Ana SayfaYazarlarSevgili Zeki Müren

Sevgili Zeki Müren

 

Siz  ülkemiz insanları için artık türü tükenmiş bey’fendilerdensiniz. 

 

Elbet Türkçe’yi en güzel konuşansınız da. Öyle olmasa, Ecevit ardınızdan;’hem şarkılarında hem söyleşilerinde Türkçeyi olağanüstü bir zerafele kullanırdı.O, dillerde ve gönüllerde bir şarkı gibi yaşayacak’ der miydi? 

 

Ve siz Bodrum’da yazıldığınız yalnızlığınızda, hayatınızı tartıya koyulup dünyanın yalan olduğunu kavrayınca, halkın size yakıştırdığı ‘Paşa/ sanat güneşi/batmayan güneş’ nitelemelerinden batmayan güneş için, ‘elbet ben de batacağım. Ölüm, korkulacak bir şey değil, bence’ der miydiniz? 

 

85 yıl öncesinin 6 Aralık’ına gidelim mi? Haydi gidelim, buyurunuz… 

 

Bursa şehri, Hisar semti, Ortapazar Caddesi’ne gidelim. Tophane kulesi karşısındaki iki katlı, dokuz odalı eski konağa, kapısında 30 numero yazar… Sabah ezanı okunmaktadır, baba dedeniz Hacı Murad efendi az önce dünyaya teşrif eden sizi kucağına almış, kulağınıza dini musikiyle bir dörtlük okumaktadır. Sesi çok güzeldir, hem anneniz Hayruş hanımın, hem onun babası hacı Mehmed efendinin.  

 

Babaanne Hayriye hanım, ki adınızı koyandır, sonradan sizi uyuturken, ‘Medine’den bir er uçtu/uçtu da Bursa’ya düştü/Görenlerin aklı şaştı/Emir Sultan hu hu/Benim şeyhim hu/ Sağ yanında oğlu yatır/Sol yanında kızı yatır/Var kendini nur’a batır/Emir Sultan hu hu/ Benim şeyhim huu…’ ninnisini söyleyecektir. 

 

Hem genetik kayıtlar, hem ailenizdeki güzel/musıkili konuşanlar elinde siz ,siz olmasanız zaten olmazdı… Bu şehr-i Bursa’nın temeline bülbül sadası mı katmışlar, nasıl bir sihri var, bilinmez? Müzeyyen Senar’dan, Güzin Değişmez’e, Yıldırım Gürses’e, öncenizle sonranızla bülbül korosunda bir bülbül olduğunuzu söylemek, abartma sayılmasın… 

 

Gülgun Feyman’la, hani o Türkçe’yi en güzel konuşan usta spikerle 1984 yılında TRT ekranında söyleşirken, dede hacı Mehmet efendinin sesinin güzelliğini vurgulamıştınız ve arkadan hiç duymadığımız bir ninniyi, makamıyla söylemiştiniz, büyülenmiştik… ’Annesinin adı huri Münevver/ Ben ölürsem yavrum seni döğerler/ Döğerler de kara yere gömerler/Uyu ey tıfl melek şahım uyu/Uyu ey azizim, sultanım uyu/Akşam oldu yakamadım gazımı/Kucağıma alamadım kuzumu/Kadir Mevlam  böyle yazmış yazımı/Uyu ey tıfl melek şahım uyu/Ah uyu ey sultanım uyu.’ Mevla size güzel, revnaklı, şarkılı, şöhretli yazılar yazmış meğer… 

 

Hem İzmir Fuarı'ndan hem radyolardan gönlümüzü nakışlayan şarkınız, ‘Ana başta tac imiş/her derde ilaç imiş/Bir evlad pir olsa da/Anaya muhtaç imiş’ idi. Çoğumuz için bunu anlamak, anayı yitirince kısmet oldu. 

 

Kırk altı yıl müziğin doruğunda, üç darbe gördünüz, iki darbe girişimi. Çok sevildiniz, sevmekten gına getirmediniz, sevginin gereği olan kimi angaryalara çıtınız çıkmadı. Ne sekreteriniz oldu, ne menajeriniz ne de korumanız. 

 

Despot dediler, eşcinsel dediler, küfürbaz, eli sıkı dediler, tekzibi kendinize yakıştırmadığınız için sustunuz. 

 

Ben sizin hınzır/ yakası açılmadık fıkraları pek ustalıkla, zerafetle anlattığınız efsanesini merak ettim hep. 

 

Eğitim Enstitüsü'nde okurken hem eski Türk  hem yeni Türk edebiyatı öğretmenlerimiz, fuara geldiğinizde sizi dinleme ödevi verirlerdi bize. O karmaşık ve upuzun tekerlemeleri tek yanlışsız ve hızlı okuyuşunuz kadar, anadilimizi nasıl el üstü, göznuru, baştacı ederek, dinlemelere doyulmaz bir üslupla, bir müzikle, bir asaletle konuştuğunuzu, yanısıra aynı kısa metni altı farklı algıya yolaçacak ustalıkla nasıl dile getirdiğinizi görüp şaşmamızı, anlamamızı, bundan ders çıkarmamızı istedikleri için. Haklıydılar… 

 

Ölümünüze iki hafta kala TRT’deki ‘Batmayan Güneş’ belgeselinde ‘günün birinde halkın huzuruna çıkarsanız eğer, ister şarkıcı, ister spiker, ister tiyatro ya da sinema sanatçısı olarak, her kim olarak çıkarsanız çıkın, o halk huzuruna, ‘Türkçe’yi güzel konuşmaya çalışacağınızı’ dile getirmiştiniz. Çok güzel konuştum, en güzelini konuştum demeden, engin gönüllüce, bunun takdirini de aziz millete bırakarak…  

 

Daha ortaokula yazıldığınızda  solfej ve usul dersleriniz başlıyor…İlk geçtiğiniz şarkı ‘Gelse o şuh meclise’ ve şarkı/ gelmesi beklenen şuh yanında, ilk aşk çıkageliyor, yeşil gözlü komşu kızı. 

 

Istanbul Boğaziçi Lisesi'nde okurken daha, bir hafta sonu Bursa’da dedenizle gitiğiniz hamamda, güftesi sizin olan ‘Zehretme Hayatı Bana Cananım’ şarkısını besteliyorsunuz, on yediye yeni girmişken…Bu ilk besteyi 300 şarkının izleyeceğini seziyor olmalıydınız. Sizi radyodan dinleyenler ne bilsin, onların tek bildiği bu okuyuşla feleklerinin şaştığı olmalı… 

 

O zamanlar yapılan olgunluk sınavını Kabataş Lisesi'nde verirken, kaç şarkı bildiğinizi sorduklarında, ‘dört bin’ diyorsunuz…

 

Okulun, müziğin yanında hem tarih hem müzik ulularını yutarcasına okuduğunuzu, Beethoven, Schubert, Mozart’ın hayatını ezbere bildiğinizi, engin sanat bilginizi, Güzel Sanatlar Akademisindeki eğitiminizle pekiştirirken, bir yandan Yahya Kemal, Faruk Nafiz, Attila İlhan, Ümit Yaşar, yasaklıyken Nazım ve Necip Fazıl şiirlerini okuyup tutkunu olacak, dost toplantılarında şiirlerini okuyacaktınız… 

 

Güzel, soylu, sanat hükmündeki değerlere kayıtsız kalamıyordunuz, kadın ve erkek cinsinin güzellerin de elbet… Ama bunu da çirkinleştirmeden, şöhret amaçlı ve düzeysiz yapmadan… 

 

1955’in bir bayram günü Dolmabahçe Küçük Çiftlik Parkın’da sahneye edalı ‘Merhabaaaa’nızla ,beyaz frak, üstü incili papyonla ilk kez sahneye çıktınız.Giderek frak renk değiştirdi, pelerin takındınız, mini şort ve topuklu giydiniz, makyaj, oje, takı, dudakta rujla şaşırttınız.Devletin ayağını da gazinolara alıştırdınız, hayranınız Menderes’ten Bayar’a, hepsi sizi dinlemeye geldi. 

 

Gerçi siyaset sahnesinde akortsuz, aksak makamdan, sazendelerin detone olduğu bir düettir gidiyordu o sıralar ya… DP genel başkanı Başbakan Menderes'le ana muhalefet lideri İnönü arasında… 

 

‘Türkiye’de zulüm var, partizan yönetim memleketi ikiye böldü, tehlikeye işaret ediyorum’ di yordu, İnönü. ‘Dünün müstebit artığı bir baykuş, ötmeye harabe arıyor.Zulüm senden sonra  bitti, tabutlukları unutma’ diyordu, Menderes. İnönü alıyordu sazı, ‘ülkede rejimi geri çevirmek hiçbir bir babayiğidin harcı değil, tarih kürsüsünden halinizi seyrediyorum, suçlunun telaşındasınız’ diyordu.  

 

Adeta darbeye gel gel ediyordu. Menderes’te cevap hazır:’Irak’ta öldürülenlerin resmini basıp, altına korkutucu söz yazma küstahlığındalar. Devlet düşkünlüğünü san dalye kavgasına, sandalye kavgasını ihtilale çevirmek istiyorlar.’ 

 

İnönü: ‘Böyle bir ihtilal, dışımızdan, bizimle ilgisi olmayanlar tarafından yapılacaktır. Sizi ben bile kurtaramam.’ 

 

El cevap: ‘Ülkemiz ne bir ihtilal karşısındadır, ne bir ihtilalin haklı nedenleri vardır.Halkın büyük çoğunluğu üç beş baldırı çıplağı şaşkınlık, üzüntü, nefretle izlemektedir.Bu mu ihtilal?’ 

 

Darbe, buyurulduğu üzere yapılır.Siz de o günlerin alamet-i farikası Plevne Marşını sahneye taşırsınız, Gazi Osman Paşa kaftanı giyinir, sazı Mehter takımıyla değiştirir, Tuna Nehri akmam diyor’u söylersiniz, iki gece söyleyebilirsiniz, Sıkıyönetim yasaklar, gazino üç gün kapatılır, siz yakayı askeri savcılık ifadeyisyle kurtarırsınız. 

 

Bunu izleyen zaman, bir kurgu, fantezi olsa da politikaya gireceğinizi söylediğiniz zaman. 

 

Akbaba dergisine kapak olursunuz; sazendeler kemanda İnönü, kanunda Demirel, ud’da Türkeş, klarnette Aybar, ritm sazda Bölükbaşıdır. Siz saz heyetinize dönüp, ‘hepiniz bir hava tutturmuşsunuz. Hanginize uyayım, ayol?’ diyorsunuz… 

 

1984’de 5.kültür sanat festivalinde Bodrum kalesinde, geliri antik tiyatro onarımına harcanacak etkinlikte son kez sahne aldığınızda Halikarnas Balıkçısı’nın anılmadığına üzülüp, ruhuna Fatiha okuyorsunuz, Cevad Şakir için güzel sözler söylüyorsunuz, ancak  sonradan onun bir kitabında Türk müziği için üstadın ‘kapı gıcırtısı kadar monoton, dinlenmese de olur bir müzik’ yorumunu okuyunca, kırılıyor ve taşı gediğine oturtmadan edemiyorsunuz: ‘Üstad çok büyük ama acaba doğduğunda annesi ona Fransızca ninni mi söyledi?’ 

 

Efkar, vazgeçilmeziniz… En efkarlı da Şefkat şiirini okurken olurdunuz: ’Gün ışığında çıktım yola, elimde kandil/ Vefa arıyorum, dost arıyorum, şefkat arıyorum/Vefa meşhur bozacının orası… Şefkat’se bardaki sarışın kız/ Dizlerimde derman, kandilimde yağ bitti/Bulamadım gitti.’ 

 

Vefa da, şefkat de o gün bugün sır… Dünyanın bütün kandillerini yakıp arasak da.. 

 

İçimi en sızlatansa, ‘adım Mes’ud, göbek adım Bahtiyar, hep böyle bildiniz, siz… Mesud Bahti yar’dan şarkılar dinlediniz’di. 

 

Sesinizi, yeteneğinizi, şarkılarınızı, gönül hallerinizi, memleketin en şıngırdaklı zamanlarını halkın içinde, onlarla paylaştığınız, gönül ve akçalı servetinizi yardımlar, burslar, köy kalkın dırmalar ve vakıflara bıraktığınız, saklı yardımlarda yaptığınız gibi, söylensin istemediğiniz işlerdi. Bize Mesud Bahtiyar’dan şarkılar dinlettiniz, siz şimdi cennet bahçelerinde şakıyor olmalısınız.  

 

‘Helal olsun bu yollar size,’ sevgili Zeki Müren,’ helal, helal…’ 

 

(Yararlanılan kaynak: Nalan Seçkin: Zeki Müren ( Bilgi yayınevi.1998) 

- Advertisment -