TÜM YAZARLAR

Devamı

    Kapının önünde değil, içerideyiz artık

    Bugün, Casna Mağarası’nın eteklerinde yere bırakılan silah, yalnızca bir metal parçası değil; susmayı, susarak ölmemeyi tercih edenlerin simgesidir. Savaş, kendi dilini dayatır: emir, korku, düşmanlık. Barış ise dilini inşa eder: dinleme, tanıma, susma. Ama bu kez sessizlik, ölümün değil, birlikte yaşamaya açılan bir ihtimalin sesi olabilir.

    Deccal kim: Teknopat lordlar, yapay zekâ, Netanyahu, Greta Thunberg, Trump?

    Peter Thiel, Trump’ın etrafındaki en tehlikeli tekno-feodal lord. Kıyamet savaşının hızlanması için Trump’ı destekliyor, Trump’ın başlattığı kaosu harlıyor. Thiel’e göre kıyamet savaşının deccalleri; genç iklim aktivisti Greta Thunberg, Birleşmiş Milletler ve uluslararası anlaşmalar. Hepsi Thiel’e göre ortak kuralları savunan otokrat bir dünya hükümetini istiyor. Fakat ne trajik ki Thiel, İsrail’den ABD’ye işbirliği yaptığı hükümetlerle savaş teknolojisini geliştiriyor, milyonların kişisel verilerini topluyor, devletlere alternatif çok güçlü bir egemenlik inşa ediyor. Peter Thiel ve Elon Musk gibi teknopatlar herhangi bir devlet başkanından çok daha güçlü, çok daha yetkili ama sorumsuz. Tek bir tuşla hayatımızı değiştirebilirler. Bu yüzden bir deccal arıyorlarsa aynaya bakmaları yeterli. “İnsan ırkının devam etmesini istiyor musunuz?”

    Yıldıray Oğur töreni anlattı: “Dağın başında vakur bir veda töreni…”

    50 yılda yaşanan tüm acılara saygılı bir tören izledik. Bu iki saatlik törende Türkiye’de yaşayan kimseyi rahatsız edecek tek bir saniye bile yaşanmadı. Ve törenin sonunda dağın başında, bir olimpiyat ateşi gibi yanan ateş Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı tek bir kişinin bile aleyhine değildi. Kimse kaybetmedi, kimse yenilmedi. Herkes kazandı. Devamı gelirse de kazanmaya devam edecek.

    Srebrenica: Unutulmayan acı, bitmeyen sorumluluk

    Dün, 11 Temmuz, insanlık tarihinin en karanlık sayfalarından birinin, Srebrenica Soykırımı’nın 30. yıl dönümü. Defalarca ziyaret ettiğim Potočari'nin sessiz ve vakur mezarlığında yatan 8.372 masumun aziz hatırası önünde bir kez daha saygıyla eğiliyorum. Srebrenica, İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan ‘Bir daha asla’ ilkesinin, uluslararası toplumun gözleri önünde Avrupa’nın kalbinde nasıl paramparça edildiğinin acı bir sembolüdür. Ne yazık ki dünya ne Holokost’tan, ne Ruanda’dan ne de Srebrenica’dan ders çıkardı. Bugün Gazze’de yaşanan soykırım, bu korkunç gerçeği bir kez daha yüzümüze vurmaktadır.

    Yüz yıllık düğümü çözme yolunda cesur adım Devlet Bahçeli’den geldi

    Türk milliyetçiliğinin sembol hareketinin lideri olan ve tüm hayatını bu yola vakfeden bir siyasetçi ve aynı zamanda Cumhur İttifakının ortağı olarak MHP lideri Devlet Bahçeli’nin Öcalan’a yaptığı tarihi çağrı, yakın geçmişte yaşanan ama tamamına ermeyen çözüm girişiminin gölgesindeki statükoyu aşacak ciddi bir ağırlık noktasını denkleme dahil etti. Kimsenin beklemediği yerden gelen bu güçlü destek bir tür “şok terapi” etkisi yaptı ve sürecin sahiciliğini teyit edip pekiştirerek, tüm aktörleri harekete geçiren mucizevi etkiyi oluşturdu.

    Yerli ‘Hayırlı Cuma’ya doğru…

    1 Ekim 2024’den bu yana olmaz denilenler, pek şans verilmeyenler oldu ve PKK, bugün (11 Temmuz) Süleymaniye yakınlarında silah bırakma töreni yapacak.PKK’nın bu sembolik adımından sonra top Meclis’te olacak.Ama buradaki umutlu ve pozitif havadan açık ki 50 yıllık bir dönem kapanıyor.

    Devlet dersinde can veren ‘sivil’ gazetecilik

    Devleti kutsal bilip eleştiriden muaf tutan bir gazetecilik, varoluşunun anlamını kendi eliyle dinamitlemiş bir gazeteciliktir. Bizim devlet gazetecilerimiz bari tutarlı olsalar; başka ülkelerde kendi devletlerinin haksızlığını haykırabilen gazetelere övgüler düzmeseler… Kendilerini “madem güzel, siz de yapın” eleştirilerine açık hale getirmeseler… Sormak lazım onlara: Haaretz’i İsrail devletini eleştirdiği için çok seviyorsunuz, 12 İsrail askeri bir mağarada metan gazından can verseydi Haaretz sizin yaptığınızı mı yapardı?

    Bahçeli barış rolünü titizlikle sürdürüyor…

    Bahçeli birçoğumuzun cesaret edemediği netlikte bir dil kullanarak “artık bu iş tamam” duygusunu açığa çıkardı ve sürecin ilerlemesine tam destek verdi. Bahçeli’nin çıkışını şöyle özetlemek mümkün: “Türkiye’de Türklerle birlikte eşit yoldaşlar olarak Kürtler de yaşamakta. Dünyanın ve bölgenin bu korkutucu manzarası içinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığını korumak için bazı cesur adımların atılmasına gerek bulunuyor. Bu adımlardan biri de Kürtlerin kimlik talebini ciddiye almak ve bu konuda çözüm üretmektir.”

    Kuşlar öldüğüyle kalmasın!

    “Gullibility”, kelime anlamı olarak ahmaklık gibi algılansa da psikolojide daha çok bir eğilimi ifade eder. Malumlarınız üzere Pençe-Kilit Operasyonu kapsamında metan gazından 12 gencimizi göz göre göre yitirdik. İktidara yakın basın ve yayın temsilcileri “şehadet” kavramının arkasına sığınırken bir kısım muhalif kesim ise bunun terör örgütünün tuzaklı bir eylemi olduğunu ileri sürüyor. Biri açılım süreci sekteye uğramasın diye uğraşırken bir diğeri sekteye uğrasın ki gerçek su yüzüne çıksın diye çabalıyor. Kısacası bu konuda da “Gullibility Effect” ivmesine devam ediyor. Üstelik muhalefetin Şehit 12 askerimizle ilgili Meclis'e verdiği soruşturma önergesi AK PARTİ ve MHP’nin oyları ile reddedildi!. Yani evlatlarımız öldüğüyle kalsın, öyle mi?

    “Marke yapıyoruz arkadaşlar”

    Gösteri sürüyor, ama kimse bakmıyor. Yönetenler iktidardaymış, muhalefet muhalefetmiş, seçmen seçmenlik yaparmış gibi… Dikkat dağılır da göz sahneden çekilirse, herkes rol keser: Dansçı yerini korur ama adımını küçültür, siyasetçi kürsüde kalır ama sözünü boşaltır. Marke yapan yalnızca sahnedekiler değil; bakmayı bırakan her izleyici bu oyunun ortağıdır.

    Hikmet Çetinkaya…

    Hikmet İzmirliydi. Cumhuriyet gazetesi içinde İzmirli bir ekibin de abisiydi. Onun yanında gazeteciliğe başlayan Mustafa Balbay, Hakan Kara, Celal Başlangıç, Handan Şenköken Cumhuriyet’te önemli isimleri oldular. İzmir takımıyla merkez ekibi arasında giderek uyumlu bir ilişki oluştu. Hikmet’le sık sık tartışırdık. Giderek bir çok konuda ortak fikirler üretmeye başladık.

    “İkimiz de yaşlandık. Emekli olmadan bu işi bitirelim”

    Cümle Devlet Bahçeli’ye ait. Bunu söylediği kişi ise Ahmet Türk. Bahçeli 77, Ahmet Türk 83 yaşında. Galiba 2000’lerin ortasıydı ve Ahmet Türk, "barışı konuşacak son nesil biziz" demişti. Bunu Kürtler için söylemişti. Tarih Ahmet Türk’ün bu sözünü doğrulamadı. Ama ilginç bir şekilde bu söz galiba Türkler için geçerli.

    Öcalan’ın 7 dakikası

    Eskiden uzaktan uzağa “realitesini tanıyoruz” denilen Kürt sorunu bitiyor. Realite kendisini empoze ediyor hem devlete, hem topluma, hem Öcalan’a, hem Bahçeli’ye. Türkiye kendine geliyor. Cumhuriyet kendine geldikçe nasıl Müslümanlığı ile barıştıysa, öyle de Kürtlüğü ile de barışacak. Şiddetten arınmak bu istikametteki önemi bir adım. Bu uğurda gayret gösterip hak, adalet ve barışa katkı yapan herkes takdiri hakediyor.

    İktidarın siyasi acizliği

    19 Mart’tan sonra yaşananların altında, iktidarın siyasi acizliği var. İktidar, siyaset üretemiyor; siyaset üretemeyince de yargı sopasıyla siyasi rakiplerini baskı altına alıyor. Kendi siyasi başarısına ve sivil bir yapı olarak halktan göreceği teveccühe değil, devlet gücüne yaslanarak iktidarda kalmaya çalışıyor.

    Barışta öncü ülke: Türkiye

    Bir toplumu büyük yapan, “öteki”lere karşı tutumu, “öteki”leri anlayabilmesi ve dolayısıyla da barışı yaşayıp yaşatabilmesidir. PKK’nın silah bırakma kararını uygulamaya koyacağı gün, orada olmak isterdim. 41 derece sıcak bana fazla geldi. Bir devrin kapandığını gözlerimle görmek istedim. Bizim kuşak, “silahlı mücadele”ye aşırı anlam yüklemiş bir kuşak. O günlerde patlayan ilk silahlardan işte bugüne kadar gelindi.

    Otoriterleşmede bir yol haritası var mı?

    Sandığı ortadan kaldırmak, muhalefeti yok etmek ya da etkisiz hale getirmek, Türkiye’yi Rusya, Azerbaycan ya da Venezuela yapmak ciddi bir planlama isteyen radikal kararlar. Zannedildiği gibi iktidarın bir yol haritası, bunu yapacak bir kurmay aklı da yok. Türkiye’yi özel olarak planlı bir şekilde bir yere götürmüyorlar, gittiğimiz yeri kimsenin bildiğini zannetmiyorum. Dünyadaki en yaygın ve en yanıltıcı analiz hatası, olan biteni anlamaya çalışırken kendi rasyonaliteni diğer aktörlere yansıtmaktır.

    Fenomenoloji ve Varoluşçuluk: Öznenin İki Doğuşu

    İnsanı anlamak sözkonusu olduğunda, cahillerin yaklaşım çerçevesi “bilim,” yarı-cahil veya yarı-anlamışlarınki “akıl,” ve nihayet meselenin künhüne vakıf olanlarınki de “õzgürlük”tür.

    Bodrum: Yaptığımız en iyi şeye devam: Doğayı tahrip

    Deniz kenarlarında, bilhassa Gündoğan ve Küçük bükte yapılan oteller denizi kirletmeye başladı. Su sıkıntısına rağmen geçen sene sular Küçük bükte yollara taştı. Neyse ki, bu yıl borular değişmiş ve mesele halledilmiş. Alt yapı artık bu artan nüfus ve binaları kaldırmıyor. Çare nedir ? Ben şehircilik mühendisi değilim. Ama herhalde çaresi vardır. Yunan adaları pırıl pırıl . Sahilde sigara izmariti bile yok. Belki onlar yol gösterebilir.

    Mevsim normallerinin üzerinde kundakçılık….

    Her yıl orman yangınları, aynı mevsimde Akdeniz kıyısında benzer bitki örtüsüne sahip bütün ülkelerde çıkıyor orman mühendisleri, uzmanlar çıkıp yangınları bilimsel olarak açıklıyorlar. Ama kimin umurunda…Ertesi yıl ise aynı sabotaj yalanları, “aynı anda bu kadar yangın çıkarmıymış” ukalalıkları, yangınlarda itfaiye görevlilileri ölürken oturduğu yerden “kimse bir şey yapmıyor, delireceğim” Instagram storysi ucuzlukları dolaşıma giriyor.

    Selefiler 

    Radikal selefiliğin en somut modeli Mustafa Kemal’in tasarladığı “din ve diyanet”tir. 28 Şubatçılar MGK kararıyla Kemalist selefiliği Ankara, Samsun ve İstanbul ilahiyat fakülteleri aracılığıyla diriltmeye çalıştılarsa da, bunda başarılı olamadılar. 1971’den beri tanıdığım ahbabım Öztürk, başlangıçta tasavvufla ilgili yaptığı çalışmaları bir kenara itip, Kemalist selefiliğe yöneldikten sonra, gönlünde hep İslam içinde bir Martin Luther olmak vardı.

    “İskender’in hiç büyümeyen oğlu”

    Küçük İskender altı yıl önce 3 Temmuz’da veda etti hayata. Sadece şiiri, metinleri değil “edepiyât”nizamında “kimliği” de aykırı. Kelimeleri yasak, kelime “oyun”ları Tabu, metaforu zülfiyâra dokunuyor… Hem de “imge çapkını”. Hayalleri bile fena halde sakıncalı… Oysa “Ben küçük kalacağım” demiş adını seçerken: “küçücük kabrim /bir çocuk kalbi gibi haylaz olacak!”

    Devlet dersinde can veren büyük anlatılar

    Bir zamanlar çok canlı olan, halen de öyleymiş gibi yapan büyük toplumsal anlatıların gerçekte can çekiştiğini anlamak için elimizdeki en geçerli ölçülerden biri de o anlatının toplumdan çok devlet tarafından sahiplenip korunur hale gelmesidir. Mizah dergisi LeMan’ın o talihsiz karikatürden sonra başına gelenleri (ve tabii öncesindeki bir sürü başka örneği) bu ölçüye vurduğumuzda göreceğimiz şey, bir zamanlar sosyalizmin başına gelenlerin bir benzerinin İslamiyet’in de başına geldiğidir.

    “De hayde barışa”: Paşinyan, ne yapmaya çalışıyor?

    Belki pek kimse farkında değil ama Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan; Azerbaycan ile kalıcı bir barış ve Türkiye ile normalleşmeyi savunduğu için uzun bir süredir kilise tarafından gereksiz taviz vermekle, milliyetçilerce ve Rusya yanlılarınca ise “Türk” ve “sünnetli bir hain” olmakla suçlanıyor. Hatta Paşinyan’ın kilise ile yaşadığı gerilim geçen haftaki tarihi Türkiye ziyaretine de yansıdı. Türkiye Ermeni Patrikliği’ne mensup hiçbir din adamı Paşinyan’ı karşılamadı, Paşinyan sessiz bir protestoyla karşılaştı, tek başına Kumkapı kilisesini ziyaret etti. Paşinyan, diasporadan ve milliyetçilerden gelen tepkilere rağmen bölgesel entegrasyon ile Ermenistan’ın ekonomisini canlandırmayı ve Türkiye ile kalıcı bir dostluk kurmayı amaçlıyor. Paşinyan’ın bu çabasının takdir etmek ve uzattığı eli görmek şart.

    Erdal İnönü Sivas Katliamı için ne demişti?

    Erdal Bey’e “Peki siz ne düşünüyorsunuz?” diye sormuştum. “Ben de benzer şekilde yorumladım” demişti. Devlet içinde bir güç; İslamcıları, Alevilerin üzerine sürerek ve bir Alevi- Sünni çatışma ortamı yaratarak, otoriter bir rejim inşa etmenin fırsatını bulmaya çalışmıştı. Amaçlarına bir ölçüde ulaştılar denilebilir. Aleviler’e, azınlık olmanın tehlikeleri bu katliamla bir kez daha hatırlatılmış, uslu durmaları ve düzene boyun eğmeleri bir kez daha “istenmiş”ti.

    Bir karikatür, sivil kapasite ve dinin içine dolan devlet

    Dine ilişkin herhangi bir kamusal infial esnasında hemen devleti yardımına çağırmak, artık bir alışkanlık haline geldi. Ancak ayırdında olunmayan şu ki Müslümanlar devleti her muhtaç kaldıklarında yanlarında bulmalarının ve büsbütün devlete yaslanmanın bedelini kendi sivil kapasitelerini kaybetmek yoluyla ödedikleri gibi iman edilen, saflığı ve doğruluğu buyuran din, din olma vasfını yitiriyor.

    Berlin’de Sol partiler vatandaşlık mı dağıtıyor?

    Berlin Belediye Başkanlığı, iktidardaki merkez sağcı partiden Kai Wegner’de olsa da sol partiler de Berlin Eyalet Parlamentosu’nda çok güçlüler. Sol partilerin yeni seçmenler kazanmak için gelişigüzel şekilde vatandaşlık dağıttıkları öne sürülüyor. Gelecekte bu vatandaşlıkların iptal edileceğini iddia eden bazı Almanlar da var.

    Ortak acıdan ortak sorumluluğa: Madımak Katliamının düşündürdükleri

    Sivas'ta tanık olduğumuz linç kültürü, köklerini derin bir korku ve önyargı ikliminden alıyor. Toplumun bir kesimi sistematik olarak 'öteki' diye kodlandığında ve bir güvensizlik iklimi yaratıldığında, adalet ve merhamet gibi temel değerler belirli bir kimliğin sınırlarına ve dayanışmasına hapsedilir ve 'öteki' ile eşitsiz ilişki zamanla hınca ve nefrete dönüşebilir. Bu yabancılaşmayı aşmanın yolu, farklılıkları bir ‘öteki’ ve tehdit değil, toplumsal bir zenginlik olarak gören çoğulcu bir toplumsal düzen anlayışını hayata geçirmekten geçer. Bu, her bir bireyin "birinci sınıf vatandaş" olarak görüldüğü, kimliğinin, inancının veya düşüncesinin aşağılanmadığı, hor görülmediği bir düzeni tesis etmeyi gerektirir.

    Beyoğlu’nun günahı ne?

    Ben kırk yıla yakın bir süredir bu bölgede yaşayanlardanım. Komşularım, dostlarım, okurlarım var buralarda. Nedense yönetimler bu bölgeye kuşkulu gözlerle bakar. Son yıllarda, gösterileri engellemek gerekçesiyle yüzlerce, belki binlerce polis hazır bekliyor. Beyoğlu’na çıkan bütün sokaklarda demir barikatlar kurulu. Diyelim ki Beyoğlu’nda oturan bir vatandaşsınız, sadece bir kahve içip evinize dönmek istiyorsunuz; o durumda bile kapsamlı kimlik kontrollerinden geçmek zorunda kalabiliyorsunuz.

    Göç yönetiminden dış politikaya konuşulması gerekenler: Alisher Tursunov’un iadesi ne anlatıyor?

    Mayıs ayında Özbekistan’ın tanınmış alimlerinden biri, Alisher Tursunov sessiz sedasız geri gönderildi. Alisher Hoca’nın Özbekistan’daki tutuklanma gerekçesi: “Dini materyal oluşturma suçu”. Böyle bir suça hukuk sisteminde yer veren bir devletin bireyi nasıl yargılayacağını anlamak için uzman olmaya gerek var mı? Özbekistan’ın Alisher Hoca’nın kendisine gönderildiğini ve tutuklandığını açıkladığı günden bu yana durumuyla ilgili hiçbir açıklama yapmaması, avukatının ve yakınlarının Özbekistan’da hocadan haber alamadıklarını dile getirmeleri maalesef kimseyi şaşırtmıyor.

    Demek ki “ideolojiler” henüz ölmemiş

    Babacan, DEVA’yı kurarken ısrarla muhafazakar olmadıklarını, çoğunluğun AK Parti’den gelenlerde olmadığını söyledi. İdeolojilerin, sağın, solun geride kaldığını anlattı. Günün sonunda DEVA’da sadece AK Parti kökenli milletvekilleri kaldı. Çünkü ideolojiler sadece kitabi değildir. Kriz anlarında kendi ideolojik evini kuramayanlar baba ocağına geri döner.