı okurken (Varlık yayınevi) çoğu zaman imrensem de, sizler yaşadığınız ve direndiğiniz için şimdi kadınların farklı yerde olabildiğini, ama, eğer farklı ve geri ülkelerde dünyaya agelmiş olaydınız, ömrünüzün nasıl biçimleneceğini düşünmeden edemedim.
Gene dünyadan iz bırakıp mı geçerdiniz, yoksa bambaşka kaderlerin izi ni mi sürerdiniz?
Bizim öncü, farklı kadınlarımızın günahı neydi? Eli yazıya düştü diye baba, koca evinden kovulanların,aç kalınca çamaşıra, ütüye giden, tığ işi yapanların, çevirdiği kitaba adını, kocası adıyla bile değil, ‘bir kadın’ diye yazan, misal?
İnsanlık kadınla var, kadınla tamam, onunla güzelleşerek.
Erkek, bırakın kadını,kendi rahatı ve mutluluğu yanında dünyanın da iyiliği için kadını hoş tutmalı,onunla dansını güzel etmeli, söyleşisini güzel kılmalı. Bu en büyük söylemler ve politikalarda da böyle, en basit ev içi ayrıntıda da.
‘Bunun için daha kırk fırın ekmek yemek gerek’ mi diyorsunuz?
Belki sorun hep ekmek yemektendir…