(22 Şubat 2018)
19. yüzyıldan ve 20. yüzyıl başlarından bu yana, Büyük Devletler ile dünyanın geri kalanı arasındaki ilişkide en çok ne değişti? Ekonomik uçurum kapanmadı belki (hattâ açılmış dahi olabilir). Ama hem Batılı güçler hem 1945-50 sonrasında bağımsızlıklarına kavuşan ülkeler (aralarındaki açığı koruyarak) büyür ve gelişirken, ikincilerin, yani Batı dışı ülkelerin bazıları göreli değilse de mutlak anlamda eşik atladı: (a) kendi modern savunma sanayilerini kurmayı; (b) çok daha tecrübeli ve dirençli devlet yapıları yaratmayı başardı. Bunu yapanlar, eskisi gibi kolay kolay istilâ ve işgal edilemiyor, darbelere maruz bırakılamıyor, ya da başka yollarla dize getirilemiyor. Bu açıdan ABD’yi en çok öfkelendiren iki örnek (haklı-haksız, doğru-yanlış komnularına hiç girmeksizin, sırf nesnel bir gözlem olarak) tabii İran ve Kuzey Kore. Türkiye’nin yarı-bloksuzlaşma süreci de bu açıdan anlamlı. Ama tabii silâh sanayisi ve savunma gücü bakımından asıl Çin apayrı bir yerde duruyor ve Amerika’nın yanında ikinci super devlet olmaya oynuyor.
Dünya basınından bugün seçtiklerimizin ilki, tamamen bu meseleyle ilgili: Jonathan Marcus’un 13 Şubat’ta BBC için yazdığı “Çin’in askerî gücünün küreselleşmesi” yorumu. Marcus’un önemli askerî uzmanlarla da konuşarak verdiği bilgiler arasında, Çin’in deniz ve hava gücünün gösterdiği şaşırtıcı gelişme; pek çok Batı donanmasının gıpta edeceği savaş gemileri yapıyor olması; aynı şekilde, çok ileri ve olağanüstü uzun menzilli havadan havaya füze sistemleri geliştirmesi; bu yolla, ABD deniz ve hava gücünü kendi kıyılarından uzaklaştırıp Pasifik Okyanusu’nun ortalarına itmeye yönelik bir alan hâkimiyeti stratejisi gütmesi… ve aynı zamanda, (en azından şimdilik, hegemonya peşinde koşmadığı için) “acaba bu silâhlar bana karşı da kullanılır mı” diye korkmadan, örneğin SİHA’larını hem de hayli ucuza pek çok ülkeye satmaya başlaması ve bu suretle dünya silâh pazarına ciddi bir giriş yapması, en dikkat çekici noktaları oluşturuyor.
Madalyonun diğer yüzünde, otuz yıldır girmiş olduğu (mealen) “tek parti diktatörlüğünde devlet kapitalizmi” mecrasında bütün bunları da yapabilen bu nüfus ve ekonomi devinin iç realiteleri yer almakta. 23 Aralık 2017 tarihli The Independent gazetesinden aktardığımız bir rapor işin bu boyutuna ışık tutuyor. Zamanın İngiltere büyükelçisinin, üzerindeki gizlilik kaydı yeni kalkan raporundan hareketle, 3-4 Haziran 1989’daki Tiananmen Katliamında Şanşi’den getirilen 27. Ordunun nasıl bir vahşet sergilediği anlatılıyor ve gerçek ölü sayısı 3000 değil 10,000 olarak veriliyor. New York Times’da 3 Şubat 2018 tarihinde yayınlanan kapsamlı bir haber-yorum da gene derin devletlerin kirli ve karanlık işleriyle ilgili. İsrail ve Mısır hükümetleri ve gizli servisleri arasında 2015’ten bu yana süren gizli işbirliği temelinde, İsral jetleri, helikopterleri ve SİHA’larının Mısır semalarında 100’den fazla sorti gerçekleştirip Kuzey Sina’daki radikal cihadçı örgütlere ağır darbeler indirdiği; bunun da Ortadoğu’daki yeni saflaşma ve mevzilenmeler açısından çok şeye işaret ettiği, bütün delilleriyle açıklanıyor.
İnsanlığa inancınızı tümüyle yitirmeden okumaya devam etmenizi diliyoruz. — Serbestiyet Yayın Kurulu.