6 Haziran 2015’te bir yazı yazmıştım. Durmadan ona referans verme ihtiyacı hissediyorum. Çünkü 6 Haziran’da hiç kimse mevzunun bu taraflarını konuşmuyor gibiydi. Neydi tablo? HDP barajı geçti geçecek. Acaba geçecek mi? Bu tartışmalar yapılıyor idi ve ben HDP barajı geçse de geçmese de son tahlilde HDP’nin iki ateş arasında kalacağını söyledim.
Bir yandan PKK’nın bir yandan iktidarın hedefi haline geleceğini, dolayısıyla 7 Haziran sonrasında HDP’nin işinin çok zor olacağını düşündüğümü yazmıştım. Tayin edici olanın da yani Türk siyasetinde esas tayin edici olan hadisenin de o çapraz ateş altında kalmış HDP’nin ne yapacağı olduğunu düşünüyor idim. HDP’yi hak ettiğinden daha çok önemsiyor değilim. Son tahlilde o tarihlerden bu yana Türkiye’de siyaset üretmek adına dile getirilebilir olan ne varsa aslında bunların çoğunu HDP yaptı. Yani kalanları siyaset sayılmaz. Bir tarafta iktidar var, zorbalık yapıyor. Öteki tarafta da pasif, teknik birtakım meseleler üzerinden konuşmakla gün geçiriyor olan HDP dışı bir muhalefet var.
Ve HDP’nin bir biçimde palazlanmasının, Türkiye’de bir siyasi aktör olarak temayüz etmesinin birilerini rahatsız edeceği çok aşikâr görünüyordu yani. Görünen o ki rahatsız olması gereken herkes rahatsız oldu. 7 Haziran – 1 Kasım arasında olan şeyler aslında HDP’nin elini kolunu kırmak olarak okunabilir. Yani bir yandan iktidar bir yandan PKK, HDP’yi tasfiye etmek üzere iş birliği yaptılar. Hem iktidar hem PKK. Sonuçta ikisi de şiddetten beslenen özneler. İktidar derken daha genel anlamda, Türkiye’nin iktidarı anlamında söz ediyorum. Nitekim oradan itibaren, 7 Haziran’dan sonra ‘derin devlet’ diye kodlanan özne siyasi iktidarı, yani AKP’yi de rehin aldı ve bildiğimiz hadiseler gerçekleşti.
HDP’nin çok tayin edici bir siyasi özne olduğu bu süreçte ortaya çıktı. Burada oyunu bozan şey benim kanaatime göre 31 Mart seçimi oldu. Yani orada HDP kendi ağırlığını muhalif aktörlere devretti. Ve onun da çok ciddi sonuçları olacağını tahmin ettiğimi o zamanlar işte Celal Kazdağlı ile yaptığımız yayınlarda konuştum. HDP bir anlamda siyaseten intihar etti diye düşündüm. Başka bir şey yapabilir miydi? Çok emin değilim. Elbette başka çok şey yapılabilirdi. Ama HDP o kadar budanmıştı ki yani o 31 Mart’a gelinceye kadar. Yapabilir olduklarını yapamamış olması nedeniyle de HDP’yi eleştirmeyi haklı bulmuyorum.
Buradan hani böyle çok HDP’li olduğum, HDP’nin yanında saf tuttuğum filan manası da çıkmasın yani. Sonuçta bir siyasi analiz yapmaya çalışıyorum. HDP, Türkiye’nin siyasi oyuncularından bir oyuncu ve en aktif oyuncuydu. Yarattığı rahatsızlık nedeniyle de çok ciddi bir saldırı altında kaldı. Bu saldırıyla da baş edemedi. Şu anda öyle veya böyle ciddi bir oyuncu gibi görünüyor. Sıkıntı bu sefer şurada çıktı, yoğunlaştı diyebiliriz:
HDP son tahlilde siyasetin toplumla yapılıyor olduğunu az çok idrak etmiş olanların bir siyasi oluşumu. İsmail Saymaz’ın yazısına cevaben ‘HDP’de hiç kimse isim vermeden konuşmaz’ türü çıkışların arkasında yatan şey de bu. Evet, yani orada bir ortak akıl var.
O ortak akıl, böyle kendi başına yukarıda tasarımlar yapan, işte plaza türü genel merkez binalarında tasarımlar yapan ve sonra da o tasarımları kendi tabanına lütfedip açıklayan bir özne değil. HDP, organik bir yapı yani. Dolayısıyla da asıl burada biz HDP’den söz ediyor olduğumuz zaman HDP’ye oy veren kitleden söz ediyoruz. Türkiye’de bir tek HDP için bu geçerli. Yani AKP’den söz ederken AKP’ye oy verenlerin hassasiyetlerinden söz etmiyoruz yani. AKP’ye oy verenlerin, işte faizin indirilmesi vesaire gibi birtakım talepleri yok. Veya işte ne bileyim konserlerin yasaklanması falan gibi bir talepleri yok yani.
Bu talepleri olanlar da AKP’ye oy veriyorlar ama AKP’ye oy veren o işte yüzde otuz küsür neyse yani bir zaman yüzde elli olan kesimin böyle talepleri yok. Bunlar bir genel merkez binasında ve bir sarayda fanteziler üreten birtakım insanların işleri.
Demirtaş kendi talebini dile getirmiyor. Tabanın talebini dile getiriyor. Taban ne istiyor ise ona tercüman oluyor. Bu anlamda siyasi bir oyun kurucu, bir aktör HDP. O yüzden önemli bir fonksiyon yüklüyorum. HDP’nin yapıp ettiklerini sempatik bulduğumdan değil yani. Bilhassa da bu çok marjinal grupları meclise taşımak konusundaki iştiyakı nedeniyle o kadar da sempatik bulmuyorum HDP’yi ama son tahlilde HDP öyle veya böyle bir toplumsal kesimin nabzını tutan ve bunu Türk siyasetine yansıtmaya çalışan bir yapı.
Biz AKP’den söz ederken Erdoğan’dan, işte İYİ Parti’den söz ederken Akşener’den, CHP’den söz ederken Kılıçdaroğlu’ndan konuşabiliriz. Ama HDP’de Selahattin Demirtaş’tan konuşmak çok doğru bir şey değil. Demirtaş tabandan gelen basınç neyse bunu ileten bir iletken.
HDP’ye oy veren seçmende şöyle bir duygu oluştu. Ya tamam, biz hani PKK’ya karşıyız vesaire filan, burada HDP’yle iş yapalım ama PKK da orada dursun yani.
Çünkü eğer PKK olmazsa bunların bize ne yapabilir olduklarını artık tahmin edemiyoruz. Bunlar derken devleti kastediyorum. Dolayısıyla şimdi HDP’nin de danışma kurulunun da dillerini ısırmak zorunda kalmalarının sebebi kendi dünya tasavvurları değil, tekrar söylüyorum, tabanda yeniden belirmiş olan nihai bir çözüm varsa, o çözüme ulaşana kadar PKK orada dursun. Aksi halde yani hakikaten bizi bire kadar kıracaklar kanaati var.
Ve bu kanaat yayıldı ve bu kaygı çok haksız da değil. Çünkü, evet bu tarafta da sahiden Kürtleri bire kadar kırmadan rahat etmeyecek birileri de var yani.
Sosyal medyada, efendim işte HDP de işte şiddetten uzak olduğunu daha net beyan etse analizleri yanlış. HDP şiddetten uzaklığını net beyan ederse kendi tabanını kaybedecek. HDP’nin tabanının şiddetle ilişkisi, o şiddetin onları yok olmaktan korumasıdır. Koruma potansiyeli olarak görüyorlar. Doğrudur yanlıştır. Haklıdır, haksızdır. Bunları tartışmıyorum.
Yine şimdi HDP’yle Selahattin Demirtaş arasındaki gerilimi buradan okumak yanlış olur. Hem HDP hem danışma kurulu hem de Demirtaş bu realitenin farkındalar.