Millet İttifakı, çalkantılı bir süreçle Cumhurbaşkanı adayını belirledi. Şimdi sırada Meclis seçimlerindeki ittifak var. Hem Millet hem de Cumhur ittifakları yeni seçim sistemine göre Meclis’te 300 artı 1’e ulaşmaya çalışacak. Peki, yeni sistemde en iyi ittifak modeli ne? TEAM Araştırma Genel Direktörü Dr. Ulaş Tol Serbestiyet’e anlattı.
Önce bu seçimden bağımsız konuşmamız gereken iki mesele var. Biri D’hondt Sistemi. İkincisi ittifak meselesi. Bunlar 2018’den önce nasıldı 2018’de neydi? Bugün ne? Bu üçünü bilmek lazım konuyu kavrayabilmek için.
Neden önemli bu? Kamuoyu tartışmaları çok uzun zamandır Cumhurbaşkanlığı meselesine kitlendiği ve aday meselesi tartışmaları çok domine ettiği ve sert geliştiği için Meclis seçimi kısmı geri planda kaldı.
Kamuoyunda yine şöyle bir algı var: Zaten Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nde meclisin bir önemi yok. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olduğu, Meclis’te de her istediğini yapabildiği bir şekilde deneyimledik.
Ama eğer Meclis’in çoğunluğu muhalefette olsaydı, Meclis bütçe dahil birçok kararı yokuşa sürebilirdi.
Yani bugün deneyimlediğimiz gibi bir otoriteryan yönetim olmak zorunda değildi. Ama biz ikisi de bir tarafta olacak şekilde deneyimlediğimiz için sanki Meclis önemsizmiş gibi, artık Meclisin hiçbir önemi kalmamış gibi bir algıya kapıldık. Bir kere bunu bir hatırlamak lazım.
Niye bunu söylüyorum? Çünkü önümüzdeki dönem Cumhurbaşkanlığı bir tarafta, Meclis bir tarafta sonuçlanan bir seçim olabilir.
Bu durumda da bugünkü sorunların birçoğunun çözülememe ihtimali var. O yüzden eğer muhalefet açısından bugünkü sorunların değişmesi önemli ise ikisini de kazanması elzem. Yani sadece Cumhurbaşkanlığı seçimine odaklanmamalı.
“Meclis seçimindeki durum muhalefet açısından daha olumsuz”
İkincisi de kamuoyundaki algının tersine Cumhurbaşkanlığı seçimindeki duruma göre Meclis seçimindeki durum muhalefet açısından daha olumsuz.
Seçim sistemimiz birebir karşılığı olan bir sistem değil. Yani aldığınız oy oranında Mecliste temsil edilemiyorsunuz. Bunun böyle olması yanlış mı? Doğru mu? Ayrı bir konu. Ama sistem öyle değil.
Bu D’hondt sistemi yeni gelmiş değil Türkiye’ye. Çok uzun yıllar, farklı biçimlerde uygulanmış bir sistem. İyi bir sistem mi? Bu sistemi uygulayan çok fazla ülke var dünyada. Ve bizim hani görece bakmayı sevdiğimiz İskandinav ülkeleri arasında da var. Finlandiya’da uygulanıyor. Belçika’da da uygulanıyor.
Ama bizde iki nedenden dolayı çok iyi temsil sağlamayabiliyor: Birincisi bizim nüfus hareketliliğimiz bu ülkelerdeki gibi heterojen değil. Belli yerlerde yoğunlaşmış nüfus. Dörtte biri, beşte biri İstanbul’da. 17 buçuk milyon deniyor. Çok önemli bir yoğunlaşma. İstanbul’un dışında da kalan metropollerin nüfusu çok fazla. Dolayısıyla nüfus yoğunlaşmasında bir dengesizlik var.
İkincisi yüzde 10 civarında on tane parti görmüyoruz. Ya da belli bir seviyeyi aşan çok fazla parti yok. Çok fazla parti olmayınca da büyük parti bu sistemde çok avantajlı hale geliyor. Niye? Çünkü birçok yerde yüzde 50’nin üzerinde oy alan bir iktidar partisi var. Bu sistem, birinci partiyi ve yüksek oyu olan partiyi avantajlı kılıyor. Bu ikisi birleşiyor.
Yani nüfus yoğunluğu dengeyi iktidar tarafına doğru dengesizleştiriyor. Türkiye’de iktidar olanlar genellikle seçim sistemini kendine uygun düzenlemeyi isterler. Ve iktidar olanlar genellikle büyük oy oranlarına sahip partiler olduğu için de onlara yarayan bu sistemi tercih ettiler. Bir kere bunu bir kenara koyalım.
“2018’de bu sistem muhalefete daha çok yaradı”
Şimdi 2018’de ne oldu? AK Parti MHP’yle ittifak kurunca iki şekilde bundan faydalanmak istedi. Birincisi, MHP yüzde 10 barajına takılmasın istendi. İkincisi de “MHP’li seçmenler çok yakın zamana kadar AK Parti karşıtı bir propagandaya sahip bir partiyi desteklerken bir anda bu birliğe adapte olabilmeleri için yine kendi partisine atsın, ama nihayetinde ittifaka oy vermiş olsun” diye öngörerek bir sistem oluşturuldu.
Gelin görün ki bu sistem muhalefete daha çok yaradı. İktidar bu ittifakı muhalefetin de yapabileceğini öngöremedi. İYİ Parti, CHP, Saadet Partisi’nin kurduğu ilk Millet İttifakı’ndan bahsediyoruz. Bu ittifak sistemin dezavantajını muhalefet adına azalttı. Çünkü onlar da birçok ilde çıkaramayacağı vekilleri çıkarabildiler. Bu yüzden bu sistem son seçim kanununda değiştirildi.
“Yeni seçim kanunuyla eski ittifak sistemine döndük”
Ne oluyordu? İttifaktaki üç partiden herhangi birine atılmış oy o üç partinin toplamına gittiği varsayılıyordu ve milletvekili hesabı buna göre yapılıyordu.
Ama artık yeni seçim kanunuyla bir partiye oy atıyorsanız o oy sadece o partinin milletvekili hesabını ilgilendiriyor. Birlikte hesaplanmıyor. Yani aslında biraz geçmişe döndürdü bizi. Doksanlı yıllarda da bu tür ittifaklar yapılıyordu ama ittifak yapıyorsanız şu kararı vermek zorunda kalıyordunuz: ‘’Belli şehirlerden ben aday çıkarmayayım” diye anlaşıyordu partiler kendi aralarında. Ya da “Tamam burada ikimizin de gücü var. Ortak bir listede benim milletvekillerim senin listenden seçime girsin. Bu gücü birleştirelim” kararı alınıyordu. 2018 öncesinin durumu böyleydi. Şimdi buna geri dönmüş olduk. Dolayısıyla eğer bir ittifak ittifaktaki partilerin oylarının toplamından faydalanmak istiyorsa bazı şehirlerde tek bir parti olarak seçime girecek ve diğerleri onu destekleyecek.
Listelerini ortak oluşturacaklar. Yani örnek olarak diğer partiler bir seçim bölgesinde CHP çatısı altında seçimlere girecekler ve milletvekili adayları da CHP’nin listesinde yer alacak.
“Cumhur İttifakı yüzde 43 ile Meclisi alabilir”
Bu olmazsa daha düşük oy oranlarıyla Cumhur İttifakı Meclis çoğunluğunu alabiliyor.
Bir kere Meclis’in yüzde 50’sini alabilmek için yüzde 50 oy almak da gerekmiyor. Cumhur İttifakı çok daha az oy alarak Meclisin çoğunluğunu alabiliyor.
Yani hiç ittifak olmadı diyelim. Herkes ayrı ayrı girdi. Yüzde 43 alarak Cumhur İttifakı, Meclis çoğunluğunu alabiliyor. Sistem bu. Çünkü bizim 87 seçim bölgemiz var. Bu 87 seçim bölgesinin nüfus yoğunluğu aynı değil.
Eğer Millet İttifakı en ideal ittifak senaryosunu uygularsa Cumhur İttifakı’nın meclis çoğunluğunu alma sınırı yüzde 45-45,5’e çıkabiliyor.
Cumhur İttifakı’nın gerekli yerlerde ortak girdiği, Millet İttifakı’nınsa bunu hiçbir yerde sağlayamadığı durumda yüzde 40-41 oranıyla bile Cumhur İttifakı Meclis çoğunluğunu alıyor.
Cumhurbaşkanlığı seçimi de ikinci tura kalırsa bu moral üstünlükle girmiş oluyor.
Gümüşhane örneği
Tamamen kurgusal düşünelim:
Gümüşhane Cumhur İttifakı’nın en çok oy aldığı seçim bölgelerinden biri. Yüzde 78 oy almış 2018’de. Ki bunun 57’si AK Parti’ye, 21’i de MHP’ye gitmiş. Yani Gümüşhane’de ittifak yapmasalar bile aslında iki milletvekilini AK Parti’nin aldığı bir yer. Şimdi diyelim ki burada Millet İttifakı’nın oy toplamı yüzde 30’un üzerine çıktı. Ki 2018’de Millet İttifakı’nın oyu yüzde 21.
Cumhur İttifakı, yüzde 78’den yüzde 60’a geriledi. Bu senaryoda Gümüşhane’de bir milletvekilini Millet İttifakı alabiliyor. Cumhur İttifakı’nın yüzde 80 oy aldığı, kalesi olan bir şehirde iki milletvekilinden birini muhalefet almış oluyor. Ortak listenin ne kadar önemli olduğunu bu örnek bize gösteriyor. Böyle çok yer var. Ki burada Cumhur İttifakı ortak liste girsin girmesin, aslında karşı taraf eğer onu yapmazsa iki milletvekilini alıyor. Toplamları diğer tarafın toplamının iki katından fazla. Halen fazla. Şimdi D’hondt Sistemi şöyle yapıyor: Birinci milletvekilini birinci partiye veriyor. İkinci milletvekilliğini de diyelim birinci parti yüzde 60 oy aldıysa ikiye bölüyoruz, 30. Yani rakibin 30’u geçmesi gerekiyor, diğer ikinciyi alabilmesi için.
Ya da şöyle düşünün. Bir yerde yüzde 45 alıyor bir parti. İkinci parti de 35 aldı. Buradaki iki milletvekili bir-bir dağılıyor. Yani dolayısıyla Türkiye toplamında bulduğumuz oranla milletvekili oranlarımız birbirini tutmuyor bu yüzden.
“Bazı illerde ittifak sonucu değiştirmiyor”
Seçime giren partilerin en az 41 ilde ayrı liste çıkarmaları gerekiyor. Eğer bazı illerde ortak liste ile girmek veya ayrı ayrı girmek arasında bir fark yoksa o illerde bu karar verilebilir.
Şöyle örnek verelim:
Diyelim ki 2018’de Cumhur İttifakı yüzde 60 oy almış, Millet İttifakı da yüzde 35 almış. Ve burada iki milletvekili seçilecek. Şimdi bunun dağılımı 2018’de bire birdi. Birinci milletvekili, birinci partiye gidiyor. İkincisi de eğer yarıyı aşıyorsa ikinci partiye gidiyor. Millet İttifakı orada da bir milletvekili kazanmış. Şimdi bu yüzde 60 diyelim ki yüzde 45’e düştü. Ee muhalefet de yüzde 45’lere çıktı. Hâlâ bire bir. Değişen bir şey olmuyor.
Millet İttifakı da yüzde 35’ten yüzde 45’e çıkmış. Öteki taraf yüzde 60’tan yüzde 45’e düşmüş. Bu çok radikal bir değişim. Yani neredeyse iki katı iken şimdi eşitlenmişler. Fakat 2018’de bire bir olan milletvekili çıkartma oranı şimdi de öyle oluyor. Böyle çok il var. Ve buralarda ortak liste girmek de durumu değiştirmiyor. Ayrı ayrı girdiklerinde de benzer sonuçlar elde ediliyor. İttifaklar böyle yerlerde ayrı girmeyi tercih edecektir.
Dolayısıyla bunun böyle il il çalışılması ve toplamına bakılması gerekir. Yüzde 40’ların altına düşmüş bir Cumhur İttifakı meclis çoğunluğunu alamıyor. Orada artık tartışmamız, “muhalefetin toplamı 360’ı geçer mi”ye döner.
Cumhur İttifakı diyelim ki yüzde 40’ın altına inmedi. En azından Millet İttifakı yüzde 45, yüzde 43 bandında ancak doğru liste stratejisiyle Meclis çoğunluğunu alabilir. Eğer Cumhur İttifakı yüzde 45’in de üstüne çıkıyorsa zaten o durumda ortak listenin dahi muhalefete bir faydası olmayacak. Cumhur İttifakı meclis çoğunluğunu almış olacak. Yani şöyle düşünün:
Yüzde 45.5’un üzerindeki her oy dağılımında Cumhur İttifakı Meclis çoğunluğunu da almış olacak. Biliyorsunuz, Cumhurbaşkanlığı seçimi için 50+1 gerekiyor. Şimdi belki yüzde 45.5, yüzde 46 oy oranı Cumhurbaşkanlığını getirmez. Ama 300 çoğunluğunu getirir. İşin zorluğu burada. Dolayısıyla şunu hatırlatmak lazım: Bir seçime gitmiyoruz. İki seçime gidiyoruz. Bunlardan biri diğerinden daha önemli değil. Eğer ki muhalefetin vaat ettiği sistem değişikliği ve reform paketlerini hayata geçirmek hedefse…