Ana SayfaGÜNÜN YAZILARI“Zenci bir Türk olmaktan şeref duyuyorum...”

“Zenci bir Türk olmaktan şeref duyuyorum…”

Cumhurbaşkanı Erdoğan, “ev zencisi” tabiriyle, sanıyorum ki, Instagram’ı ya da genel olarak Batı’yı efendi olarak bellemiş, kendi kararlarını alabilecek kadar bile basiret sahibi olmayan, küçük çıkarlarına düşkün bir insan profilinden bahsediyordu. Bu profilin karşısında devletin bizim için en iyisini bildiğine dair bir güven taşıyan bir başka insan profili var. İkinci profildeki insanların “ev zencileri”nde bulunmayan bazı özellikleri olduğunu düşünmeden geçemiyoruz: özgürce kendi kararlarını alabilen, inisyatif sahibi, gerektiği yerde, masaya elini vurup itiraz edebilen, ilkeleri her zaman çıkarlarından önce gelen, Malik el Şahbaz kardeşimizin tarif ettiği gibi "Başkanımız," "hükümetimiz," "Senatomuz," "kongre üyelerimiz," "şuyumuz, buyumuz." diye konuşmayan, toplumsal menfaatlerimizi düşünürken bile alabildiğine bireyleşmiş insanlar bunlar, demek ki.

Çoğumuz “zenci” sözcüğünün Türkçede aşağılama tınısı taşımadığı konusunda uzlaşıyoruz. Arapçada “pas rengi” gibi nüanslı bir anlamı olan “zangi”den geliyor dilimize, komşu bazı dillerde siyahî anlamında kullanılıyor, örneğin, Zanzibar da isminin “zanzi” kısmını bu sözcükten alıyor: Zenci kıyıları…

Eskiden, en azından bizim buralarda, yani Ege’de, “Arap” ile “Zenci” aynı anlamda kullanılırdı. Ama siyahîler için ya da herhangi bir hayvan ya da nesneyi nitelemek için Arap demek, biraz da “çirkin” anlamı taşırdı. “Beyaz” olmak güzellik ile bağdaştırılırken, illâ güzel ama siyaha bakan bir renkte olacaksak, İspanyollara, İtalyanlara ya da Amerikalı siyahîlere benzememiz gerekiyordu. Arap, sanki pek güzel bir canlı/şey olamazdı. Örneğin, 90’ların başında Tarabya’daki otellerde, evlerde geçici de olsa yaşayan Arapların sayısında artış görüldüğü zaman, Tarabya’ya “Arabya” deyip semtin çirkinleştiği ima ediliyordu. Şimdilerde bu çirkinlik imasına başka olumsuz anlamlar eklendi ve Arap da Suriyeli gibi daha çok bir aşağılama sözcüğü olarak kullanılmaya başlandı. En azından toplumun büyükçe bir kesmi için zihinde böyle bir anlamın belirdiğini söylemek mümkün: Geri kalmış, medenilikten uzak, kurnaz, biz Batıya yaklaşırken bizi Doğuya doğru çekiştiren gibi bir zihinsel içerik. Malûm, tevatürün bini bir para… Bu tevatürler gittikçe daha da abartılıyor ve başımıza gelen bunca kötü şeyin hıncını Araplardan, Suriyelilerden almak, almaya niyeti olmayanı “vatan haini” ilan etmek yaygınlaşıyor. Aslında hiç de Batı rasyonalitesine uymayan ama Batılıların da rahatlıkla yapmasından dolayı kendimizi Batılı hissetmemizi sağlayan tuhaf ve kötücül bir ima. Daha çok da siyasetçilere, karar alıcılara ve uygulayıcılara, kısaca hükümete, devlete karşı koyamamanın verdiği eziklik ve vicdansızlık… Hem ırkçı olacağız, hem de devlete laf etmeyeceğiz diye uğraşanların vardığı kör nokta… Diğer tarafta biz, Sezen Cumhur Önal’ın zenciler, melezler, kısaca kopkoyu esmerler için bulduğu sempatik “çikolata renkli şarkıcı” ifadesini de unutmuş değiliz. Hayatta olsaydı Suriyelilere “sütlü çikolata renkli” insanlar der miydi acaba?

Günümüzde de, “Arap” ve “Suriyeli” gittiği yeri tarumar eden, gösterişçi ve maneviyat olarak da gelişmemiş insan anlamına doğru evrilip, gittikçe daha da olumsuz bir anlama işaret ediyor, maalesef. “Zenci” ise, hâlâ hakkı yenilmiş ve ırkçılığa maruz kaldığı teslim edilmiş insanlar için olumlu bir anlamda kullanılıyor. Nitekim, 2015 yılında Cumhurbaşkanı Erdoğan, bir iftar yemeğinde, “beyaz Türkler”in el üstünde tutulmasına karşı çıkıyor ve hakkı yenilmiş olduğunu düşündüğü “zenci Türkler”e sahip çıkıyordu: “… çünkü onlar bize, size ‘zenci Türkler’ diyorlar. Ben de öyle bir zenci Türk olmaktan şeref duyuyorum.” (https://www.sabah.com.tr/video/turkiye/cumhurbaskani-erdogan-zenci-bir-turk-olmaktan-seref-duyuyorum)

İngilizcede ise hikâye doğrudan “siyah” anlamına gelen sözcüklerle ilerliyor. Arkasında çok derin, çok vicdansız bir tarih var, tabii: Kölelik tarihi…

“Negro” İspanyolcada düpedüz siyah demek. “Nigger” Latincede düpedüz siyah demek. Ama her iki sözcük ABD’de kullanılıyor ve ağır toplumsal çağrışımlarından dolayı 1960’lardan itibaren aşağılayıcı olarak işaretleniyor. Beyaz bir renk değilmiş gibi “colored”, Afrika’dan dün gelmişler ya da Amerika kıtasında mekanın gerçek sahibi Avrupalılarmış gibi “African American” gibi sözcükler de kullanılıyor zenciler için. Ama İngilizcede düpedüz siyah anlamına gelen “black” üzerinde uzlaşılıyor çoğunlukla. Zamanın siyahî liderleri de “black” sözcüğünü kullanmayı tercih edince, sözcük günümüzde de kabul edilen “doğru” sözcük oluveriyor. Bu türden diğer kodlamalarda olduğu gibi, sadece bir “negro” diğerine “negro” diyebilir, beyazlar “black” demek durumunda. Anlaması hiç de zor olmayan uzlaşımlar bunlar…

“Ev zencisi”ne gelince, buyrun kaynağına gidelim…

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçen haftaki konuşmasında Müslüman olduktan sonra aldığı adıyla “Malik el Şahbaz kardeşimiz” olarak geçen Malcolm X,  1963 yılında Michigan State Üniversitesinde yaptığı bir konuşmada “ev zencisi” ile “tarla zencisi” tarifini ve ayrımını yapıyor:

“… Yani iki tip zenci var. Eski tip ve yeni tip. Çoğunuz eski tipi bilirsiniz. Kölelik döneminde tarihte onun hakkında okuduğunuzda ona “Tom Amca” denirdi. Ev zencisiydi. Ve kölelik sırasında iki zenci vardı. Ev zencisi ve tarla zencisi.

Ev zencisi genellikle efendisine yakın yaşardı. Efendisi gibi giyinirdi. Efendisinin ikinci el giysilerini giyerdi. Efendisinin masaya bıraktığı yiyecekleri yerdi. Ve efendisinin evinde -muhtemelen bodrum katında ya da tavan arasında-, ama yine de efendisinin evinde yaşardı.

Dolayısıyla o evdeki zenci ne zaman kendisini anlatmaya kalksa, efendisinin üzerinden anlatırdı.  Efendisi “İyi yemeğimiz var” derse, ev zencisi de “Evet, bol miktarda iyi yemeğimiz var” derdi. “Bizim” bol miktarda iyi yemeğimiz var. Efendisi “Burada güzel bir evimiz var” dediğinde, ev zencisi “Evet, burada güzel bir evimiz var” derdi. Efendisi hastalandığında, ev zencisi kendini efendisiyle o kadar özdeşleştirirdi ki, “Ne oldu patron, hasta mıyız?” derdi. Efendisinin acısı onun acısıydı. Ve efendisinin hasta olması, kendisinin hasta olmasından daha çok canını yakardı. Evde yangın çıktığında, bu zenci tipi, efendisinin evinin yangınını söndürmek için efendisinden daha fazla çaba gösterirdi.

Ama, sahada/tarlada başka bir zenci vardı. Evdeki zenci azınlıktaydı. Kitleler… Sahadaki zenciler kitle halindeydi. Onlar çoğunluktaydı. Efendileri hastalandığında, ölmesi için dua ederlerdi. Efendilerinin evinde yangın çıksa, rüzgarın gelip yangını körüklemesi için dua ederlerdi.

Biri ev zencisine gidip “Hadi gidelim, kaçalım” dese, doğal olarak Tom Amca “Nereye? Patron olmadan ne yapabilirim? Nerede yaşayacağım? Nasıl giyinirim? Bana kim göz kulak olur?” diye sorardı. Bu ev zencisi. Ama tarla zencisine gidip “Hadi gidelim, kaçalım” deseniz, size kaçışın nereye ya da nasıl olacağını bile sormazdı. “Evet, gidelim” derdi. Ve burada mevcut duruma son verirdi.

Yani şimdi elinizde yirminci yüzyıl tipi bir ev zencisi var. Yirminci yüzyıldan bir Tom Amca. Tıpkı 100-200 yıl önce olduğu gibi bugün de Tom Amca ile karşılaşıyoruz. Sadece o modern bir Tom Amca. O Tom Amca başına bir mendil takardı. Bu Tom Amca silindir şapka takıyor. Çok şık. Tıpkı sizin gibi giyiniyor. Aynı deyimleri kullanıyor, aynı dili konuşuyor. Sizden daha iyi konuşmaya çalışıyor. Aynı aksanla, aynı diksiyonla konuşuyor. Ve siz “ordumuz” dediğinizde, o “bizim ordumuz” diyor. Onu savunacak kimsesi yok ama ne zaman “biz” deseniz “biz” diyor. “Başkanımız,” “hükümetimiz,” “Senatomuz,” “kongre üyelerimiz,” “şuyumuz, buyumuz.” Ve kendisinin bu “bizim” sözcüğünün içinde, satırın sonunda bile bir yeri yok. İşte yirminci yüzyıl zencisi budur. Ne zaman ikinci tekil ya da çoğul şahıs zamiri olarak “siz” deseniz, o da sizinle birlikte hareket ediyor. “Başım dertte” dediğinizde, “Evet, başımız dertte” diyor.

Fakat şimdi sahnede başka bir tür Siyah adam daha var. “Başım dertte” derseniz, “Evet, başın dertte” diyor. Kendini sizin durumunuzla hiçbir şekilde özdeşleştirmiyor.”

Takdir edersiniz ki, geçen yüzyılın ortalarında ABD’de ırkçılık sorununun orta yerinden konuşan Malcolm X’in bu çok isabetli tiplemelerini bilmek için ne 80 yıl öncesinde ne de ABD’de yaşamamız gerekiyor. İsabetli diye nitelendirmemizin nedeni de zaten bu. Her zaman her yerde, yaşanan şiddetin farklı durumlarda hangi ölçüde olduğuna bakılmaksızın, mağdurların arasında bu tür ayrımlar ortaya çıkıyor.

Geçmişte Nazilere bile isteye ve hatta gururla yardım eden Yahudiler, günümüzde Filistinliler soykırıma uğrarken İsrail ile olan maddi ilişkilerini sürdürmekte vicdanî bir sakınca görmeyen Müslümanlar, yeni göçmenleri yok etmeye hevesli ve hatta yeminli eski göçmenler…

Yani mağduriyetin evrileceği yolun nerelere çıkacağının garantisi yok. Hatta tam tersine, maruz kalınan maddi ve manevi şiddet, başkalarına şiddet göstermenin makûl ve makbûl olabileceği hissini yaratıyor besbelli. Güç, nerede ve ne zaman olursa olsun, mıknatıs gibi çekiyor insanları. Eski mazlumlar, iktidarda olamıyorsan, hiç olmazsa iktidara yakın ol, diyorlar sanki bize.  

Türkiye’de 57 milyon kullanıcısı olan Instagram’a 2 Ağustos 2024 tarihinde erişim engeli getirildi.

Önce engel geldi, sonra engellenmesinin sebebi hakkında cılız da olsa bazı açıklamalar yapıldı. “Uğraşıyoruz, açılacak inşallah” gibi ifadeler dışında süreç hakkında da bilgilendirilemedik bir türlü.

Doğal olarak, pek çok kişi de buna itiraz etti. İtiraz edenlerin aslında “ev zencisi” tabiriyle nitelendirilebileceğini de bu esnada Cumhurbaşkanından öğrenmiş olduk.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, “ev zencisi” tabiriyle, sanıyorum ki, Instagram’ı ya da genel olarak Batı’yı efendi olarak bellemiş, kendi kararlarını alabilecek kadar bile basiret sahibi olmayan, küçük çıkarlarına düşkün bir insan profilinden bahsediyordu. Bu profilin karşısında Instagram’ın hiçbir olgusal neden göstermeden kapanmasını normal karşılayan, ciddi bir ticaret alanı olan bu mecra ile ilgili süreçlerde şeffaflığın gerekli olmadığını düşünen, devletin bizim için en iyisini bildiğine dair bir güven taşıyan bir başka insan profili var. İkinci profildeki insanların “ev zencileri”nde bulunmayan bazı özellikleri olduğunu düşünmeden geçemiyoruz: özgürce kendi kararlarını alabilen, inisyatif sahibi,  gerektiği yerde, masaya elini vurup itiraz edebilen, ilkeleri her zaman çıkarlarından önce gelen, Malik el Şahbaz kardeşimizin tarif ettiği gibi “Başkanımız,” “hükümetimiz,” “Senatomuz,” “kongre üyelerimiz,” “şuyumuz, buyumuz.”  diye konuşmayan, toplumsal menfaatlerimizi düşünürken bile alabildiğine bireyleşmiş insanlar bunlar, demek ki.

Ben yazıyı yazarken, Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Uraloğlu, X’te önce bir tweet ile “önemli” bir açıklama yapacağını duyurdu, sonra yine X’ten canlı yayın açarak Instagram’ın 21:30’da açılacağını ilân etmeye çalıştı. Altyapı eksikliğinden kaynaklandığını sandığımız bir sebeple olsa gerek, ekranın sürekli donması açıklamayı yapmasına mani oldu. Bunun üzerine bir tweet daha atarak başarıyla duyuruyu gerçekleştirdi. Bir sosyal medya platformu için diğer bir sosyal medya platformunu, Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı için küçük sayılabilecek bir aksilik dışında, etkin olarak kullandı da denebilir bu duruma.

Şimdilik X dost, Instagram haddi bildirilen, itirazcılar ev zencisi, sorgulamayanlar özgür birey.

Bir sonraki itirazda ne olacağımız ise merak konusu…

- Advertisment -