Pek çok İsrailli bundan sonra olacaklara hazırlanıyor. Mahkemelerin hükümet ve bakanlık kararlarını gerekli hallerde bozma yetkisini ortadan kaldıran bir yasa tasarısı ve bunun bir parçası olan anayasal revizyona duyulan öfke yedi ay boyunca büyük protestolara yol açmıştı. Tasarının Pazartesi günü kabul edilmesinden hemen önce, aralarında 400’den fazla pilotun da bulunduğu 1,100’den fazla yedek hava kuvvetleri mensubu, yasanın onaylanması halinde göreve gitmeyeceklerini açıkladı. Oylamanın ardından on binlerce protestocu toplu bir öfke çığlığı atarak otoyolları, önemli kavşakları kapattı. Bunun sonucunda da kendilerini atlarla, tazyikli suyla ve kaba kuvvetle dağıtmaya niyetli polis gücüyle karşı karşıya geldiler. Düzinelerce kişi tutuklandı.
Tasarı Meclis’ten 64-0’la geçerken, 56 muhalefet üyesinin tamamı oylamayı boykot etmek için oylamada bulunmadı. Ayrıca bu yeni yasayı iptal etmesi umuduyla yasaya itiraz eden dilekçeler hızla Yüksek Mahkeme’ye sunuldu. Ancak bu umut da suya düşmüş olabilir.
Hükümetin iktidarını sağlamlaştırmaya yönelik ortak bir çaba olan revizyonun önerilen tüm bileşenleri, İsrail anayasası olan Temel Kanunlar’da yapılan değişikliklerden oluşuyor. Yüksek Mahkeme’nin Temel Yasa değişikliğini iptal etmesi, “anayasaya aykırı bir anayasa değişikliği” fikrini kabul etmekle eşdeğer görünüyor: Bu teorik olarak mümkün, ancak ihtimal dışı bir durum. Mahkemenin Temel Kanunlar’da yapılan değişiklikleri geçersiz kılma yetkisine sahip olduğunu ilan ettiği doğrudur, fakat bu sadece İsrail’in Yahudi ve demokratik bir devlet olarak kimliğinin inkarı gibi aşırı spesifik ve sınırlı konularda geçerlidir.
Yeni yasa İsrail demokrasisine kesinlikle zarar veriyor, örneğin yolsuzluğa kapı açıyor. Ancak mahkemenin bu değişikler konusunda devletin demokratik doğasını inkar ettiğine karar verip vermeyeceği ucu açık bir soru.
Daha akla yatkın bir senaryo ise Yüksek Mahkeme’nin önerilen revizyonun diğer bileşenlerinin, özellikle de yargı atamaları, hükümet bakanlıkları bünyesindeki hukuk müşavirliklerinin bağımsızlığının zayıflatılması ve mevzuatın yargısal denetimine getirilen sınırlamalarla ilgili bölümlerin de meclisten geçip geçmeyeceğini görmek için beklemesi olacaktır.
Bu gerçekleşirse, hükümet içindeki kilit kontroller aşınacak ve İsrail’de yargı denetimi fiilen sona erecek. Bu da Binyamin Netanyahu hükümetine sadece Parlamento’yu değil, aynı zamanda hem yargıyı hem de bağımsız kamu sektörünü etkin bir şekilde kontrol etme yetkisi verecek ve ülkenin zaten kırılgan olan kuvvetler ayrılığını tamamen ortadan kaldıracaktır.
Bu durumda mahkemenin tüm revizyon paketini iptal etmesi daha akla yatkın geliyor. Ancak “bütün bu olaylar gerçekleşirken beklemek” önemli riskleri de beraberinde getiriyor. Mahkeme başkanı da dâhil olmak üzere en liberal yargıçlardan üçü yakında emekli olacak (ikisi önümüzdeki Ekim ayında, üçüncüsü ise Ekim 2024’te). Bu yargıçların yerine daha muhafazakâr yargıçların atanması halinde (ki mevcut hükümetin atama mekanizmasını siyasallaştırmayı başarması halinde bu neredeyse kesin bir senaryo) geniş kapsamlı revizyon planının iptal edilme şansı önemli ölçüde azalacak. Ayrıca anayasal revizyonun gerçekleşmesine izin verilecek ve İsrail, hükümetin gücünü çok az frenleyebildiği bir kuvvetler birliği ülkesine dönüşecek.
Oylamadan önceki ve sonraki günlerde, hükümet kararlarını bozmak için yasal bir standart olarak “makuliyet ” standardının sona erdirilmesi de dâhil olmak üzere, tasarının ayrıntılarına ilişkin pek çok araştırma yapıldı. Bu, ayrıntılarda boğulup asıl noktayı gözden kaçırmak demektir! Makuliyet tasarısı sonlandırmak, meseleye bütün olarak bakıldığında bildiğimiz İsrail demokrasisini sona erdirecek olan tüm mevzuat paketinden ayrı tutulamaz. Hükümetin revizyonun tüm bileşenlerini meclisten geçirmeye niyetli olduğu apaçıktır.
Netanyahu hükümetinin kilit üyeleri, Ekim ayındaki yeni parlamento döneminde gündemin bir sonraki maddesinin yargı atamaları olacağını zaten bunu zaten dile getirmişlerdi. Netanyahu muhalefetle anlaşmaya varmaya çalışacağını söylese de daha önceki uzlaşma girişimleri başarısızlıkla sonuçlandığını unutmamalıyız. Özellikle de koalisyon üyelerinin gündemi kabul ettirme yönündeki iç baskısı göz önüne alındığında uzlaşma ihtimali çok zayıf.
Netanyahu yönetimi açısından İsrail’in zaten zor durumda olan demokrasisini zayıflatmak kendi başına bir amaç değil, amaca giden yoldur. Hükümet gücü üzerindeki kontroller kaldırıldığında, koalisyon esas gündemiyle ilerleyebilmiş olacak:
-Batı Şeria’daki hâkimiyetlerini güçlendirmek ve orada daha fazla yerleşim inşa etmek;
-Sonunda bu toprakları ilhak etmek;
-Ultra Ortodoks Yahudilere mali desteği artırmak ve askerlik görevinden muaf tutulmalarını sağlamak;
-L.G.B.T.Q. topluluğunun ilerlemelerini kısıtlamak; kadın haklarını, özellikle de dini temelli cinsiyet ayrımı ve evlilik – boşanma ile ilgili olanları düzenlemek;
-İsrail’in Filistinli vatandaşları ve diğer azınlıkların zararına olacak şekilde İsrail’de ve işgal altındaki topraklarda Yahudilerin haklarını ve çıkarlarını diğer grupları baskılayacak şekilde ilerletmek.
Bunlar yalnızca spekülasyondan ibaret bir konular değiller. Koalisyon arasındaki mevcut anlaşmalar yukarıdaki hedefler konusunda oldukça açık, ve bu gündemi yansıtan mevzuat halihazırda uygulamaya konmuş durumda. Örnekler çok, bu nedenle son birkaç haftadan yansıyanlara bir göz gezdirelim:
-Arapların ve diğer azınlıkların, çoğunluğu Yahudi olan belediyelerde ikamet etmesini etkin bir şekilde engelleyen kasabalardaki komitelerin kullanımını genişletme tasarısı;
-Yahudi terör örgütü Kach’ı desteklemekten hüküm giymiş aşırı sağcı bir politikacı olan ulusal güvenlik bakanı Itamar Ben-Gvir’e, kendisinin ve diğer yetkililerin “kamu güvenliğine zarar verdiğine” kanaat getirdiği vatandaşları gözaltına alma yetkisi verecek bir dizi yasa;
-Netanyahu yanlısı Kanal 14’e avantajlar sağlarken televizyon yayınlarından sorumlu ajansı siyasileştirecek medya düzenlemelerinde geniş kapsamlı değişiklikler.
Planlanan bu adımlar hâlihazırda kabul edilmiş olan yasalara eklenecekler. Kayda değer iki örnek de şunlar: (1)Genel İsrail toplumuyla uyumlu olmak için çok azçaba sarfeden ve temel laik müfredatı (matematik, İngilizce, temel bilim) reddeden ultra-Ortodoks okullara ve eğitim kurumlarına devasa miktarda fon aktarımı meselesi; ve (2) Itamar Ben-Gvir’e polis politikalarını ve soruşturmalar da dahil olmak üzere önceliklerini belirlemede daha çok kontrol sağlayan bir yasa. Tabii bunlara, bir zamanlar profesyonel ve partiler üstü olarak müjdelenen kamu hizmetlerinde yapılan ‘daha ince ama daha az sert olmayan’ değişiklikleri de eklemeliyiz. Hükümet, parti destekçilerini mükâfatlandıracak bir ganimet sistemi getirmeye niyetli görünüyor.
Siyasi işten çıkarmalar ve işe alımlar, kamu denetimi olmaksızın genişlemiş durumdadır!
Ocak ayından bu yana sokaklara dökülen insanların çoğu, hükümetin devlet ile vatandaşları arasındaki en temel anlaşmayı ihlal etme yoluna girdiği ve ülkelerinin bir demokrasi olmaktan çıkabileceği inancıyla bunu yaptı. Ancak burada daha derin bir şeyi gözlemliyoruz. Bu sadece İsrail demokrasisinin, ne kadar kusurlu olursa olsun, olası çöküşü değildir. İsrail’in temel kimliğinin, Yahudi ve demokratik bir devlet kimliğinin çözülmesidir.
İsrail genelinde, dinin kamusal alandaki yükselişi ve İsrail içinde ve ‘işgal altındaki topraklarda’ Yahudi çıkarlarına ayrıcalık tanınması konusunda artan bir endişe söz konusudur.
İşgali ve yerleşimleri sürdürmek için giderek daha fazla kaynak ayıran bir ülkede;
Din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmadığı, evliliklerin dini hukuka tabi olduğu ve sadece heteroseksüel çiftlere izin verildiği bir ülkede;
Dini kurumlara muazzam kaynaklar ayıran, ultra-Ortodoksların orduda görev almadığı ve işgücü piyasasına katılımlarının son derece düşük olduğu bir ülkede;
İsrail toplumunun dokusunun hem Yahudi hem de demokratik olduğunda ısrar etmek giderek daha az inandırıcı hale gelmektedir.
Sokaklardaki mücadele yalnızca anayasal revizyonla ilgili değil. İsrail’in liberal bir demokrasi olarak bir geleceğe sahip olup olamayacağı ile ilgili! Bu geleceğin gerçekleşmesi için İsrail ve İsrailliler için yeni bir toplumsal sözleşmeye ihtiyaç var. Geçtiğimiz yedi ay içinde yüzlerce vatandaşla konuştum. Neredeyse istisnasız her görüşmemin sonunda bu insanlara umut aşılamak için yalvarıyordum, benden umit dilediler.
İşte başlıyorum: Kuruluşundan bu yana İsrail daha da parçalanmış ve kutuplaşmış durumda. Yine de son yedi ayda yaşanan sivil seferberlik ve demokratik uyanış, insanları bir zamanlar hayal bile edilemeyecek bir şekilde bir araya getirerek bir mucizeden başka bir şey olmadı. Elbette bu seferberlik mükemmel olmaktan çok uzak, ancak eski ittifakları yeniden inşa etmeye ve yenilerini kurmaya başlayan liberal kamp için umut vaat ediyor. Belki de yaygın şüphecilik ve umutsuzluğa rağmen, bu ülke için daha iyi bir yolun başlangıcı olacaktır. Her şeye rağmen iyimser kalmaya çalışıyorum.
Kaynak: https://www.nytimes.com/2023/07/26/opinion/international-world/israel-supreme-court-protest.html
Çeviri: Hasan Ayer