PKK liderlerinden Murat Karayılan, ANF’deyayımlanan röportajında, cumhuriyetin kuruluş yıllarındaki anlayışın günümüze uyarlanması halinde Kürt meselesine çözüm üretilebileceğini savundu.
Karayılan’ın röportajındaki o bölüm şu şekilde:
Geçtiğimiz günlerde Sözcü Gazetesi’nin eki olarak “Mustafa Kemal’in Kaleminden Kürtler” isimli bir broşür yayınlandı. Orada çeşitli tarihlerde Mustafa Kemal’in yaptığı konuşma ve yazdığı yazılardan kimi kesitler yer alıyordu. Şayet inceleme imkanıbulduysanız, bu belgeler ve o zamanki yaklaşım konusunda ne dersiniz?
Belirttiğiniz belgeyi inceleme imkanı buldum. Aslında yüz yıl önce söylenmiş ama bugün de Türkiye’nin yaşadığı sorunlara ışık tutacak mahiyette vurgular vardır. Mustafa Kemal’in kaleminden yazılmış yazılardan alıntılanan o yazılara bir göz atıldığında o günün koşullarında kendisi tarafından ne maksatla söylenmişse söylensin, o günün gerçeklerini ifade ettiği de görülecektir. Bundan çıkarılacak önemli sonuçlar vardır. Tabii bunların büyük bir çoğunluğu, dediğiniz yayın yapılmasa da hareketimiz tarafından tarihsel nitelikte işlenmiş ve Kürt meselesinin çözümü noktasında birer argüman olarak sunulmuştur. Zira bunlar kayıtlara geçmiş, tarihe mal olmuş sözlerdir. Şimdi inkar edilmeleri, bu sözlerin söylenmiş olduğu gerçeğini değiştirmemektedir.
Yüz yıl önceki o konuşma ve yazılarda Kürt-Türk halklarının kardeşliği, ortak mazi, ortak vatan, ortak gelecek gibi vurgular vardır ama yıllardır Önder Apo da bunları defalarca dile getirdi. Her nedense, Türkiye’nin bugünkü yöneticileri ya da Kemalist çizgide olduğunu söyleyen siyasetçi, aydın ve akademisyenler, Mustafa Kemal Atatürk’ün geçmişte söylediği bu sözleri söylememiş sayıyorlar ve bu sözlerle ne demek istediği üzerinde durmuyorlar.
Bunlardan birkaçına örnek vermek ister misiniz?
Birincisi; Kürt halkının Türkiye’nin yeniden inşasında kurucu bir öge olduğu gerçeğidir. Zaten söylenen tüm sözler bunu doğruluyor.
İkincisi; Kürt-Türk kardeşliği ve birliği olmadan kurtuluş ve başarının mümkün olamayacağı tespitidir.
Üçüncüsü; Misak-ı Milli’nin Kürtlerin ve Türklerin yaşadığı topraklardan oluşmakta olduğudur.
Dördüncüsü; iki halkın ortak bir geçmişi olduğu ve başarı için bunu sürdürmenin gerekli olduğudur.
Beşincisi; Türk ve Kürtlerin ortak yurdunun Türkiye olduğu; yani Türkiye’nin ortak vatan olduğudur.
Altıncısı; Sadece Türk halkından bahsedildiğinde Kürtlerin kendini dışlanmış göreceğinden hareketle, ‘Türkiye halkı’ kavramının herkesi kapsayan bir kavram olarak kullanılması gerektiğine işaret etmesidir.
Yedincisi ise; Kürtlerin özerklik sistemi ile Türkiye sınırları içerisinde kardeşlik bağlarıyla yaşamasının anayasal bir hak olduğunu açıkça dile getirmesidir.
Tabi bu örnekler daha da çoğaltılabilir ancak o belgede bu net sonuçlar açıkça ortaya konuluyor.
Aslında bu belgede gördüğümüz yeni bir şey yok. Orada ifade edilen konular ve bunların dışında o süreçle ilgili bildiğimiz ve gördüğümüz birçok belge vardır. Burada onları yeniden tartışacak değiliz. Fakat bazı kesimler, bunların Atatürk tarafından taktik gereği söylediğini belirtip üstünü çizmektedir. Öyle de olsa, önemli olan bu belirlemelerin gerçekliği ifade etmesidir. Dolayısıyla üstünü çizip söylenmiş bu doğrulara herhangi bir değerin verilmemesi yanlış bir tutumdur. Kürt tarafında bazı kesimler bu biçimde yanlış yaklaşıp ezberci bir biçimde inkar siyasetini savunmakta, Türk tarafında bazı kesimler de bu sözlere söylenmemiş gibi yaklaşarak bunları görmezden gelmektedirler. Bu her iki yaklaşım da yanlış olduğu gibi, gerçeklerin gün yüzüne çıkmasına hizmet etmez.
Belirttiğiniz belge içerisinde 16-17 Ocak 1923 tarihinde Atatürk’ün bir grup gazeteciyle yaptığı basın toplantısının tutanakları da kısa bir biçimde yer almıştır. Biz bunları daha değişik ve geniş izahatlı belgelerden de biliyoruz ama bu belgeler henüz taze iken onlardan örnek vermek daha uygun düşer:
Mesela oradaki tutanakta Mustafa Kemal ne diyor? “Bizim Teşkilat-ı Esasiye Kanunu gereğince bir tür mahalli muhtariyetler teşekkül edeceklerdir. O halde hangi livanın ahalisi Kürt ise, onlar kendi kendilerini muhtar olarak idare edeceklerdir.” Cümleler aynen böyledir. Kısacası, buradan da açıkça görüleceği gibi Türkiye’nin inşa sürecinde Kürtler temel bir unsur olarak yer alıyor ama daha sonra İngilizlerin bir oyunu sonucu Lozan’da Kürtler inkar edilince Türk devlet yetkilileri de bu hakları teslim etmekten cayıyorlar. Aslında verilen ve karar altına alınan bu haklardan geri adım atıyorlar. İşte kamuoyunda tartışılan Şeyh Said direniş süreci ve Kürt halkının peşi sıra gelişen direnişleri tümüyle haklı ve bu kabul edilemez haksızlığa karşı bir tepki olarak ortaya çıkan hareketlerdir. Ancak bu hareketlere karşı çok zalim ve hunharca yönelerek Kürt halkına karşı bir çeşit soykırım uygulamasıyla sonuç alınmak istenmiştir. Lice, Hani, Palo’da gerçekleşen katliamlar, yine Dersim’de 70 bini aşkın insanın katledilmesi, Ağrı-Zîlan’da bir hafta içerisinde 40 bin kişinin katledilmesi bu şekilde gerçekleşmiştir.
Ayrıca kurucu meclise sunulan ve 10 Ocak 1922’de gündeme alınan “Kürt Otonomi Karar Tasarısı” vardır. O zaman sözüm ona, dış güçler kurcalamasınlar, oynamasınlar diye kamuoyuna ve basına kapalı bir oturumda bu tasarı tartışılıyor. Ne yazık ki daha sonradan gelişen inkar siyaseti temelinde bu karara ilişkin meclis tutanakları da bir şekilde ortadan kaldırılıyor ve daha gizli bir biçimde hasır altı ediliyor. Ancak bunların belgeleri İngilizlerin ve Fransızların arşivlerinde vardır. Bu karar tasarısı 18 maddeden oluşmakta, çok detaylı bir biçimde bugün adına özerklik dediğimiz çerçevede hak tanınmaktadır. Yani Kürtlerin de bir meclisinin olacağı, her şehrin kendi kendini yönetme hakkı çerçevesindeki detaylı bir biçimde çizilmiş bir otonom sistem kararı vardır.
Tarih biliminden iyi biliyoruz ki, tarihsel süreçler içinde gelişen her oluşumun, her düşüncenin, atılan her adımın, yürütülen her çalışmanın özü ilk adımlarında gizlidir. Dolayısıyla ilk adımlar o olgunun özü ve hakikati temsil eden adımlar olmuştur. Bilimsel olarak bu doğrulanmış bir gerçekliktir. Şimdi, burada Kemalizm’i değerlendirecek olan Kemalist çevrelerin, Mustafa Kemal’in 1919’dan 1924’e kadar olan sürecini sıradan bir süreç olarak ele almaları kendileri açısından büyük bir hata durumundadır. Çünkü, esas olarak özü oradadır. Sonradan devletleşme, otoriterleşme, dünyadaki konjonktürel süreçle birlikte ele alınınca durum çok farklılaşıyor.
Peki hangisi esas alınmalı? 1919-‘24 mü, yoksa 1925-’38 süreci mi?
Bu bizim değil ilgili olanların söz söylemesi gereken bir konudur. Ben az önce görüşümü zaten söyledim. Ama birinden öbürünü tercih etmekten ziyade, bugünkü gerçekliği göz önünde bulundurarak konuya yaklaşmak daha doğru yöntem olur. Kürt realitesi, kökeni tarihin derinliklerine dayanan bir realitedir. Bunu iyi bilen Atatürk ve arkadaşları o dönemde Kurtuluş Savaşı’nı örgütlerken Kürtleri önemli bir düzeyde ele alıyor, bir dayanak yapıyorlar, “Kürt-Türk ittifakı olmadan başarı mümkün değil” diyorlar. Nitekim süreç böyle gelişiyor. Ayrıyeten biz tarihin daha eski dönemlerinde de bunu görüyoruz. 1071’de de bu vardır; 1516’da da benzer bir süreç vardır.
Kısaca tarihin hemen her döneminde Kürt-Türk birliğinden doğan önemli gelişmeler söz konusu olmuştur. Burada da Atatürk’ün Kürt-Türk kardeşliği, ortak mazi, ortak vatan derken bu gerçekliğe dayanma durumu var. Ama sonradan ondan kopuş oluyor ve tersinden bir gelişme yaşanıyor.
Konuyu bilimsel bir yaklaşımla değerlendirmek ve bugünün sorunlarına nasıl çözüm bulunması gerektiği noktası üzerinde durulduğunda, aslında bugün Kurdistan’da yaşanan Kürt meselesinin çözümünün Cumhuriyet’in kuruluş sürecinde ortaya konan çerçevede mevcut olduğunu görmek mümkündür. Önder Apo’nun geliştirdiği çözüm çerçevesi ile o zaman konulan çerçeve, bazı farklılıklara rağmen benzer parametreler de taşımaktadır. O açıdan şimdi sanki Kürt özerkliğini reddetmek, Kürtlerin kimlik ve kültürel haklarına karşı çıkmak Kemalizm’in ABC’siymişgibi bir yaklaşım geliştiriliyor. Bu çok yanlış ve çıkmazı derinleştiren bir yaklaşımdan başka bir şey değildir. Dolayısıyla şayet Kemalizm’i bir dogmalar yığını ya da hiçbir şeyi değiştirilemez bir Kuran ayeti gibi ele almayacaklarsa, o zaman Kemalist oluşumun başlangıcındaki çözüm tarzına dayanarak bugünkü sorunlara da rahatlıkla çözüm geliştirebilirler. Bu pekala mümkündür. Türkiye’nin yöneticileri akli selim davranıp, aynı zamanda bilimsel yaklaşım temelinde süreci doğru yorumlarsa, Cumhuriyet’in kuruluşunda çok önemli bir rol oynayan bu bakış açısını günümüze uyarlayarak çözümü geliştirebilirler. Aksi durumda 1925’ten bu yana süregelen zor, şiddet, katletme, asimile ve soykırım yöntemleriyle sonuç alınamayacağı açıkça ortaya çıkmıştır. Kısacası, doğru temeldeki bir bakış açısıyla yaklaşanlar, Kürt meselesinde çözümü geliştirebilirler; çünkü Türkiye’nin ilk oluşumunda bunun çerçevesi vardır. Önemli olan sonraki sapmanın yaratığı yüz yıllık çıkmazı görmek ve onu aşma yürekliliğini göstermektir.