2022 yılı Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı ya da bilinen adıyla PISA sonuçları açıklandı. 15 yaşındaki öğrencilerin matematik, fen ve okuma becerilerine ilişkin sonuçları gördüğümüz PISA raporlarında ülkelerin eğitim sistemlerine ilişkin başkaca birçok veriye ulaşmak da mümkün.
Raporun Türkiye’ye ayrılan bölümünün hemen başında “uluslararası sonuçlar dikkate alındığında, Türkiye’deki karar alıcıların ve eğitimcilerin başka ülkelerin eğitim sistemlerinden öğrenebilecekleri şeyler olduğu” yorumuna rastlıyoruz.
Niçin böyle bir öneriye gerek duyulduğunun cevabı ise aşikâr; değerlendirilmeye tabi tutulan üç alanın tamamında OECD ülkeleri ortalamasının altındayız.
Bir önceki değerlendirmenin yapıldığı 2018 yılına göre matematikte benzer, fende ise ortalamanın üzerine çıkabilecek kadar olmasa da daha iyi bir performans sergilemişiz. 2018 yılında 466 olan okuma becerileri puanımız ise 456’ya gerileyerek OECD ortalaması olan 482’nin 26 puan gerisinde kalmış. Kısacası eskilerine nazaran okuduğunu daha iyi anlayan jenerasyonlar yetiştirmesini ümit ettiğimiz eğitim sistemimizin bir önceki döneme fit olacağı bir yolda ilerliyoruz. Bugünün öğrencileri dünkülere göre okuduklarını daha az anlıyorlar.
Bu üç alanın tamamında OECD ülkeleri ortalamalarının, çok sert olmasa da, bir önceki döneme göre düşüşte olması ise bir teselli kaynağı olarak değerlendirilebilir. Raporda ayrıca Türkiye’nin son on yılda, birçok başlıkta, PISA sonuçlarının ilerleme kaydettiği bir avuç ülkeden biri olduğu vurgulanıyor. Henüz ortalamayı yakalamadan bu durumla övünmeli miyiz bilinmez ama raporun girişindeki öneriden “çok da sevinecek bir şey yok” mesajını çıkarabiliriz.
Raporda, yüzümüzde bir gülümseme oluşturacak veriler de yok değil!
Okul müdürlerinden elde edilen verilere göre ailelerin eğitim sürecine dahli dünya genelinde son dört yıl içerisinde düşüşteyken Türkiye’de bu oran yükselişte. Ebeveynlerimiz, birçok ülkeye kıyasla çocuklarının eğitimini daha fazla önemsiyor, okul ve öğretmenlerle daha fazla iletişime geçiyorlar.
Ülkemizde en üst ve an alt yüzde 25’lik ekonomik gelire sahip ailelerden gelen öğrencilerin matematik puanları 82 puan farkla yüksek ekonomik gelire sahip olanların lehine. Ne var ki bu oran aradaki farkın 93 puan ile yine yüksek gelire sahip öğrencilerin lehine olduğu OECD ortalamasının altında. Bunun yanında ülkemizde düşük ekonomik gelire sahip ailelerin çocuklarından yüzde 12’si matematik alanında ilk çeyreğe girme başarısı gösterirken aynı ekonomik sınıfta yer alan OECD ülkelerinin öğrencilerinin ancak yüzde 10’u bunu başarabilmiş.
Eğitimde fırsat eşitliği denen şeyin günümüz dünyasında hiçbir zaman olması gereken seviyeye ulaşamayacağı bilinciyle bu veriyi değerlendirdiğimizde bu konuda fena bir yerde olmadığımızı görebiliriz. Dezavantajlı gruplardan gelen öğrencilerimiz diğer ülkelerin aynı sınıftan öğrencilerine kıyasla daha başarılılar.
Sadece 15 yaşındaki öğrencilerin değerlendirilmeye alındığı PISA verilerine göre temel eğitim sürecinde öğrencilerimizin sadece yüzde 2’si sınıf tekrarı yapmış. OECD ülkelerinin sınıf tekrarı ortalaması ise yüzde 9. Raporda nitelikli eğitim sistemlerinde sınıf tekrarına daha seyrek olarak rastlanıldığı belirtilse de bu tespiti kendi eğitim sistemimize uyarlamak fazlasıyla iyimser bir tutum olacaktır. Evet, öğrencilerimiz sınıfta kalmıyorlar ama bunun eğitim kalitesinden kaynaklanmadığını sağır sultan bile biliyor.
Öğretmenlerimizin yüzde 49’u öğrenme materyallerini kendileri belirlerken bu orana ilişkin OECD ülkelerinin ortalaması yüzde 76. Bu oranlar ya öğretmenlerimize yeterince güvenmediğimizi ve onları tek düze bir eğitime mecbur bıraktığımızı ya da onların mesleklerini yeterince severek yapmadıklarını dolayısıyla daha iyisini bulma arayışında olmadıklarını ortaya koyar ki ihtimallerin biri diğerinden can sıkıcı.
Raporda, okul öncesi eğitimin matematik başarısına olumlu yönde yansıdığı vurgulanıyor. Ne var ki bu istatistikte de yüzde 76’ya yüzde 94 ile OECD ülkeleri ortalamasının gerisindeyiz. Verilerin 15 yaşındaki öğrencilerden elde edildiğini hatırlayacak, son öğretmen atamalarında aslan payının okul öncesine ayrıldığını da dikkate alacak olursak aradaki farkın günümüz itibariyle daralmış olduğunu tahmin edebiliriz.
En iç karartıcı sonuca gelince; öğrencilerimiz yaşamlarından memnun değiller. Görüşüne başvurulan her yüz öğrenciden 44’ünün yaşam memnuniyet seviyesi 10 üzerinden 4’ün altında. 2018’de yüzde 34 olan bu oran sadece dört yıllık bir zaman zarfında yüzde 10 artış göstermiş.
Henüz lise çağındaki öğrencilerimizin yarıya yakını hayatından memnun değil. Diğer sonuçların birçoğuyla ilgili bir şeyler yapmamız gerekse de her şeyden önce incelenmesi, sorgulanması, altında yatan nedenlerin tüm çıplaklığıyla açığa çıkarılması gereken asıl sonuç bu.