Tamamını izlemek için:
Erdoğan’ın askeri üniformayı çağrıştıran üniformalar ile poz vermesi ve ‘Bu millet Kandil’in desteklediği adaya iktidarı teslim etmez’ çıkışı; Hulusi Akar’ın ‘Vur de vuralım, öl de ölelim’ sloganlarına ‘Onun da zamanı gelecek’ karşılığını vermesi; Süleyman Soylu ve Mehmet Uçum’un 14 Mayıs’tan sonraki olası bir iktidar değişimini ‘darbe’ olarak nitelendirmesi… Bunları bir bütün olarak düşündüğümüzde sizce ne anlama geliyor? Erdoğan seçimi kaybetmesi durumunda iktidarı devreder mi? Seçim sonrası bizi bir kaos mu bekliyor?
En sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim. Bu iktidar nasıl iktidara geldiyse öyle gider, gidecektir. Bu konuda benim bir endişem yok. Seçimleri kaybettikleri takdirde bir fiziki direnç, iktidar gücüne dayanan bir direnç göstereceklerini sanmıyorum. Buna ihtimal vermiyorum. Öyle bir şey olursa zaten Türkiye hiç kimsenin ummadığı, beklemediği bir kaosa, hatta kaos ötesi bir karışıklığa doğru gider. Kimsenin kaybedilmiş bir seçimden sonra iktidarın bırakılmamasına temkinli, tahammüllü tepkisi olamaz. Tepki sert olur ve Türkiye karışır.
Dolayısıyla bu ihtimali ben varsaymıyorum ama iktidar tarafından gelen açıklamaları da dikkate almak lazım. Böyle bir durumu akla getiriyorlar.
Aslında ben bunun bir tehditten çok bir panik, bir endişe hali olarak açıklanması gerektiğini düşünüyorum.
Şimdi senin sorunda iki farklı yön var. Bir tanesi Soylu’nun açıklaması, yani AK Parti seçimleri kaybederse bunun bir darbenin sonucu olacağını açıklaması ve Mehmet Uçum’un iktidar değişirse bunun darbe anlamına geleceği tarzı sözleri.
Bu sözler ile diğerlerini, yani Erdoğan’ın üniforma giymesini ya da Hulusi Akar’ın kimi sözlerini birbirinden ayırmak lazım. Bunlar, yani ikinci grup biraz daha zihniyet, biraz daha politika mesajları olarak karşımıza çıkıyor. Üniforma giyilmesini ya da Hulusi Akar’ın Kayseri’deki bir toplantısında vur de vuralım, öl de ölelim’ gibi sloganlar atılmasını daha çok militarist bir siyaset izlenmesiyle ilişkilendiriyorum. Tayyip Erdoğan o üniformayla beraber güvenlikçi, asayişçi, devletçi bir politikanın simgesini üstüne geçirmiş durumda. Artık askeri de kendisinin kontrol ettiğini düşünerek, başkomutan olduğunu düşünerek böyle bir mesaj verdiği kanaatindeyim. Nitekim bu seçimlerde geleceğe matuf hiçbir şey söylemiyor. Son derece pasif dirençli. Sadece her anlamda asayişçi bir defansif hatta duruyor. Bunu da onun simgesi diye değerlendirmek gerekir. Diğer taraftan ‘Vur de vuralım, öl de ölelim’ sloganı da ülkemizde sağ, milliyetçi, faşizan, militarist çevrelerin çok bildiğimiz bir sloganıdır. Bu sloganın atılmasını bir siyasi meydan okumak olarak algılamak bence doğru değil. Bazı şeyleri de çok önemsememek, sıradanlaştırmak lazım ki onlar hakikaten ait olduğu yerlerde ve ait olduğu çaplarda kalsınlar. Dolayısıyla bunları ben bir tehdit olarak algılamıyorum.
Soylu ve Uçum’a gelince…
Her iki kişi de kayıp fikrinin üstünden yola çıkıyorlar. “14 Mayıs’ta iktidar değişirse”, “14 Mayıs’ı kaybedersek” gibi vurguların altını çizelim. Bu vurgular onların içinde büyüyen bir kaybetme endişesini, bir kaybetme halini tanımlıyor.
Bu açıdan okuduğumuz zaman akıllarında belli ki bir gidiş var. Bir de gidişi engelleme çabaları var. Şunu söylüyorlar: “Bu iktidar o kadar güçlü, o kadar doğru, o kadar Türkiye’yi bağımsızlığa ve geleceğe taşıyan bir iktidardır ki, giderse, seçimleri kaybederse bu Türkiye’nin aleyhine darbe gücünde bir sonuç olur.” Bu, insanları direnmekten çok, siyasi iktidara tekrar destek vermeye davet eden ama tehditkâr tonu olan bir bakış açısı.
Soylu’nun açıklaması onun demokrasiden hiçbir şey anlamadığını da ortaya koyuyor. Farklı eğilimlerin bir araya gelmesini, Türkiye’nin daha demokratik bir ülke olma çabasını, iç ve dış güçlerin bir araya gelmesi ve seçimlerde güçlerini ortaya koyarak mevcut iktidarı yıkma fiili olarak tanımlıyor.
Uçum da mutlak ve mutlakiyetçi iktidar fikrinden yola çıkıyor. Ona göre parlamenter sistem kırılgandır, tehlikelidir, zira uzlaşma gerektirir. Farklılıklar arasında diyalog gerektirir. Bu taviz ve doğrudan uzaklaşmak demektir. Buna karşılık cumhurbaşkanlığı sistemi hızlı karar vermeyi sağlar. Çünkü bir uzlaşmaya gerek yoktur. Tek adam karar verir. Bu tür tanımlar, doğruya uzlaşmayla değil tek kişiyle ulaşılabileceği varsayımı hepsi faşizanlığa doğru ilerleyen otoriter sistem tanımlarıdır. Bunları bu şekilde deşifre etmek gerekir diye düşünüyorum. Uçum’un açıklamaları demokratik mantığa, demokratik ilkelere karşı ilkel, otoriter bir tutumu öncellemesi, anlatması olarak ele alınmalı.
Bunun ötesindeki her şeyin birer vızıltı olduğunu düşünüyorum. Giden gidiyor… Eğer Tayyip Erdoğan kaybedecekse -ki bana göre öyle- bütün bu sesler bunun endişesi, rahatsızlığıyla ilgilidir.
Peki 2019’daki İstanbul seçimlerini göz önünde bulundurduğumuz zaman, sizce iktidar seçimi kaybetmesi durumunda seçim sonuçlarına itiraz edip seçimlerin yenilenmesi için baskı yapabilir mi?
Olabilir. Bu tabii daha somut, daha yakın bir tehlike. Diğer söylediğimiz yani direnmek ve iktidarı vermemek; o demokrasinin her anlamda bittiği an olur. Seçimi kaybedip bayrağı teslim etmemek demek iradeye el koymak demektir. Darbeyi bizzat yapmak demektir. Böyle bir ihtimali aklınızdan bile geçirmeyelim. Söz konusu olmaz. Ama diğeri yani seçimlerde hile yapmak ya da çok yakın bitecek bir seçimin sonuçlarına, yasal gücü, iktidar gücünü, kurumlar üzerindeki hakimiyetini kullanarak müdahale etmek, itiraz etmek, bunların hepsi mümkün olabilir.
Tabii bunlar sonuçları nasıl etkiler? Şu anda çok bilmiyoruz. Ama ben açıkçası kendi düşüncemi bunun üstüne, seçimler dendiği zaman ‘muhalefet kazanır, ama bu iktidar hükümeti bırakmaz’ mantığı üstüne kurmuyorum düşüncemi. Biliyorsun bugünlerde en çok konuşulan konulardan, duyulan korkulardan bir tanesi bu. Hatta kimi akademisyenler otoriter, faşizan rejimlerin iktidarı hiçbir zaman devretmediklerine dair bazı makaleler yazıyorlar, bazı endişelerini dile getiriyorlar, başka ülkelerden örnekler veriyorlar. Ama Türkiye’yle bu Latin Amerika’dan verilen örnekler çok birbirine benzeyen örnekler değil. Türkiye her şeye rağmen nevi şahsına münhasır bir ülkedir.
Demokrasi ve otoriterlik arasındaki sarkaç başka ülkelerden farklıdır. Bu ülkede sert otoriter uygulamalar olduğu kadar temelde bir demokratik beklenti, seçime dair bir beklenti ve meşruiyeti vardır. Dolayısıyla bu tür endişeler bana çok manalı gelmiyor. Tek söyleyebileceğim şey oranlar çok yakın olursa -Amerika Birleşik Devletleri’nde bile oldu Bush seçiminde malum- sıkıntı yaşanabilir.
Bu konular, bu tartışmalar zihniyetimiz, endişelerimiz açısından önemli. Ama benim siyasi görüşüm, bakışım bunları çok fazla telaffuz etmemek üstüne kurulu. Telaffuz ettikçe korkarsınız. Korktukça seçim algınız tamamen bunun üstüne kurulur. Hayır, Türkiye’de uzun bir siyasi itiraz dönemi yaşandı. Bu siyasi itiraz sandıkta kendisini ifade etmek üzere. Umarım kuvvetli bir şekilde eder. Umarım birkaç puanın üstünde bir farkla muhalefet kazanır. Böylece bu son tartışmalar da kadük olur.