Simchat Torah bayramında İsrail’in başına gelen felaketten tek bir kişi sorumludur: Benjamin Netanyahu!
Engin siyasi deneyimi ve güvenlik meselelerindeki yeri doldurulamaz bilgeliğiyle övünen başbakan Netanyahu İsrail’i bilinçli olarak sürüklediği tehlikeleri tespit etmekte tamamen ve kesinlikle başarısız olmuştur. Natenyahu İsrail’i tehlikeye sürüklerken, bir ilhak ve mülksüzleştirme yönetimi inşa etmiş, Bezalel Smotrich ve Itamar Ben-Gvir gibi isimleri kilit pozisyonlara atamış, Filistinlilerin varlığını ve haklarını açıkça görmezden gelen bir dış politikayı benimsemiştir.
Şu durumda Netanyahu kesinlikle kendi sorumluluğundan kaçmaya çalışacak ve suçu, Yom Kippur Savaşı arifesindeki selefleri gibi, Hamas saldırısına yönelik hazırlıklarının hatalı olduğunu kanıtlayarak savaş olasılığını düşük gören ordu, Askeri İstihbarat ve Shin Bet güvenlik servisi başkanlarına atacaktır.
Şüphesiz Netanyahu kendi sorumluluğundan kaçmaya çalışacak ve suçu ordunun, Askeri İstihbaratın ve Shin Bet güvenlik servisinin yöneticilerine atacaktır. Bu güvenlik birimleri Yom Kippur Savaşı arifesinde görevli olan selefleri gibi savaş olasılığını düşük görüyorlardı, ki selefleri gibi Hamas’ın saldırısına yönelik hazırlıklarının eksik ve hatalı olduğu da kanıtlanmış oldu.
Tüm bu aktörler düşmanı ve onun saldırgan askeri kapasitelerini hafife aldılar. Önümüzdeki günlerde ve haftalarda, İsrail Savunma Kuvvetleri’nin gücünü ve istihbarat hataları ortaya çıktığında, bu birimleri değiştirmek ve durum değerlendirmesi yapmak için haklı bir talep mutlaka ortaya çıkacaktır.
Fakat ordunun ve istihbaratın başarısızlığı Netanyahu’yu krizin genel sorumluluğundan elbette ki kurtarmaz; zira kendisi İsrail’in dış ve güvenlik meselelerinde nihai karar vericidir.
Netanyahu bu olaydaki rolünde, Ehud Olmert’in İkinci Lübnan Savaşı’nda olduğu gibi bir acemi değil. Yahut da Golda Meir’in 1973’te ve Menachem Begin’in 1982’de iddia ettiği gibi askeri konularda da cahil ya da toy değil.
Netanyahu, Naftali Bennett ve Yair Lapid liderliğindeki kısa ömürlü “değişim hükümeti”nin benimsediği politikayı da şekillendirmişti. Bu politika, İsrail kamuoyunun ‘kabul edebileceği’ bir bedel karşılığında, Gazze ve Batı Şeria’daki Filistin ulusal hareketini iki kanattan da ezmeye yönelik çok boyutlu bir çabaydı.
Geçmiş yıllarda Netanyahu kendisini savaşlardan ve İsrail’in çok sayıda kayıp vermesinden kaçınan temkinli bir lider olarak pazarlamıştı. Son seçimlerdeki zaferinden sonra bu ihtiyatın yerini “tamamen sağcı bir hükümet” politikası aldı. Akabinde Batı Şeria’yı ilhak etmek, El Halil Tepeleri ve Ürdün Vadisi de dâhil olmak üzere Oslo’da tanımlanan C Bölgesi’nin bazı kısımlarında etnik temizlik yapmak için açık adımlar attı.
Bu yeni hükümet politikası aynı zamanda yerleşimlerin büyük ölçüde genişletilmesini, Mescid-i Aksa’nın yakınındaki Tapınak Tepesi’ndeki Yahudi varlığının güçlendirilmesini, Suudilerle yaklaşmakta olan ve Filistinlilerin hiçbir şey elde edemeyeceği bir barış anlaşmasıyla övünmeyi ve son olarak hükümet koalisyonunda açıkça “ikinci bir Nakba “dan bahsetmeyi de içeriyordu.
Beklendiği üzere, Filistinliler İsrail işgal kuvvetlerinin ağır gücünü hissetmeye başladı. Batı Şeria’da çatışmaların patlak verdiğine dair önemli işaretler ortaya çıktı. Hamas ise cumartesi günü sürpriz bir saldırı düzenlemek için bu fırsattan yararlandı.
Her şeyden önce son yıllarda İsrail’in çevresinde dolanan tehlike (artık) tamamen anlaşılmıştır. Üç yolsuzluk davasıyla suçlanan bir başbakan düşünün. Bu başbakan devlet işleriyle ilgilenemez; zira ulusal çıkarlar, kendisini olası bir mahkûmiyetten veya hapis cezasından kurtarmaya çalışmanın yanında mutlaka ikinci planda kalacaktır.
İşte bu korkunç koalisyonun kurulmasının, Netanyahu’nun başlattığı yargı darbesinin ve siyasi muhalif olarak algılanan üst düzey ordu ve istihbarat görevlilerinin zayıflatılmasının nedeni buydu. Bunun bedelini ise Batı Negev’deki işgalin kurbanları ödemiş oldu…
Çeviri: Hasan Ayer