ÖZGÜR DUYGU DURGUN
Benim için en unutulmaz yaz, çocukluk hayalimin gerçekleştiği geçen yazdı. Nihayet, hep düşlediğim o karavanı almıştım. Artık her sene aynı yazlığa, aynı tatil beldesine gitmek zorunda değildim. Önümde yeni ufuklar açılmıştı. Üstelik karavan bir taşla iki kuş demekti. Aynı anda hem hiç görmediğim yerleri görecek hem de bunu yaparken mekândan ve zamandan bağımsız hareket edebilecektim. Yani istediğim yerde dilediğim kadar kalacak, hiçbir yere yetişmeye çalışmayacaktım. Yol beni nereye götürürse oraya gidecektim!
Karavancılık maceramız işte böyle hayli spontan bir kararla başladı. Bir çılgınlık yapıp karavan aldığımızı söylediğimde çevremdeki hemen herkes karavan sahibi olmanın en büyük hayali olduğunu söylüyor, tebrik ediyordu. Evet, galiba güzel bir şey yapmıştık, üstelik sadece kendimizin değil başkalarının da hayalini gerçekleştiriyorduk!
Karavancılığa başladığınızda anlıyorsunuz ki, güzel yanları kadar zahmetli tarafları da olan; yaşanarak anlaşılabilen deneyimlerden biri bu. Aracın teknik özelliklerinden, iç aksamının nasıl çalıştığına teknik detayları öğrenmeniz hayatı kolaylaştırıyor. Bu yüzden bu işlerden anlayan bir yol arkadaşınızın olması büyük avantaj her şeyden önce.
Ayrıca hep söylendiği gibi karavan alırken aslında herhangi bir araç almıyorsunuz, yaşamınıza dair de bir seçim yapıyorsunuz. Bunu biraz daha ilerleyen zamanlarda anladım…
Karavanla tercih sizin, kamplarda veya canınızın çektiği yerde konaklayabilirsiniz
Geçen son bir yılda epeyce yol ve co-pilot’luk yapmış biri olarak ülkemizin karavancılık konusunda istenirse bir cennet olabileceğini görmek güzeldi. Ancak pek çok konuda olduğu gibi bu meselede de yiyeceğimiz pek çok fırın ekmek söz konusuydu. Zira iyi işletilen, hijyen şartlarına önem verilen kamp alanları dışında kampçılığın altyapısı hala oldukça yetersiz.
Özellikle kampçıların ihtiyaçlarına özel tasarlanmış tesisler derseniz işte orada biraz duralım. İhtiyaç derken en temel gereksinimler olan su ve elektriği kastediyorum ve tabii bir de temiz bir tuvalet ve duş alanını. Böyle tesisleri kullanırken genellikle bizden sonra gelecekleri pek düşünmüyoruz. Elbette sözüm dikkatli ve özenli kampçıları kapsamıyor. Ancak böyle ortak alanların temiz ve özenli kullanımında genel bir sorunumuz olduğu aşikâr.
Karavan sahibi olduktan sonra ilk yaptığımız şeylerden biri özellikle İstanbul çevresinde kamp yapılabilecek, bu anlamda hizmet sunan kamp alanlarını araştırmak oldu. Açıkçası seçeneklerin oldukça yetersiz olduğunu söylemem lazım. Toplasanız düzgün bir kamp alanının sayısı beşi geçmez. Tecrübe ettiklerime gelince tavsiye edebileceğim kamp alanı arasında, bu alanda en eskilerden biri olan Kilyos Mıstık Kamping, Şile’deki Woddyville ve Ağva’daki Greenpark’ı sayabilirim.
Karavan kampçılığında en önemli standart, tesislerin Federation International Camping et de Caravanning (F.I.C.C.) belgesine sahip olması. Doğrusu Türkiye’de bu belgeye sahip kaç tesis olduğunu bilmek zor. Bu noktada Türkiye Kamp ve Karavan Derneği’nin web sitesinde belirtilen kamp alanlarını referans kabul etmek akla yatkın geliyor. Derneğin sitesinde bölgesel olarak da hayli geniş bir kamp dağılımı olduğunu görebilirsiniz ülkemizde ve sizi şaşırtacak yerler karşınıza çıkabilir.
Yeri gelmişken söyleyelim, karavan sezonu Marmara bölgesinde Ekim sonuna doğru bitiyor. Kış aylarında yukarıda saydığım kamp alanlarına gittiğinizde tam anlamıyla in cin top oynuyor. Bazen bu da tercih edilebilir bir seçenek olabiliyor. Şehrin kalabalığından uzak, insansız ve sessiz bir ortamda kendi kendinizle baş başa kalıyorsunuz. Böyle kaçamaklarda yanınıza yeterli miktarda su, yiyecek almanızda fayda var. Ayrıca araçta yeterince elektrik enerjisi olduğundan mutlaka emin olun.
Karavanla Türkiye’de gezilecek çok fazla yer var. Nisan- Kasım dönemi Ege ve Akdeniz bölgeleri kampçılık bakımından elverişli. Bu yaz Marmara’dan Ege’ye inecek olup kamp yapacaklara önerim Cunda’daki Ada Camping’de en az iki gece konaklamaları. 2017 yaz sezonu için bu tesiste karavan ücretinin 25 TL gibi makul seviyelerde olduğunu not düşelim. Yönünüzü Kaz Dağları’na doğru çevirmek isterseniz Burhaniye’de 1963’ten beri hizmet veren Altın Camp’ı önerebilirim; burada da iki kişinin bir gece kamp konaklama bedeli 50 TL.
Kamp alanlarında fiyatlar sezona, gidilen yerin popülaritesine ve sağladığı hizmetlere göre ufak da olsa değişebiliyor. ‘’Ben özgür bir ruhum, dilediğim yere çeker konaklarım’’ diyenlerdenseniz zaten mesele yok. Karavancılık da aslen böyle bir şey!
Daha az tüketmeyi öğreniyorsunuz
Karavan herhangi bir araç değil, bir hayat biçimi demiştik. Bu yola çıkarken iyi ölçü biçip gerçekten böyle bir yaşamı tercih edip etmediğinizi sorgulamanızda fayda var. Konforlu bir hayata kendinizi fazla kaptırdıysanız karavan sizin için belki üç günlük bir heves olabilir. Daha az eşya ve özellikle giyim eşyasıyla daha az tüketerek yaşamanız gerektiğini unutmayın.
Akyaka’da kamp yaparken tanıştığımız bir çift ısrarla karavanlarını gezdirmek isteyince araca girmiş ve dehşete düşmüştüm. İstanbul’daki evlerinin salonunu neredeyse olduğu gibi buraya taşımışlardı. Bir karavanda dizi dizi porselen tabak görünce insan haliyle şaşırıyor! Siz iyisi mi gerekli eşyalar dışında hayatınızı gereksiz yere kalabalıklaştırmayın.
Ayrıca karavanda yaşarken doğanın insanlar tarafından nasıl kirletildiğine daha fazla şahit oluyorsunuz. Bolu-Yedigöller kampı sonrası bunu daha iyi anlamıştım. O muhteşem doğal cennetin ortasında yakılan mangalları, doğaya bırakılan naylonları, çöp dağlarını gördükten sonra içim acımıştı. Nasıl bu kadar vahşi olabiliyoruz diye düşünmüştüm. Bu sorgulama ister istemez başta doğaya ve onu paylaştığımız tüm canlılara olan sorumluluklarınızı size tekrar anımsatıyor. Daha az su tüketerek, asla deterjan kullanmayarak ve çöplerinizi asla açık alanda bırakmayarak bu kirliliğin önlenmesine bir nebze engel olabilirsiniz. Karavancıların bu anlamda daha duyarlı ve sorumluluk sahibi olduklarını söylemek sanırım yanlış olmaz çünkü yaşam tarzı sizi isteseniz de istemeseniz de dönüştürüyor.
Karavanla yaptığınız her yolculuktan sonra şehre döndüğünüzde, ne kadar çok ve gereksiz miktarda tükettiğinizi anlıyorsunuz. Daha az çamaşır yıkayacak, daha az elektrik kullanacak, çöplerinizi ayrıştırmaya başlayacak, daha az kıyafet satın alacak yani kısacası yaşamınızı tahmin edemeyeceğiniz kadar değiştireceksiniz. Kısacası alışkanlıklarınızı yavaş yavaş değiştirdiğinizi göreceksiniz.
Paranın değil zamanın efendisi olmak!
Belki bu çağda fazla romantik bulanlar olabilir ama bence karavanın en güzel yanı yaşattığı özgürlük hissi. Anayol değil de patikalardan gidiyor, kimselerin girmediği bir yolun sonunda enfes bir ormana ulaşıyorsunuz mesela. Hayatı dileğiniz kadar yavaşlatıp günlerce kamp yapabilme özgürlüğü de işin bonusu. Seyahatlerimiz sırasında tanıştığımız karavancılar arasında, sayıları az da olsa, evlerini tamamen kapatıp karavanda yaşamaya başlayanlar vardı. Mevsim nerede daha sıcak ise tekerleri o yöne çevirmek bir yaşam alışkanlığı olmuştu onlar için.
Öte yandan karavanda yaşamak ülkemizde pek az kişinin kalkışabildiği, genel olarak bir ‘’macera’’ olarak görülen ve pek de özendirilmeyen bir durum. Karavan sahipleri genellikle hali vakti yerinde, emeklilik hayatı süren ve elbette hayattan keyif almasını bilen kişiler… Yurtdışında ise, yerleşik hayattan, düzenden, kalıplardan ya da adına ne derseniz deyin tüm yerleşik bağlardan daha genç yaşlarında vazgeçmiş, çoğunlukla freelance işler yaparak geçimini sağlayan çok sayıda insan hikayesiyle karşılaşabiliyorsunuz. Onlardan biri olan İngiliz Tim Meek, 9 ve 11 yaşlarındaki iki kızı ve eşi yıllardır karavanda yaşıyor. Tim, BBC’ye anlattığı hikayesinde işin felsefesini gayet güzel özetliyor: ‘’Biz modern hayatta başarı olarak adlandırılan şeyin evinizin ne kadar büyük ve konforlu olduğuyla veya bankadaki hesabınızın şişkinliğiyle ilgisi olmadığına inanıyoruz. Başarı aslında zamanın ne kadarının size ait olduğuyla ilgili bir şey. Zaman günümüzde her şeyden daha değerli ve zaman hayatın en geçerli ölçü birimi çünkü’’.
Öyleyse zamanın efendisi olmak için yaşasın karavancılık!