TÜM YAZARLAR

Devamı

    Bir bakışı bin alkışa bedel: Filistinli Rashida, Amerikan Kongresi’ne nasıl girdi?

    Netanyahu, Amerikan Kongresi’nde Filistin için sokağa çıkan Amerikan vatandaşlarına hakaret edip Amerikalı Kongre üyelerinin alkışını aldı. Görüntüler tam bir sirkti: 58’i ayakta 78 kez alkışlandı, elini sıkmak isteyen vekiller nedeniyle 5 dakika salondan çıkamadı, Filistinlilere “barbar” dedi. Bu rezil sirkin çarkına çomak sokan ise yine bir Filistinli oldu. Amerika’nın ilk kadın Müslüman Kongre üyesi olan Demokrat Partili Filistin kökenli Rashida Tlaib, elinde tuttuğu “savaş suçlusu” ve “soykırım faili” yazılı pankartı ve boynuna astığı kefiyesiyle konuşma boyunca öfkeli gözlerini Netanyahu’dan ayırmadı. Rashida Tlaib’in öfkesi boşuna değildi. Netanyahu sadece on binlerce masum Filistinliyi katletmemiş, aynı zamanda Trump ile el ele verip Rashida’nın anneannesini son kez görmesine de engel olmuştu.

    Mustafa Yeneroğlu yazdı: TBMM İnsan Hakları Komisyonu’nda birkaç saat…

    2,5 saatten fazla bir vakit sonra; sıramı beklediğim, ikaz ettiğim, sonra adım sıralamada okunmasa bile sabırla beklediğim ama nedense şaşırmadığım cümle geldi: “Bundan sonra söz isteyen vekillere 2 dakika vereceğim.” Bu onur kırıcı davranışlara ve insan haklarına kayıtsız hale daha fazla katlanmamak üzere toplantı salonunu terk ettim.

    Almanya ile döner krizi

    Almanya’da dönerciler artık popüler yeme-içme mekanları olmanın yanında, çok ciddi sosyal etkileşim alanları. Örneğin Türkiye toplumunun siyasi havasını koklamak isteyen bir Alman vatandaşı için en kolay yol, mahalledeki tanıdık dönerciye gidip, oradaki Türklerle hatta bizzat dönercinin kendisiyle fikir alışverişi yapmaktan geçiyor bazen. Türklerin İsrail-Filistin konusuna yaklaşımının nabzını dönercilerden tutan Alman gazeteciler bile var. Tabii döner fiyatları da Almanya’da toplumun en çok ilgisini çeken konular arasında. Meclis’e önergeler veriliyor, yasa tasarıları hazırlanıyor.

    Trump ve ailesi

    Evet, aile günün sonunda sığınağımız ama aynı zamanda bizi hep onaylayan, kapalı devre, dar bir çıkarın gözetildiği bir kurum ve bu da hem kişisel hem de toplumsal gelişimin önünde bir engele dönebiliyor. Trump ABD’sinde daha önce öyle olmuştu, seçilirse yine öyle olacaktır. Başka yerlerde de farklı olacağını kim iddia edebilir?

    Her tarafta bir politika tufanı var: İlan-ı Hürriyet

    Bugün 23 Temmuz 1908’in yani Hürriyet’in İlanı’nın yıldönümü. Roni Margulies, 2017 yılında yazmıştı: “1908 ile ne sağ ilgilenir, ne sol. Sağ için, Abdülhamit’in devrilmesiyle sonuçlanan bir hareket elbette basitçe nefret edilen bir şeydir. Sol için, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin uyguladığı Ermeni Soykırımı daha önce yapılan her şeyi olumsuzlaştırmış, habisleştirmiştir. Kaldı ki, Kemalist resmî tarih yirminci yüzyılı 19 Mayıs 1919’da başlattığı için, 1908’de neler olduğu zaten pek de önemli değildir.”

    Kızlık soyadı açmazı

    Başlangıçta hukuka, demokratik değerlere gösterilen titizlik zaafa uğradı. “İnancımız böyle emrediyor” şeklinde ifadesini bulan bir geri dönüş başladı. AK Parti kadroları, bu değişimden iki taraflı etkilendi. Bir kesim dini mesajları daha çok öne çıkarırken, diğer bir kesim de sekülerleşti. Şu açık: AK Partili kadınların bir kesimi, haklarını korumak konusunda duyarlı. Erkek egemen sistemi anlamak noktasında da önemli tecrübeler edindiler.

    Sevgili Atatürkçüğüm

    İlkokul eğitim müfredatında Atatürk anlatısı, eşzamanlı olarak iki taraflı ilerler: Bir taraftan, Cumhuriyet’in, devletin, toplumun, halkın varlığı Atatürk’e bağlanır; o olmasaydı, bugün sahip olduğumuz hiçbir şeye sahip olmayacağımız düşüncesi çocukların zihnine kazınır. Diğer taraftan da Atatürk’ün ölümsüz olduğu, gönüllerde yaşadığı, onları (çocukları) her zaman izlediği ve onlardan çok şey beklediği vurgulanır.

    Caddebostan Plajı’ndan denize Suriyeliler mi girmesin yoksa Ümraniyeliler mi?

    Sıcak havalarda başka alternatifi olmadığı için Caddebostan Plajı’nı dolduranlar yine bomboş olsa bile denizi pis diye o plaja gitmeyeceklerin gözüne battı. Kalabalıktan şikayet edenlere, plajın tarih boyu hep tıklım tıklım olduğunu gösteren fotoğraflar hatırlatılınca ama kalabalığın “pis Suriyeli, Afganlılardan oluştuğu” tezine geçildi. Halbuki 2005 yılında Mine Kırıkkanat o meşhur yazısında yine Caddebostan Plajı’ndaki kalabalığı aşağılamıştı. O zaman kalabalık Suriyeli değil, “İslamistan varoşlarından denize inen kısa bacaklı Ümraniyelilerdi.”

    PORTRE | Kamala Harris: Hintli anne, Jamaikalı babanın “polis” kızı

    Kanser araştırmacısı Hintli annesi ile Jamaikalı Marksist ekonomi profesörü babası insan hakları eyleminde tanıştı. Sert bir savcı olarak “polis” diye ün yaptı, genç bir siyahi kadın olarak senatoya girerek şöhreti arttı ama Başkan Yardımcılığı’nda dört yılı düşük profilli geçti. Ama şimdi Trump karşısında ABD’deki Demokratları ve demokrasinin son ümidi.

    “Çok fazla sarılan sıkı tutamaz” ya da dış politikada bocalamaya devam

    Bir evi muhakkak satmak istediğinizi potansiyel alıcıya hissettirirseniz fiyat düşer. Tersine alıcıysanız ve evi çok beğendiğinizi ve almaya kararlı olduğunuzu satıcıya hissettirirseniz, fiyat yükselir. Bunlar müzakerenin temel ilkeleridir. Oysa bakıyorum ki haftalardan beri iktidarımız Suriye diktatörü Esad ile görüşme yapma hevesi içinde. Esad da haliyle fiyatı yükseltiyor. Bunda şaşırtıcı bir şey yok. Bakalım fiyat nereye kadar çıkacak ve alıcı taraf bunu ödemeye razı olacak mı? Ülkemiz normal bir şekilde yönetiliyor olsaydı, temaslar ilk önce bir üçüncü ülkede teknik düzeyde ve mümkünse gizlice başlatılır, işler olgunlaştıktan sonra devlet başkanı düzeyine çıkarılırdı.

    Mitos’tan Logos’a bir mevsim değişikliği

    Türkiye’de bir süredir büyük bir din değiştirme dalgası yaşanıyor. Bu mevsim değişikliği, çoğunlukla sıcaklardan kaçış (dinden çıkış) gibi algılansa da aslında bir mevsimden diğerine geçişin yoğun trafiği. Rivayet o ki mitos’tan çıkıp logos’a giriliyor. Mitos’un artık gülünç gelmeye başlaması gerçeğine logos’un büyüleyici heyecanı eşlik ediyor. Hakikati bulma heyecanı. Bir muhtedinin yeni dine dair hüsnuzannına benzer bir dindarane heyecan bu.“Gerçeğin çölü”ne henüz ulaşamadıkları için şanslılar. Logos’un hapishanesi, mitos’unkilerden daha fenadır. Henüz duvarına toslamadıkları için bir başka hapishaneye geçtiklerini bilmiyorlar.

    Ne olduysa 2013’ün Nisan ayında oldu

    Arap Baharı ile soğuk savaşın Ortadoğu’da da sona ermesi anlamına gelen büyük değişim maalesef dünün muktedir güçleri tarafından büyük bir tehlike olarak algılandı. Bunda başat neden de İsrail’in varlığı ve İsrail’in kaygıları olmuştur. 2012 sonu itibarıyla harekete geçen ve tümüyle İsrail’in güvenliği ile Körfez ülkelerinin varlığını korumaya yönelik bu karşı saldırı, planlı organize ve hedefi net bir taarruza dönüştü. Bunun en doğrudan mağdurlarından biri de Türkiye’deki demokrasi ve büyük bir fırsat olan Çözüm Süreci oldu.

    Eşek ile Fil arasında sıkışmak

    Amerikan siyasetinde 18’inci asırda Demokrat Partinin sembolü eşek ve gene aynı asırda Cumhuriyetçilerin sembolü fil olarak seçilmiş. Amerikan seçimleri bütün dünyayı etkiliyor. Amerikan halkı bu seçimde eşek ile fil arasında sıkışmış durumda.

    Başıma gelmez

    Başkalarının hayatları onlar. Senin başına gelmez, şükür. Ötekiler, onlar, oralar uzak da zaten… Başka… Kapsa(n)ma alanının dışında. Hem sen hak etmedin öyle hayatları. Başkalarının başına gelenlere gerekçeler uydurup suçu-kabahati onlara yüklemen, kuş gibi hafiflemen de mümkün. Gerekli, “trendy” üstelik… Bir ayarı olmalı insanın, “göre davranmalı”, “göre yaşamalı”… Tadında habitatında da yaşamalı. Herkes yerini bilecek. Haddini de…

    Kıpırdamaya başlayan yapraklar ne söylüyor?

    Yargıtay ve Futbol Federasyonu seçimleri iktidarın süper etki gücünün kırıldığını, ceketimi koysam seçilir devrinin kapandığını, işadamlarına, bürokratlara bi cesaret geldiğinin ilk işaretleri. Şimdilik kazananlar muhalif figürler değil ama ortaya çıkan tepkiler iktidarın yanlış ve istenmeyen isimleri dayatma lüksünün artık bitmeye başladığını gösteriyor.

    Tövbe kapısının devşirme müridi: Trump’ın başkan yardımcısı J. D. Vance

    Suikastten sağ kurtulan Donald Trump’ın “modern mesih” olarak başladığı yeni hayatındaki ilk işi başkan yardımcısı adayını açıklamak oldu: 39 yaşındaki Ohio Senatörü J.D. Vance. J.D. Vance, geçmişte Trump’a Hitler demiş, yoksulluk ve istismar içinde geçen hayatını anlattığı anı kitabıyla popüler olmuş bir siyasetçi. 2 sene önce Trump’ın desteğiyle senatör seçilen Vance, zamanla en ateşli Trump destekçilerinden birine dönüştü. Sıkı bir İsrail destekçisi, Suriye ve Ortadoğu’dan Amerika’nın çekilmesini savunuyor, ekonomi politikalarında sola yakın, sosyal konularda muhafazakar. J.D. Vance, Trump’tan daha iyi Trumpçılık yapabilecek sahici bir “veliaht”, Amerikan sağının genç ve karizmatik prensi, şimdiden 2028 seçimlerinin favori ismi.

    İyileşecek anacığım, Buket’i ağlatacağız inşallah

    Artık Buket Aydın’dan kredi kartı kullanıcısı diye bahsediliyor; attığı herhangi bir tweet’e bile kullanıcılar kredi kartı görseli atmaktan çekinmiyor. Atılan kartların çoğunun aidatsız olması, ah, ne hazin. Fikrini, siyasi görüşünü, gazetecilik duruşunu, meslek etiğini onaylayın onaylamayın; bir kadına canlı yayında müstehcen bir suçlamaya varan süreci başlatanın, bir kahkaha olduğunu unutmayın.

    Candy Crush ağlamaz

    Gelecekte uykusunu alamamış ya da gece sevgilisiyle kavga etmiş bir yazılım mühendisi o kafayla yanlış paketi güncellerse akıllı otomobilinizin kapısını bir süreliğine açamayabilirsiniz. Şaka değil, komplo değil… Kapsamlı ağ servislerini sağlayan büyük kurumlarda da bu işleri insanlar yapıyor ve ne kadar kontrollü olunursa olunsun gözden kaçan bir ayrıntı nedeniyle açık kalp ameliyatınız sırasında hayati cihazların mavi ekran verme ihtimali var

    Roni Margulies’i özlemle anıyoruz. Şenol Karakaş, Roni’nin hastanedeki en mutlu gününü yazdı: Roni’den sonra…

    Aşklarının yoğunluğunu benzersiz bir şiir kitabıyla ölümsüzleştirdiği Elsa, Yunanistan’dan hastaneye ziyarete gelmişti. Gerçekten de Elsa’nın geleceğini öğrenen Roni, heyecanlanmıştı. Roni’nin yoğun bakımdaki odasına girdiğimizde, onu yatakta değil sandalyede bulmuştuk. Her şey ayarlanmıştı, fonda çok etkileyici bir müzik çalıyordu. Roni çok zorlansa da sandalyede dimdik oturuyordu. Elsa, yasak olmasına rağmen kucakladı Roni’yi. Tam önümde, haftalardır ölüm kalım mücadelesi veren yoldaşımın, ne kadar şanslı olduğunu düşündüm, olağanüstü bir aşk hikayesiydi onlarınki.

    Tuğrul Türkeş: “Ben, hayatının 7 yılını, ömrünün 10’da 1’ini cezaevinde geçirmiş bir babanın çocuğuyum”

    Tuğrul’u, 12 Eylül’de Merkez Komutanlığı’nda tutuklu babasını ziyarete geldiğinde tanımıştım. Osman Kavala’nın 7 yıl tutuklu kalmasına neden duyarlı olduğunu da bu bağlamda açıklıyor: “Ben, hayatının 7 yılını, ömrünün 10’da 1’ini cezaevinde geçirmiş bir babanın çocuğuyum.” Kavala davasındaki bazı hukuksuzluklara şöyle dikkat çekiyor: “16 sayfalık bir dilekçeyi ben yaklaşık 1 saatte okudum. Yarım saat içinde savcıdan mütalaa almışlar. Halbuki adam 7 senedir içeride, 7 gün daha beklerdi.“

    Özal suikastı ile Trump suikastı arasındaki en büyük fark…

    Trump’a suikast girişimi aynı anda pek çok kişinin aklına 1988’de Turgut Özal’a suikast girişimini getirdi. Üzerinden 36 yıl geçmesine rağmen Kartal Demirağ’ın neden Özal’ı öldürmeye çalıştığını henüz bilmiyoruz. Bildiğimiz Kartal Demirağ’ın öfkeli bir yalnız kurt olmadığı.

    Türkiye, Kürtleri ve Sünni Arapları Esad’la barışa feda mı edecek?

    Türkiye, Esad ile barışmaya çalışırken, sınırlarının dışındaki Kürtlerin bir siyasi statü elde etme çabalarını kendi beka sorunu için bir tehdit unsuru olarak görme politikasında ısrar etmemelidir. Gelinen aşamada Suriye’deki Sünni Araplar, Kürtler ve Şii nüfusun, bunca kan ve acıdan sonra üniter bir devlet çatısı altında bir arada yaşamaları mümkün değildir. Henüz 2015 yılında Rusya, Suriye iç savaşının federal bir çözümle barışa kavuşabileceğini söylemişti. Türkiye, yıllardır savunduğu Sünni Arap nüfusun haklarını ancak federal bir çözümle güvence altına alabilir. Kürtlere gelince, onlar dünden beri federal çözüme hazırdırlar. Türkiye Esad’la barışmaya çalışırken Sünni Araplar ve Kürtleri feda etmemelidir.

    Makuliyeti kaybetmemek için görmeyi yeğlemek: Umudun iflası

    Türkiye ve Türkiye siyaseti uzun zamandır iflas eden umudun yeniden inşasına dair üzerine düşeni yapmamıştır. Kullanılan dil, ortaya konulan eylemler, yaşananlara dair verilen tepkiler, sorunlar karşısında çaresizce debelenmeler, gevelemekten yorulmuş ve durmadan büyüyen bir geyik muhabbeti.. Yarından bihaber, günü ıskalayan terennümler..

    AFAD deprem hasarlarında belediyeleri suçladı

    6 Şubat depremleriyle ilgili açılan bir davada AFAD’ın Hatay 3. İdare Mahkemesine yazdığı 10 sayfalık savunma üzerine kitap yazılmasını hak edecek bir metin. AFAD’ın savunma metnindeki belediyeleri üstü kapalı da olsa suçlayan bölümünü kabul etmekle birlikte AFAD’ın sorumsuzluğuna katılmam mümkün değil. Hepiniz oradaydınız beyler!

    Kurbağa Manastırı

    Kemal Gözler’in sunuş ve çevirisiyle Türkçeye kazandırdığı Kurbağa Manastırı, bir kurmaca, alegorik bir eser. Ülkemizin önde gelen anayasa hukuku hocalarından biri olan Gözler, içinde bulunulan vaziyeti pür bir hukuki metinle tasvir etmek yerine edebiyatla anlatmayı seçmiş. 14’üncü yüzyılda bir dünya kurmuş ve Türkiye’de üniversitenin başına gelenleri bir manastır ve bir rahip üzerinden Latince aktarmış.

    Adalılar değişik tepkileri olan özel bir topluluktur

    Adaya yıllar önce gelip yerleşmişler ve şehirliden farklı bir yaşam ve davranış biçimi geliştirmişler. İşte bu insanların sesine kulak vermelisiniz. Gördüğünüz gibi, protestoları bırakıp gitmediler. Adalı ısrarcıdır… Sessiz gibi görünür gerektiğinde hak aramak için harekete geçer. Adalı olmak farklı bir yaşam tarzını benimsemektir. Bunu anlamak gerek.

    Yaşasın hayat!

    Bu ülke, “Yaşasın hayat!” diyemeyenlerin ülkesi. Hayat değil, ölüm kutsanıyor bu ülkede. İhmallere bir şekilde mazeret bulunuyor, karartılamaz hale geldiği durumlarda ise kabahat sorumlulara değil ‘kader’e ve ‘fıtrat’a yazılıyor. Bu ülkede bir çığlığa, bir haykırışa ve silkinişe ihtiyacımız var. “Yaşasın hayat!” diyen ve önlenebilir her ölüm için sorumlulardan hesap soran bir haykırış ve silkinişe...Yaşasın hayat! Kahrolsun sorumsuzluk!

    İspanya kazanınca, biz de kazanmış sayıldık

    Maçtan sonra İngiliz hoca, kendine uzatılan mikrofonlara, İspanya’nın kupanın en iyi takımı olduğunu, finalde de çok iyi bir futbol sergilediklerini ve şampiyonluğu sonuna kadar hak ettiklerini söyler. Herkesin duygularına tercüman olur. Gerçekten de sağından soluna, sıkı taraftarından göz ucuyla bakanına, uzmanından müptelasına herkes, ilk gününden son gününe kadar kupaya İspanya’nın futbolu damga vurduğu ve şampiyonluk tacının İspanya’nın hakkı olduğu noktasında hemfikirdi. Böylesine bir uzlaşı, futbolda çok rastlanılır bir şey değildir!

    Arafta düeti tamamlamak

    Edirne’deki tarihî Mihran Hanım Konağı’nda düzenlenen törende iki yazar koltuğu konmuştu. Birinde Yiğit oturuyordu; diğer koltuk, Selahattin beyinki, boştu… şimdilik. Arafta Düet’in sonunda, kitabın iki yazarı, Yiğit ve Selahattin bey, uzun uzun “politik kurtlarını dökerek” düette senkronize oluyorlar. Fakat bence bu düetin hâlâ bir eksik yanı var: Yazarların biri kitabı kendi derisinin içinde yazmış, diğeri giysileri içinde.

    Salaten Tüncina

    Ruşen Eşref’in elli sayfalık bir kitapçığıyla karşılaştım: Çanakkale’de Savaşanlar Dediler ki. Muharebe esnasında insan bir şey düşünebiliyor mu diye soruyor Ruşen Eşref görüşmecilerinden birine. Hüseyin oğlu Mustafa Onbaşı cevaplıyor: “Hiçbir şey düşünemiyor. Yalnız korkmuyor. O ateşin içinde öleceğini mi kalacağını mı bilmiyorsun. Zabitlerimiz bize tenbih ederdi ki: ‘Oğlum, Selaten Tüncina’yı okuyun.’ derdiler. Bilenlerimiz okurdu. Bilmeyenlerimiz de tekbir alırdı.”