Futbol oyun pratiğinin tarihi, bir bakıma oyunu belirsizliklerden arındırma ve onu öngörebilir bir oyun haline getirme tarihidir. Jonathan Wilson’nin “Futbol Taktikleri Tarihi” kitabına itibar edilirse, oyunun bir taktik dahilinde oynanmaya başlaması 1864 yılına işaret ediyor.
Bu durumu koşullayan biricik neden 1863 yılında 6 nolu kural olan ofsaytın kabul edilmesidir. Ofsayt kuralı saf yeteneğin yanına zorunlu olarak aklın da oyuna dahil edilmesi anlamını taşır. Her ne kadar futbol oyununun kurallara bağlanması, 1848 tarihini gösteriyor olsa bile, futbol oyun gerçeğini aklileştiren olgu ofsayt kuralının kabul edilmesidir.
Bilindiği gibi ilk milli maç, İskoçya-İngiltere arasında 30 Kasım 1872’de oynanıyor ve bu maça İngiltere 1-2-7 dizilişiyle İskoçya ise 2-2-6 dizilişiyle sahne alıyor ve maç 0-0 bitiyor. 1885 yılında İngiltere de FA kupası profesyonelliği kabul ediyor ve artık yeşil sahalar gladyatör arenalarından, ebediyen ayrışıyor. Bu arada bu oyunun“nasıl oynanması” gerektiğine dair 1898 yılında tam on iki kitabın yazıldığını da not etmeliyim.
Benim için ise bu tarih Guardiola’nın Barselona’da iş başı yaptığı tarihtir. Kelimenin tam anlamıyla, oyunu olası pürüzlerden soyutlama ve oyun iktidarı için bir egemenlik alanı yaratma girişimi Guardiola zekasının ürünüdür. Elbette Guardiola öncesi, böylesi çabalar içinde olan çok değerli futbol sanatçıları olmuştur ama tabloya son fırçayı onun vurduğunu söylemek, sadece bilinen bir hakikati tekrar etmek olur.
2024 Avrupa Şampiyonası’nın favorisi kim yazısına böyle bir giriş yapmak belki tuhaf karşılanabilir? Ama sizi temin ederim ki çok sıkı nedenlerim var; birincisi şampiyona öncesi izlediğim bütün turnuva maçlarında canımı fazlasıyla sıkan “oyun belirsizlikleri” top, alan ve zaman tutarsızlıkları olarak Avrupa semalarında dolaşan hayaletler gibiydi. Arkasından taze taze izlediğim “hazırlık maçlarında” da aynı tuhaf arıza ve belirsizlikler işbaşı yapmaya devam ediyordu.
Oysa Guardiola pratiğinin kanıtladığı gibi, bu oyunu egemen ve akışkan hale getirmek için elde üç büyük imkan var. Birincisi 105×68 metrekarelik oyun sahası ki, top dolaşım modelleri için kusursuz olanaklar tanıyor. Hem yerden hem de havadan bu alanı kullanmak mümkün ve gerekli. İkincisi, iki periyotlu zaman, on beş dakikası dinlenmek ve zihinsel olarak tazelenmek için, şarap gibi bir ara tadı içerir. Çünkü ilk kırk beş dakikanın somut analizini yapma imkanı var. Geriye de telafi ya da tekrar için ikinci kırk beş dakika. Üçüncüsü,beşini değiştirmek koşuyla on bir kişilik insan kaynağı ve alan zamankaynağına rağmen, bu oyunun bu düzeylerde hala büyük belirsizlikler taşıyor olması asabımı bozuyor.
Şampiyona başladığında en az iki adam ve iki teknik direktörün bu belirsizlikle mücadele edeceğini ve ortaya çok ciddi bir irade koyacağını umuyorum: Almanya Teknik Direktörü Julian Nagelsman ile yine bir Alman olan Avusturya Teknik Direktörü Ralf Rangnick. Bu iki teknik adamın finalde karşı karşıya gelmesini çok isterim. Ralf Rangnick bir sistem virtüözü, Julian Nagelsman ise bir taktik dehası.
Elbette, Fransız Dider Descahamps’ı bir kenara atmıyorum. Nice şampiyonluklar yaşamış bu değer futbol adamını ve takımına büyük değer biçiyorum ama kadro yapısına baktığımda, oyunun her an dengesizleşebileceğini ve yine her takımdan fazla Fransa oyununun defacto karakter kazanabileceğini tahmin ediyorum. Özellikle hücum hattı her iki kanatta oyunun kendi sistematiğine sadık kalmayacağını vaat ediyor gibi.
İtalyan Luciano Spalletti, oyunu defansif karakterde oynuyor. Bu durum İtalyan hücumlarını hafif gölgeleyebilir. Ayrıca çok parlak bir omurgaya da sahip değiller.
İspanyol Luis de la Fuente, her ne kadar Guardiola geleneğinin bir temsilcisi gibi görünüyorsa da, İspanyol takımı birden fazla “Messi” tarzına sahip oyuncu rezervi barındırdığında, roller ve görevler bahsinde ciddi sıkıntılar yaşama tehlikesi barındırıyor. Roller ve görevlerde kusursuz bir uyum İspanya’yı çok rahatlıkla şampiyon yapabilir.
Benzer nedenler ileri sürerek, aynı şeyleri, Gareth Southgate için de söylemek mümkün, Premier Lig karizması, çok ciddi bir psikolojik veri olarak, takımı ve teknik direktörü etkileyebilir gibi duruyor. Hazırlıklarında bu olguyu gözlemlemek mümkün oldu.
Roberto Martinez ve takımı Portekiz, bana bulmaca gibi geliyor. Belçika pratiğini hiç tutmadığım Martinez, bu kadroyu Ronaldo’ya rağmen nasıl idare eder, doğrusu en çok merak ettiğim konuların başında gelir.
Hollanda ve Ronald Koeman, hazırlık maçlarında beni en çok şaşırtan takım oldu. Hazırlık maçları performansını bir veri olarak kabul edersek, Hollanda’yı en ciddi favoriler sıralamasına yazmak mecburi bir dipnot olur.
Ve son olarak Vincenzo Montella’nın Türkiye’si, galiba en çok belirsizlikler ve pürüzler yaşayan takım. Ersun Yanal’ın bir röportajda sorduğu soruyu çok anlamlı bulmuştum. “Şimdi ilk on biretereddütsüz kimi yazabiliriz?” Bu takımın omurgası yok. Sistemi ve ekolü yok. Her maçı rakip analiziyle oynayarak ayrı planlarla çıkmak zorunda. Bu durum zaten kendi başına inanılmaz bir arıza. Hakan Çalhanoğlu ve Arda Güler hangi derde derman olurlar bilinmiyor?
Kabaca favorilerim Almanya, Avusturya, Fransa, İspanya…
Gönlüm Avusturya diyor.