Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden bir hafta sonra 5 Haziran 2023 günü Avrupa Parlamentosu’nda (AP) 2022 Türkiye Raporu, parlamentonun Dış İlişkiler Komitesi’nde ele alındı.
AP’nin 2022 Türkiye Raporu’nun nisan ayında açıklanması bekleniyordu. Ancak Türkiye’de mayıs ayında yapılan seçimler nedeniyle raporun açıklanması ertelenmişti.
İspanyol milletvekili ve Türkiye raportörü Nacho Sanchez Amor, taslak raporunda Türkiye’nin AB adaylık sürecinin bu şekilde devam edemeyeceğini vurguladı.”Şu anda işlevsel olmayan bir üyelik sürecinin yerine, ne tür bir format kullanabileceğimizi görmek için bir sürecin başlatılmasını istiyoruz” dedi.
Amor seçim sonuçlarını da değerlendirerek şöyle dedi: “Erdoğan yeniden ülkenin cumhurbaşkanı olacak. İlk açıklamalarından anlaşılan daha geniş ve kapsamlı bir yakınlaşma süreci için zemin yaratma amacında olmadığı yönünde: Daha ilk açıklamalarında AB’yi Türkiye’ye vize şantajı yapmakla suçladı, kendiyle karşıt fikirlerdeki gazetecileri ve muhalefet liderlerini de suçlamakla kalmadı, LGTBI topluluğuna tekrar saldırdı. Seçim arifesinden bu yana, ki bunu beklenmedik bir pozisyon değişikliği olmuş gibi görünmemesi için özellikle altını çizerek söylüyorum, Türkiye’nin AB’ye katılım sürecinin daha fazla bu şekilde devam edemeyeceği konusunda kamuoyu önünde uyarılarda bulunmuştum. Seçimlerin sonucu her ne olursa olsun, Türkiye’de yıllardır yoğun şekilde üzerine çalışılan bir üyelik sürecini yeniden canlandırmak için köklü değişiklikler yapılmalıdır.”
Komite toplantısında AB Komisyonu ile AB Dış İlişkiler Servisi yetkililerinin AB-Türkiye ilişkileri hakkındaki görüşleri de dinlendi.
Konuşmalara cevap veren raportör Amor, göçmenler konusunda mevcut hükümetle birlikte çalışmakla ilgili bir yoruma “AKP’nin göç konusunda AB değerlerine diğer muhalefet partilerinden daha yakın olduğunu kabul etmekte hiçbir zaman sorun yaşamadım.Türkiye’yi sadece jeopolitik açıdan değerlendiremem. Bu Türk tarafının zaten yaptığı bir şey: “Madem bize ihtiyacınız varsa, insan haklarını şimdilik unutun” diyorlar. O türden bir mantığı jeopolitik açıdan ilişki ne olursa olsun kullanamayız” cevabını verdi.
Taslak raporun son halini aldıktan sonra komitede oylanarak kabul edilmesi, ardından bu yaz AP Genel Kuruluna gelmesi ve burada da oylanması bekleniyor.
Türkiye’nin adaylık statüsünün AP’de tartışılmaya açılması, seçim sonrası Türkiye’de gündem olmadı.
2009-2011 yılları arasında Brüksel’de Türkiye’nin AB Daimi Temsilcisi olarak da görev yapmış emekli büyükelçi ve Serbestiyetyazarı Selim Kuneralp de bu ilgisizliği dikkat çekici buluyor:
“Türk basını bu rapor taslağı ile hiç ilgilenmedi. Twitter hesabındaki paylaşıma gelen yorumlar da çok sınırlıydı. Demek ki Türkiye’de çok fazla ilgi yok bu konuya denebilir.”
Kuneralp, rapor ve devam eden tartışmalarla ilgili “Öyle görüyorum ki en azından parlamento içinde tam üyelik yürümüyor, gümrük birliği yürümüyor, başka bir şey arayalım düşüncesi ve arayışı başladı” diyor:
“Avrupa Parlamentosu Türkiye daimirapörtörü Nacho Sánchez; senede bir hazırlanan Avrupa Parlamentosu’nun kabul edeceği Türkiye raporunun ilk taslağını açıklamış oldu. Bu taslak tabii ki çeşitli değişikliklerden geçecektir ve son halini alması birkaç ayı alacaktır. Ben kendisini geçen sene bir sivil toplum kuruluşu ile Brüksel’de ziyaret etmiştim. Uzunca bir süreden beri katılma müzakerelerine gidiliyor ama Türkiye’de bir irade yok. Gerek reformları yapma konusunda gerek diğer konularda. Bu arada buzdolabında duran bu süreç başka şeyleri engelliyor. Onun için farklı bir ilişki modeli üzerinde çalışalım görüşünü bu yaptığı konuşmada da dile getiriyor.
Bunu geçen sene benim katıldığım toplantıda da söylemişti. Seçimler bitti ve herhangi bir reform iradesi de gözükmüyor diyor, Sayın Cumhurbaşkanı’nın seçimden sonra yaptığı açıklamalara atıfta bulunuyor. Onun için bunu kaldıralım ve bir fikir egzersizinde bulunalım, nasıl bir model oluşturabileceğimizi düşünelim diyor. Herhangi bir şey önermiyor yaptığı konuşmada. Tabii bu rapor çeşitli aşamalardan sonra parlamentoya sunulurken nasıl önergeler içerecektir onu zamanla göreceğiz.
Öyle görüyorum ki en azından parlamento içinde tam üyelik yürümüyor, gümrük birliği yürümüyor, başka bir şey arayalım düşüncesi ve arayışı başladı. Buna çok fazla da şaşırmamak lazım. Bu arada, ‘Biz Türkiye’deki sivil toplum kuruluşları ile ilişkilerimizi sürdüreceğiz. Avrupa Parlamentosu’nun rolü devletten ziyade ülkeyle ilişkileri geliştirmektir’ diyor. Böyle bir tartışmanın artık başladığını söyleyebiliriz.
Benim dikkatimi çeken, dinleyicilerin de dikkatini çektiği anlaşılan hazırladığı 6 sayfalık taslakta Kıbrıs’tan bahsetmiyor. Bazı Kıbrıslı Rum milletvekilleri de bundan dolayı memnuniyetsizliklerini dile getiriyor toplantıda. O da cevaben ‘Bu bir Kıbrıs raporu değil, Türkiye raporudur. Zaman içerisinde bazı ifadeler belki girer’ diyor.
Bunu sonuçlanana kadar takip etmek lazım. Muhtemelen yıl sonunu bulur normal takvime göre. Çünkü yıl sonunda Konsey her sene genişleme sürecini ele alır ve bu raporun katkısı da o zaman gündeme gelecektir. Önümüzdeki aylarda elbette yaz tatili de var Avrupa Parlamentosu’nun. Esas itibariyle sonbahardan itibaren bu rapordaki son gelişme ve değişmeleri göreceğiz. Buradan belki de tek satırla hatırlanacak olan şey, tam üyelik hedefinin artık anlamsız olması, başka nasıl bir model geliştirilebileceği arayışının başlamasıdır.”
5 Haziran 2023 günü Avrupa Parlamentosu’ndaki Türkiye Yıllık Raporu Görüşmeleri’nde Türkiye raportörü İspanyol milletvekili Nacho Sanchez Amor’unkonuşmasının tam çevirisi şöyle:
(Çeviren: Hasan Ayer)
Teşekkürler David, bu defa konuşmak için daha fazla zamanımın olması iyi oldu. Türkiye(yıllık) raporunu aklımızda bulunduralım, bu rapor Türkiye’nin AB’ye katılım perspektifini anlatan bir rapordur. Rapor, bütün bir ilişkiler dizisine, dış politika meselelerindeki uzlaşmalara veya fikir ayrılıklarına dair bir rapor değil. Aynı şekilde, savaştan sonraki jeopolitik duruma ilişkin bir rapor da değil. Rapor herhangi bir katılım sürecinin kriterlerinin yerine getirilmesi konusunda görüş bildirmeye çalışan bir rapordur. Bu katılım süreci, pek yasal olmayan bir kullanım olsa da, “dondurulmuştur”.
Avrupa Parlamentosu bir çok kez sürecin resmi olarak askıya alınması çağrısında bulundu, fakat durum pek de böyle olmadı. Sürecin fiilen “dondurulmaya” devam etmesi, hiçbir faslın kapanmadığı veya açılmadığı manasına gelir. Neden? Çünkü AB, Türk hükümeti tarafında demokratik reformlarla ilerleme yönünde siyasi bir irade olmadığı sonucuna varmıştır. Aksine maalesef Türkiye’de demokratik standartlar açısından bir gerileme görmekteyiz. Türk vatandaşları, siyasi tarihleri boyunca daha iyi, daha şeffaf, daha kapsayıcı bir Türkiye’de yaşamıştı.
Fakat son yıllarda değişik nedenlerle ve büyük ölçüde uygulanan kamu politikaları nedeniyle, demokratik siyasi reformlara bakış açısı kötüye gitmiş görünmektedir. Elimdeki tasarıyı sunmak ve seçim sonuçlarına etki etmemek amacıyla –ki bu Meclis’in ihtiyatlı bir uygulamasıdır- seçimlerin geçmesini bekledik; gördüğümüz kadarıyla da seçimlerden Erdoğan rejiminin devamlılığı sonucu çıktı.
Erdoğan yeniden ülkenin cumhurbaşkanı olacak. İlk açıklamalarından anlaşılan daha geniş ve kapsamlı bir yakınlaşma süreci için zemin yaratma amacında olmadığı yönünde: Daha ilk açıklamalarında AB’yi Türkiye’ye vize şantajı yapmakla suçladı, kendiyle karşıt fikirlerdeki gazetecileri ve muhalefet liderlerini de suçlamakla kalmadı, LGTBI topluluğuna tekrar saldırdı. Seçim arifesinden bu yana, ki bunu beklenmedik bir pozisyon değişikliği olmuş gibi görünmemesi için özellikle altını çizerek söylüyorum, Türkiye’nin AB’ye katılım sürecinin daha fazla bu şekilde devam edemeyeceği konusunda kamuoyu önünde uyarılarda bulunmuştum.
Seçimlerin sonucu her ne olursa olsun, Türkiye’de yıllardır yoğun şekilde üzerine çalışılan bir üyelik sürecini yeniden canlandırmak için köklü değişiklikler yapılmalıdır. Dahası ortaya reformlar koymayacak bu nedenle de işlevsel olmayan bir katılım sürecini sürdürmenin işlevsiz kalmaya başladığına inanmaktayım, çünkü reform yapılmadığı için, bu reformlara başvuracak bir siyasi irade de bulunmuyor. Teorik olarak üyeliğe yol açacak şekilde tasarlanmış bir katılım süreci içinde olabilirdik. Fakat bu olmadı, asıl katılım hedefi yerine kısa vadeli hedefler üzerine tartışıldı. Şimdi, süreç basitçe işlevsizleşiyor çünkü diğer ilişki biçimlerini incelememizi engellemiş ya da zorlaştırmış oluyor. Bu da Türkiye ile katılım süreci dışında, başka türden bir ikili gündemi samimiyetle tartışmamızı zorlaştırıyor.
Bunu karşılıklı güveni geri kazanmanın bir yolunu bulmak bağlamında söylüyorum; AB Konseyi de birkaç yıl önce bu olumlu gündemi sunduğunda başarılı olmamıştı. Dolayısıyla raporun elimdeki kısa versiyonunda, Türkiye’ye bir değişim sinyali gönderme konusunda, ülkenin çıkarlarını açıklamalarla değil eylemlerle yeniden teyit etme konusunda bir çağrı yapılıyor. Böylece katılım süreci, Türkiye’de bir şeylerin değiştiğini takdir etmemizi sağlayacak (yeni) tutumlar ve siyasi eylemler yoluyla yeniden rayına oturtulabilir. Bu arada raporun yaptığı, yazılış üslubuyla birebir aynı şekilde okursam, şunu talep etmektir: “AB-Türkiye ilişkilerine katılım sürecini ikame edecek alternatif ve gerçekçi bir çerçeve bulmak amacıyla bir dönüşüm süreci başlatmak ” ve ” bu nedenle, Komisyona kapsamlı ve dışlayıcı olmayan bir süreç yoluyla iki taraf için de cazip bir temelin olası formüllerini arama çağrısında bulunur.” Diğer bir deyişle, üzerinde yoğun dikkatle çalışılan süreci ayakta tutan ana sistemin devre dışı bırakılmasını istemiyoruz.
Şu anda işlevsel olmayan bir üyelik sürecinin yerine, ne tür bir format kullanabileceğimizi görmek için bir sürecin başlatılmasını istiyoruz. Burada istediğim bir mesaj var: Avrupa kurumları olarak biz, Türkiye’deki ortama rağmen Avrupa yanlısı bir tavır sergileyerek kendini güçlü bir şekilde göstermeye devam eden Türk sivil toplumunu desteklemeye devam edeceğiz. Bu nedenle AB olarak sivil topluma olan bağlılığımızı bu raporda bir kez daha ifade etmektedir. Fakat aynı zamanda, zamanla öncekinin yerini alacak daha başka ve gerçekçi bir ajanda bulmamız gerekiyor, çünkü daha önceki karşılıklı etkileşim ne yeni reformları hazırlıyordu ne de katılım sürecini işlevli bir hale getiriyordu.
Türkiye üyelik sürecine devam etmek istiyorsa, siyasi iradesi buy yöndeyse, bir şeyler sunması, buna yönelik sinyaller vermesi, bize üyelik sürecinin gereklerine yeniden taahhüt ettiğini bildirmesi ve bu yönde adımlar atmaya başlaması gerekir. Değilse, siyasi gerçekçiliğin bize işlevsiz hale gelen bir katılım sürecini değiştirmeyi düşünmemizi öğütlediğini düşünüyorum.
Meslektaşlarımın bazı müdahalelerine tepki göstermek istiyorum. Meslektaşım Gahler, Erdoğan ve AKP’nin kazandığı seçimlerin açık bir işaret olduğunu belirtti. Burada şu veya bu partinin seçimleri kazanmış olmasını değil, izlenen politikaların ve beyannamelerin devamlılığını analiz ediyoruz.
Kurduğumuz ilişki bir ülkeyledir, ülkenin hükümetiyle değil. İktidarın bir ülkeyi temsil ettiği aşikâr fakat bu bir partinin veya diğerinin kazanmasıyla ilgili değildir. Bu, okuduğumuz sinyallerin (üyelik süreci açısından) bir devamlılığı takip edip etmediği ya da farklı açılardan bir kopuş olup olmadığı ile ilgilidir.
AKP’nin göç konusunda AB değerlerine diğer muhalefet partilerinden daha yakın olduğunu kabul etmekte hiçbir zaman sorun yaşamadım. Dolayısıyla bunun seçim sonuçlarına bir tepki olarak anlaşılmasını istemiyorum: Esasında bu politik bir devamlılık olacağı yönündeki değerlendirmenin kendisine karşı bir tepkidir.
Kıbrıs hakkında konuşan meslektaşlarıma hitaben şunu söyleyebilirim: Raporun ilk taslağının 6 sayfayı geçmemesi gerektiği konusunda resmi bir zorunluluk olduğunun farkındasınızdır. Açıkçası Kıbrıs hakkında eklenecek daha çok şey olacak. Fakat, Kıbrıslı meslektaşlarımı da uyarmak isterim, bu rapor ne Kıbrıs ne de Kıbrıs sorunu üzerinedir. Bu bir Türkiye raporudur. Her zaman olduğu gibi Kıbrıs sorununu da ele alacağız, ancak bu taslakta yalnızca uzun versiyonunda ele alınacak konulara spesifik olarak değinmenin mümkün olduğunu hatırlatmak isterim.
Meslektaşım Yordanov’a karşı şunu söyleyebilirim: Türkiye ile ilişkilerde sivil toplumu bir nebze de olsa bir kenara bırakmamız gerektiği konusundaki görüşünüzü burada anmak istiyorum. Çünkü şahsen ben bunu yapamam. Türk sivil toplumunu düşünmeden edemiyorum çünkü son dört yıldır, her tutuklama, kapatma, yeni türden baskıcı politikalarda Türk sivil toplumundan oldukça üzücü çağrılar alıyorum. Türkiye’ye ve onun Avrupa yanlısı toplumuna karşı ahlaki bir bağlılığım ve sorumluluğum var.
Türkiye’yi sadece jeopolitik açıdan değerlendiremem. Bu Türk tarafının zaten yaptığı bir şey: “Madem bize ihtiyacınız varsa, insan haklarını şimdilik unutun” diyorlar. O türden bir mantığı jeopolitik açıdan ilişki ne olursa olsun kullanamayız. Papadakis’in, raporun Türkiye’deki politik süreçler bağlamında belirli bir süreklilik anlamına gelebileceği gerçeğiyle ilgili olarak söylediklerine gelecek olursam, çünkü burada Türkiye’nin tercih edilen bir müttefik ve ortak olduğundan bahsediyoruz… Türkiye esasında raporda bahsedilenlerin hepsidir. TürkiyeAB’nin yakın çevresindeki fiilen güçlü bir koşu ülke olmaya devam edecektir. Ve AB ile çıkarları zaman zaman zıtlaşsa da Türkiye’nin stratejik önemi ortadadır. Sorun, bu stratejik ortağın da diğer ülkeler gibi üyelik statüsüne sahip olup olmayacağıdır. AB bir demokrasiler kulübüdür. Bu açık bir mesajdır. AB, jeopolitik konumuzun güzelliği gereği üyesi olabildiğiniz bir kulüp değil. Bu türden bir saflığa karşı zaten bağışıklıyız.
Demokratik olarak olgun toplumlardan oluşan üyeler istiyoruz ki böylece daha sonra ortaya çıkabilecek sorunlarla uğraşmak zorunda kalmayalım. Bu nedenle, Komisyon’un da belirttiği gibi, katılım sürecine ilişkin kararda tüm unsurlar ve özellikle siyasi değerlerin uyumlaştırılması vardır. Raporun hazırlanma ve onaylanma süreci birkaç ay sürüyor, yani zaman var. Oluşmaları halinde gerekli sinyalleri okumak için hala zaman mevcut.
Şunu hatırlatmak isterim ki, Kurulun pozitif gündem teklifinde ‘iptal edilebilir” bir gündem olduğu söylendi. Tersine çevrilebilir! Her iki tarafta karşılıklı adım atmalı. Bir taraf ödün verdiği ve diğer tarafın üzerine düşeni yapmadığı bir durum sürdürülemez. Avrupa Parlamentosu’nun gelecekte Türkiye ile daha iyi bir ilişki kurulmasına yardımcı olacağını içtenlikle umuyorum. Model konusunda fikir ayrılıkları olabilir ama tabii ki bu raportörün ve AB Parlamentosu’nun siyasi iradesi Türkiye ile gerçekçi bir çerçevede en iyi ilişkiyi geliştirmektir. Diğer AB kurumlarının bu önemli ortakla ilişkimizin gelecekteki olasılıkları hakkında bir fikir oluşturmasına yardımcı olmayı umarak önümüzdeki aylarda bunun üzerinde çalışacağız. Önümüzdeki aylarda, diğer AB kurumlarının da bize yardımcı olması umuduyla Türkiye gibi önemli bir ortakla ilişkilerimizin gelecekteki hali ve durumu üzerine çalışacağız. Türkiye gerek ülkeyle gerekse de toplumuyla dört yıl çalıştıktan sonra ilişkimin sadece analitik değil, duygusal da olmaya başladığı bir partnerdir. Hepinize teşekkür ederim.