TÜM YAZARLAR

Devamı

    Belki de çürümüyoruz, yeşeriyoruz

    Bütün suçların arkasında toplumların çürümesi, ahlaken yozlaşması, etiğin, yaşam felsefesinin ortadan kalkması yok. Ruh sağlığı bozuk, içkiyi fazla kaçıran, uyuşturucu kullanan birinin işlediği suçun sosyolojik bir açıklaması da yok. Onların işlediği suçlar, biz toplumun eseri değil. Belki ahlaki bir çöküşten değil, suçlara ve mağdurlara karşı ahlaki bir farkındalıktan, gelişen bir toplumsal duyarlılıktan ve dayanışmadan bahsedebiliriz.

    Korumacılık hortladı: Türkiye’ye etkileri

    Avrupa Merkez Bankası eski başkanı ve eski İtalya başbakanı Mario Draghi’nin AB Komisyonu’nun isteği üzerine hazırladığı raporda yaptığı teklifler arasında AB sanayiini desteklemek için 800 milyar euroluk bir fonun kurulması da vardı. Oysa rekabeti bozacak teşvikler DTÖ kurallarına aykırıdır. Ne yazık ki DTÖ ihtilafların çözümlenmesi mekanizması nerede ise 10 yıldır felç içinde olduğu için ABD, AB, Çin ve başkalarının kuralları ihlal etmelerinin bir yaptırımı kalmadı. Bu gelişmelerin neticesinde küreselleşmenin geriye gitmesi tehlikesi ciddi bir şekilde baş göstermeye başladı.

    Depremde yaşanan ihlaller Birleşmiş Milletler gündeminde

    Deprem sonrası yargılamalara bakıldığında müteahhitler, mühendisler ve mimarlar günah keçisi ilan edilmişler. Oluşan karanlık tablodan en çok siyasiler sorumlu olduğu halde, depremin üzerinden yaklaşık iki yıllık bir süre geçmişken bir iki istisna dışında hiçbir siyasi hakkında iddianame düzenlenerek yargılama faaliyeti yapılmamış. Bu yolla yargı erki aracı tutularak bir çeşit ayrımcılığa da imza atılmış. Birincil sorumluluğu üstlenmeyen devlet kurumlarının ortaya koyduğu bu pratik, depremden etkilenen yurttaşların adalete erişim haklarını ihlal ettiği kadar, oluşturulan negatif örnekle diğer devlet görevlileri açısından cezasızlık ve sorumsuzluğa da davetiye çıkarıyor.

    Amedspor bir oyun oynadı ve 4-0 kaybetti

    Esenler Erok maçı, galiba Ersun Yanal’ın “artık vakti geldi” dediği maç oldu. Yanıldı mı? Skora bakılırsa fena halde yanılmış görünüyor! Peki hem skor hem realite Ersun Yanal’ın yanıldığını söylüyor mu? Bu soruya evet demek hiç kolay değil. Takım iki kanadı da iyi kullandı. Bunu baz aldığınızda takımın ceza sahası içine ve çeperine yeterince top taşıdığını söylemek mümkün; üstelik bunlar düz dikine paslar değildi. Gayet örgülü, açılı ve seçenekli olarak takım o bölgeye kadar geliyordu. Bilindiği gibi, sonuç almak için rakip ceza sahası içine kadar gelmek, yeterli olmuyor; ayrıca o topu üç direğin içinden de geçirmek gerekiyor.

    Tenis?

    Kendisi de eski bir tenisçi olan David Foster Wallace’ın Sicim Teorisi: Tenis Üzerine kitabı ince, nüktedan ve düşüncelerle yüklü… Wallace’ın kitabını okuduğunuzda, kaygan çim zeminde oynamayla sürtünmenin arttığı toprak zemin arasındaki büyük farktan, vücuttan kollara doğru ılık ılık akan terin kayganlaştırdığı raketin tutulamaz hale geldiği anlar için geliştirilen özel tekniklerden, açık havadaki rüzgârdan yararlanan sporculardan bu spor için ihtiyaç duyulan zihinsel gücün şaşırtıcı sınırlarına kadar pek çok detayı salt bilgi olarak değil üzerine fazladan düşünülerek ürüne dönüştürülmüş birer düşünce parçası olarak öğreniyorsunuz.

    Film Ekimi: Geldi iki gözümün çiçeği

    Film Ekimi’nde seyretmek için en başta iki filmi seçtim. Hint yapımı Aydınlık Hayallerimiz Mumbai’de iki genç hemşirenin hikayesini sürerken kentin acımasız ve dur durak bilmez temposunu yansıtıyor. Film Cannes film festivalinde bu sene büyük ödül kazandı. En merakla beklediğim ise İranlı yönetmen Mohammad Rasoulof’un filmi Kutsal İncirin Tohumu. Film, Devrim Mahkemesi’nde hakimliğe atanması Mahsa Amini’nin ölüm protestolarına denk gelen İman’ı izliyor. Çekimleri gizlilik içinde götürülen bu film protestolardan ve gösterilerdeki çatışmalardan gerçek görüntüler içeriyor.

    Ağam kim, paşam kim, kim kim kim…

    Geçen hafta da değinmeye çalıştığım unvanlar tarihi mesele. İsmin önüne geçtiği için kanunla kaldırılsa bile hayatın “kanun solosu” farklı. Her türlüsü gırla; ikinci unvan saltanatı. Parayı verip düdüğünü çalan da var, başkasının borusunu öttüren de, hatta hikâyesiyle “Bay Düdük” bile. Şaşırıyor, bunalıyor, türkü söylüyorsun: “Ağam kim, paşam kim, gözüm kim, hanım kim /Kim kim kim…”

    Kürt Çıkarı

    Düne göre çok daha uyanmış bir Kürt benliği var. Kendini Türklerle, Araplarla, Farslarla mukayese edebiliyor. Onlarda olan şey neden bende yok diye sorabiliyor. Bunlar hep sağlıklı gelişmeler. Lakin Kürt benliğinin sadece çıkarlara indirgenerek en temel insanî ahlaktan azade bir kör bencilliğe saplanması yanlıştır. Kendi dışına körlük bir zaaftır, başarı değil. Ahlak ile çıkarın çatışan zıt kutuplar olduğu varsayımının kendisi bile yanlış iliklenmiş bir ilk düğme, bizzat çıkarın kendisini hakkıyla anlamamış bir tahlil kabiliyeti eksikliğidir.

    James Baldwin’ler bir daha İstanbul’a gelir mi?

    Günümüz Amerikası’nın James Baldwin’i olarak anılan ünlü siyah yazar Ta-Nehisi Coates, İsrail’deki Apartheid rejimini ve Amerikalı siyahlarla Filistinlilerin yaşadığı zulmün benzerliğini anlattığı yeni kitabıyla ABD’nin gündemini belirliyor. Obama’nın başkanlık döneminde ırkçılığa ve siyah haklarına dair makaleleri ve kitaplarıyla medyanın prensi olan Ta-Nehisi, şimdi İsrail’i karşısına aldığı için eleştiriliyor, söyleşilerde sunucuların öfkeli sorularıyla muhattap oluyor, antisemitist olmakla suçlanıyor. James Baldwin ülkesindeki baskıcı atmosferden bunalıp soluğu İstanbul’da almıştı. Peki Filistin’i savunduğu için McCarthy dönemine nazaran daha kibar, steril ama sinsi bir iptal kültürünün kurbanı olan Ta-Nehisi gibi Amerikalılar bugün soluğu nerede alacak?

    İstanbul ilçe de yapılacak mı?

    Ekrem İmamoğlu’nun “ahmak” dediği için üzerinde sallanan demoklesin kılıcı istinaf aşamasında da düşecek gibi görünüyor. Türkiye’nin yaptığı en iyi şeyin de üzerine düşecek o kılıç: Seçimlerin. Türkiye’deki seçimlere de Rusya, Belarus, İran’daki gibi güçlü adayların seçimden önce elendiği seçimler muamelesi yapılmamalı.

    Kemalist ahlaki boşlukta dindarın ameli

    Şerif Mardin, Kemalist projenin son derece önemli bir zaafını tespit etmişti, belki de Sait Nursi ile ilgilenmesinin sebebi buydu. Bu zaaf Kemalizm’i başarısız kılan önemli bir faktördü. Şerif Mardin’in “boşluk” diye söz ettiği şey aslında “ahlaki boşluk”tu. Kemalist reformların yumuşak karnıydı, dini toplumsal hayattan çıkarmayı amaç edinmişti ama yerine toplumu ahlaki norm ve yüksek manevi değerler etrafında bir arada tutacak değerler sisteminden yoksundu, Kemalizm ortadan kaldırdığı şeyin yerine onun fonksiyonlarını görecek başka şey ikame etmemişti.

    Faşist ne demek?

    Bizde de faşist ithamlarının sonu yok… Bu derece savrulan bir terim ister istemez anlamını yitiriyor. Ne milliyetçiliği ne de ırkçılığı içerebiliyor. Eleştirel anlamından soyunmuş, köyün delisi gibi ortalıkta dolaşan bir faşizm tanımı. Tükürük hokkası gibi bir şey… Gelen geçen söyleniyor ama artık bir şeye de yaramıyor.

    Din temelinde çatışma herkesin zararına

    İran’ın İslam dünyasındaki ayrılık ve çatışmalara gönderme yapması önemli. Sonuçta son yıllarda bölgede huzuru tehdit eden çıkışların çoğu Tahran kaynaklıydı. Bölgenin rahatlamasına yol açabilecek uzlaşma ve çözüm arayışlarının önündeki bir engel böylece ortadan kalkabilir mi? Umarız kalkar. Bölgedeki Müslüman nüfusun çoğunluğu yoksul. Adalet, hukuk, insan hakları gibi kavramlar düşman dayatması olarak bile algılanabiliyor. İslam dünyasının barışçı bir misyon ile ve uzlaşma içinde ortalığa çıkabilmesi, büyük ihtiyaç.

    29 Ekim Cumhuriyet’in ilanına doğru: Cumhuriyet’in kuruluş ilkelerine aşırı uyar bir yazı (I)

    Cevaplara geçmeden önce “kuruluş ilkeleri” lafzından ne anlaşılır onu açıklayayım. Bir müessese (bu devlet de olabilir) kurulurken tek ve ilk seferde konulan ilkeler midir kuruluş ilkeleri? Yoksa bir süreç (bu süreç ne kadarlık bir süreyi kapsar?) içinde konulanlar mıdır ya da her ikisi de mümkün müdür?

    Yapay zekada şapkadan ne çıkacak?

    Şirketler, yapay zeka meraklılarınu her haftaya yeni bir haberle başlamaya alıştırdılar. OpenAI birkaç hafta önce duyurduğu o1 modeliyle sırasını savmış; Meta AI adına sahneden çocukların alınmasını isteyen Zuckenberg yeni nesil Quest 3 VR gözlükleri ve yapay zeka destekli Rayban gözlüklerle sıradaki gelişmelere dair beklentiyi epey yükseltmişti. Sıra bahar aylarında gerçekleşecek Dev Day’de Sam Altman’ın şapkadan çıkaracağı yeni tavşanda. Altman, o1 modeliyle AGI yani genel yapay zekaya biraz daha yaklaşıldığını duyurmuştu. Sam Altman’ın ajandasında bir sır gibi sakladığı genel yapay zeka yol haritasındaki ikinci adımın o1 modeliyle katedildiği belirtiliyor.

    Beyrut bizim neyimiz olur?

    Cumhurbaşkanı Erdoğan Meclis açılışında konuşurken: “Hatay Yayladağ’daki Suriye sınırından Lübnan sınırı 170 km. Türkiye, Lübnan'a arabayla sadece 2,5 saat uzaklıkta. Antakya ile Gazze arası Ankara ile Aydın arası kadar.” dedi. Tabii ki bunları bu bataklığa girmemiz, taraf olmamız gerektiği gibi dış politika tezlerine bir cevap olarak söyledi. Ve Milli Görüşçülükten kalma Arz-ı Mevud meselesinde olmasa da bu konuda çok haklıydı.19. yüzyılın sonlarında Beyrut’ta sevdiğine verilmeyen kızlar, İstanbul’daki padişahtan yardım istiyorlardı.

    Arkadaşım Halil Ergün…

    Arkadaşım Halil Ergün, uzun bir aradan sonra ‘Dedemin Gözyaşları’ isimli bir filmle seyircinin karşısında. Halil, dizide geleneksel değerlere saygılı olmakla birlikte, bu değerlerin esiri olmayan bir aile reisini; pek yakışıklı bembeyaz saçlı karizmatik bir dedeyi canlandırıyor. Pandemi sırasında aldığı kiloları verdiği için keyfi de pek yerinde. Morali her zamankinden daha iyi.

    Teğmenler olayı siyaseten cezalandırmayı gerektiren bir nitelik taşıyor mu?

    Müyesser Yıldız’ın naklettiği bilgilere göre, 2024 mezunu teğmenler, tıpkı 2023 mezunu teğmenler gibi, 29 Ağustos 2024 gecesi bir “devre gecesi” yapmak istiyorlar. Tören alanında değil, kendi öğrenim gördükleri tabur binasının iç bahçesinde. Gece. Kendi aralarında. Ancak komutanları bir önceki yıl yapılan bu etkinliğin yapılmasına bu kez izin vermiyorlar. “Teğmen heyecanı” bu aşamada şöyle düşünmüş olmalı: “Bize eğer bunu da yaptırmıyorsanız, biz yapacağımızı biliriz.” Bende oluşan son kanaat, bu olayda siyasal ve ideolojik bir tavrın olmadığı, bu olayda belirleyici olan şeyin bir tür “teğmenlik gururu” olduğu. Başkomutanlık makamının temsilcisi Cumhurbaşkanı’nın sorumluluğu genç ve heyecanlı teğmenlerde değil, tecrübe sahibi kişi ve makamlarda aramasını umuyorum.

    Milliyetçilikte akıl ego uyumsuzluğu

    Milliyetçi birey çekim kuvvetine sahip olan fakat muhakeme kabiliyetine sahip olmayan bir varlıktır. O, daha büyük bir bütünün parçası olmak üzere çekim kabiliyeti edinmiş fakat muhakeme kabiliyetini delege etmiş bir bireydir. Milliyetçide ego (nefis), lezzet, duygu, özsevgi vesaire vardır. Hamiyet vardır ama insaf yoktur. Çıkar vardır ama adalet yoktur.

    Nasrallah ile Beyrut’ta yıllar önce neler konuştuk…

    Beyrut’ta Nasrallah’la görüşebileceğimiz söylenmişti. Ortadoğu’nun “görünmeyen adamı”nı görme ihtimali bile heyecan vericiydi. Gece vakti, Hizbullah militanları öncülüğünde Güney Lübnan’ın dar ve bakımsız sokaklarını bir otobüsle geçtik. Karanlık bir sokağın başında durduk. Çok katlı bir binanın yanında otobüsten indik, güvenlik kontrolünden geçtik. Nasrallah, simsiyah saçları ve simsiyah sakalıyla karşımızdaydı. “Heyetimizdeki kadınların giyimlerine karışırlar mı?” diye bir tereddüt geçirdik. Ama bir dayatmayla karşılaşmadık. Nasrallah bize Hizbullah’ın hedeflerini ve mücadelesini anlattı. Oldukça temkinli konuşuyor, çözüme yatkın mesajlar veriyordu. O zaman çok gençti. İsrail’in “öldürülecekler listesi”nin en tepesinde yer alıyor ve bölgenin ölümsüz lideri olarak kabul ediliyordu.

    İstinaf: Pandar’ın Adaleti

    “Ahmak Davası” bundan böyle bir hukuk davası, kadı konusu olma niteliğini kaybedip, darbe dönemlerinde tanık olunan bir “siyaseten katl” hükmü kazanmıştır. Bu saatten sonra çıkacak hiçbir karar bunun önüne geçip “işte adalet!” diye haykıramayacaktır. Çünkü örüntü en başında yanlıştı. Hukukçuların mütalaaları elbette önemsiz değil ama bir hukuki şaibe ortaya çıktığında, bir kural yıpratıldığında ana yatağına döner, kendini siyasetin kucağında bulur.

    Devletin temelini çökertmek

    Devlet, işkenceyi meşrulaştıramaz. Kişiye isnat edilen suçun ağırlığı, devletin intikamcı bir ruh haline girmesine, hukuku paranteze almasına ve hukuku çiğneyenlere göz yummasına gerekçe oluşturamaz. Çünkü hukuksuzluğa sapmanın kaçınılmaz sonucu, adaletsizliktir; yani devletin temelinin çökmesidir.

    Peki senin muhalefetin kime?

    Türkiye, dış politikada eski “aman başımız ağrımasın Ali Rıza Bey”e dönemez, öyle bir konforlu dünya kalmadı. Dış politikada tarihsel, kültürel, dini bağların yok sayıldığı kimliksiz, nötr politikanın diplomatik çevreler dışında müşterisi yok. Böyle bir Türkiye, Batılı müttefiklerimizin de işine yaramaz. ABD’de bir otel salonunda, kumar parasıyla İsrailcilik oynayan bir ailenin toplantısında Şahçılık oynayan devrik İran Şahı’nın çaresiz ve işsiz oğluna bakarak ibret almakta fayda var.

    Avusturya’da aşırı sağ birinci oldu ama yazısız anlaşma gereği iktidar olamayacak

    Aşırı sağcı FPÖ, Avusturya tarihinde ilk kez yüzde 29 gibi rekor bir oyla seçimde birinci oldu ama diğer partilerin arasındaki yazısız bir anlaşma nedeniyle, FPÖ’yü dışarıda tutan bir üçlü koalisyon gündemde. Kim ne derse desin; gözlüklü, zayıf ve az karizmatik görünümlü Kickl, partisini %29’luk bir oya taşıdı. Aşırı sağcı FPÖ, ülkenin tüm kesimlerinden yüksek oy aldı. Hem yaşlılar hem gençler, hem kadınlar hem erkekler arasında birinci oldu. FPÖ’nün ele geçiremediği tek kale, başkent Viyana. Bazı Avusturyalılar “Acaba hangi ülkeye yerleşsek?” demeye başladı bile. Başka bazı Avusturyalılar da onları “halktan kopuk” olmakla suçluyor. Putin ve Orban’ın dostu olan Kickl, aşır sağcı suçlamasından rahatsız.

    Türkevi hatıralarım

    1976 sonlarına doğru genç memur olarak ilk tayin yerim olan Birleşmiş Milletler (BM) Nezdindeki Daimi Temsilciliğimize atanmıştım. Gerçekten Türkevi binası 3 milyon dolara IBM’den satın alınmıştı. Kaparo yanlış hatırlamıyorsam 300 bin dolardı. Ancak 70 sente muhtaç olduğumuz dönemde eksik parayı toparlamak pek kolay olmuyordu. Süre kısalıyordu. Sonunda bir Amerikan bankasından Hazine'nin borç olarak aldığı birkaç yüz milyon dolarlık paranın küçük bir kısmı IBM’e ödenmiş, bina da bizim olmuştu. IBM döneminden kalma yırtık yer halılarının ben ayrılıncaya kadar kullanıldığını hatırlarım. Giriş katındaki vitrinleri süslemek için çok fazla bir malzememiz yoktu. Atatürk ve zamanın Cumhurbaşkanı Korutürk’ün fotoğrafları, birkaç Kütahya çinisi ve bakır eşya ve tabii bayraktan ibaretti teşhir ettiklerimiz.

    Erdoğan’ın “bunu nasıl söyler” duygusu uyandıran tuhaf sözlerini nasıl izah edebiliriz?

    “En düşük emekli maaşını 10 bin TL yapıyoruz ve bu yılı Emekliler Yılı ilan ediyoruz…”, “Yokluk ve yoksullukların olduğu o eski günler artık bir daha gelmemek üzere tamamen geride kalmıştır…", “Merkezi yönetimle yerel yönetim el ele vermezse o şehre herhangi bir şey gelmez…” Ülke bu haldeyken yönetimin en tepesinde oturan kişi nasıl böyle konuşabiliyor? Şuursuzluk mu, gaf mı, samimiyet krizi mi? Yoksa bu topluma dair hiçbirimizin bilmediği bir şeyi sadece o biliyor ve o sayede mi böyle serâzâd konuşabiliyor.

    Amedspor’un zaferi ve soru işaretleri

    “Yedi haftadır ortaya konulan maç sahnelerinde “tatsız tuzsuz, güven ve istikrar vaat etmeyen” bu oyunun birincil nedeni, oyuncu gurubunun eksik ve gedikleri. Bu arkadaşlarımız demek ki, doğru dürüst kendini vererek, önemseyerek ne çalışıyor ne besleniyor ne de dinleniyor? İkinci nedeni dile getirmek bile istemiyorum; çünkü hiç kimse Diyarbakır şehrini ne küçümseyebilir de ne de kendini bir nimetmiş gibi sunabilir.”

    Tanrı öldü ama vicdan olarak yeniden doğdu

    Bu hakikati hemen ucuz ateistik sloganlara bağlamayalım. Zira dindar veya ateist çok anlayış yoksunu yobaz var. Evvela, yüzeysel ateistlere kötü haberim şudur: Tanrı öldü demek Tanrı yoktur demek değildir. Kral öldü demek, Krallık yıkıldı demek değildir. Kral değil krallık bile öldüğünde, yönetim gerçeği ortadan kalkmaz. En fazla öz-yönetim yahut demokrasi adını alır. Dinsiz olabilirsiniz ama ahlaksız olamıyorsunuz. Çünkü din modern çağda Kant gibi peygamberlerin eliyle ahlak suretini aldı. Tanrı dağıldı ama yok olmadı. İman yurttaşlık adını aldı. Kişiye özgü hale gelen Tanrı da vicdan suretini aldı. Yani Tanrı öldü ama vicdan olarak yeniden doğdu.

    The Bear dizisinin tılsımı ne?

    John Gardner bir hikayenin en can alıcı özelliğinin okuyucuyu sahici ve kesintisiz bir rüyada hissettirmesi (vivid and continuous dream) olduğunu ileri sürer. Bu sene Emmylerde 11 dalda ödül alarak kendi rekorunu kıran The Bear, (çünkü dizi geçen sene de 10 ödül almıştı) Gardner’ın tarifindeki tılsımı yakaladığı, yani sahici bir rüyaymış gibi aktığı için bu kadar etkileyici oldu.

    Durumdan-“kurum”dan vazife çıkarmak

    Bazı işler güçler, “rütbe”ler ebedi. Ondan itibar, emekli olsa bile “durum ve vazife” çıkaranlar için harika ikramiye. O vazife sadece durumdan değil “kurum”dan da çıkıyor. Sözlükteki üç anlamıyla “müessese”, “büyüklük taslama, kibir”, “bacadaki is”… Bazısında üçü bir arada. Emniyet, Askeriye de unvanı, rütbesiyle itibarı köklü kurumlar. İtibarı taşırmazsa tabii…