Ana SayfaÖZEL HABERPORTRE | Daron Acemoğlu’nun ailesi: Yön Bildirisi imzacısı baba ile...

PORTRE | Daron Acemoğlu’nun ailesi: Yön Bildirisi imzacısı baba ile şair annenin oğlu, Yüce Divan’lık olan ANAP’lı bakanın damadı

Türkiye’ye üçüncü Nobel’i getiren Daron Acemoğlu’nun ticaret hukukçusu olan babası Kevork Acemoğlu, 1961’de Doğan Avcıoğlu’nun çıkarttığı Yön Dergisi’nin ilk sayısında yayımlanan Yön Bildirisi’ni imzalayanlar listesinin ilk sırasındaydı. 1970 yılındaki bir yazısında 1915’le ilgili “Ellinci yılı geride kalmasına rağmen Türkiye aleyhindeki hava körüklenmek istiyor” diye yazdı. Annesi İrma Acemoğlu öğretmen ve Ermenice yazdığı şiirlerle tanınan bir şairdi. Kayınpederi İsmail Özdağlar ise Özal’ın ilk kabinesinde devlet bakanı olarak görev yapmış, rüşvet ve görevi kötüye kullanma suçlamalarıyla Yüce Divan’lık olmuştu.

Nobel Ekonomi Ödülü’nü alan Daron Acemoğlu’nun ticaret hukukçusu olan babası Doç. Kevork Acemoğlu, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde öğretim üyesi olarak görev yaptı.

Kevork Acemoğlu, 1961-1967 yılları arasında Doğan Avcıoğlu tarafından çıkartılan Yön Dergisi’nin 20 Aralık 1961’deki ilk sayısında yayımlanan Yön Bildirisi’nin imzacıları listesinde ilk sırada yer almıştı.

Derginin ilk sayısında “Aydınların ortak bildirisi” diye yayımlanan ve 531 ismin imzasının olduğu bildirinin imzacı sayısı daha sonra 1042’ye yükseldi.

İlhan Selçuk, Altan Öymen, Çetin Altan, İdris Küçükömer, Mümtaz Soysal, Korkut Boratav, Niyazi Berkes, Şevket Süreyya Aydemir, Sadun Aren, Selahattin Hilav, İlhami Soysal, Sami Şekeroğlu gibi isimler de bildirinin diğer imzacıları arasındaydı.

Yön Dergisi 1. sayı.

Kevork Acemoğlu: “1915’in 50’nci yılı geride kalmasına rağmen Türkiye aleyhine hava körükleniyor”

1988 yılında hayatını kaybeden Kevork Acemoğlu, 1970 yılında Beyrut’ta düzenlenen Türk Haftası etkinlikleri sırasında bazı Ermeni öğrencilerin Türkiye aleyhinde afişler hazırlamasıyla ilgili 30 Nisan 1970 tarihli Milliyet gazetesinde “Türk-Ermeni ilişkileri” başlıklı bir yazı yazmıştı.

Kevork Acemoğlu’nun Milliyet’teki yazısından bazı bölümler şöyle:

“Türkiye’de yaşayan Ermeni asıllı Türkler, mukadderatlarını Türkiye’nin mukadderatına bağlamışlardır. Dışarıda, Türkiye aleyhine intikam türküleri söyleyen ırkdaşları arasında hiçbir fikri beraberlik mevcut değildir. Ermeni asıllı Türkler arasında belki kötü Türk yurttaşları vardır. Türk asıllılarda da bulunduğu gibi. Ama, Türkiye’nin fiziki ve manevi bütünlüğüne karşı tek kişi yoktur.

“Türk-Ermeni ilişkileri bakımından talihsiz bir tarih teşkil eden 1915, aradan geçen yarım yüzyıldan çok bir süreye rağmen, yine yapma gayretlerle ortaya sürülmek isteniyor. Beyrut’ta yapılmak istenen Türk Haftası, bazı Ermeni öğrenciler tarafından sabote ediliyor, Türkiye aleyhinde afişler düzenleniyor. Bir kin ve husumet havasını yeniden canlandırmak gayretleri görülüyor. Bütün bu görüntüler karşısında, Türk kamuoyunda bir kuşku beliriyor. Acaba bizimle beraber ortak hayatlarını sürdüren Ermeni asıllı yurttaşlarımız, bu gösteriler karşısında ne düşünüyorlar? Niçin bir tepki göstermiyorlar? Aslında bu tepki, İstanbul’daki Ermeni asıllı Türkler tarafından 1965 yılında gösterilmiştir. Ben sahsım açısından niye şimdiye kadar böyle bir tepki göstermemiş olduğumu açıklamak istiyorum. Önce, Türkiye’ye bağlılığın ispatının sözle ve böyle zamanlarda yapılması, bu bağlılığın içtenliğine gölge düşürür diye korkuyorum.

“1965’te Ermeni asıllı yurttaşlardan birçok mektup aldım. Bana, gazetelerde yazı yazdığım halde, Türkiye dışındaki Ermeni gösterilerinin aleyhine niye yazmadığımı soruyorlardı. Bunlardan birine verdiğim cevap da bu konudaki düşüncelerim, hayatımın ve davranışlarımın bütününden, beni tanıyanlarca anlaşılamazsa, bu sırada yazacağım iki satırın inandırıcı olmasını nasıl bekleyebilirim, demiştim. Üstelik ikinci bir sebep, elimi kolumu büsbütün bağlıyordu.

“Ben, on beş yıllık üniversite hayatımda, önce öğrenci, sonra öğretim üyesi yardımcısı ve nihayet öğretim üyesi olarak gerek hocalarımdan gerekse ve özellikle öğrencilerimden -hangi görüşte olurlarsa olsunlar- büyük bir anlayış, yardım ve sevgi görmüştüm. Bu yüzden kendimi, Ermeni asıllı Türklerin belki de en şımartılmışı sayıyordum. Böyle bir durumda göstereceğim tepki daha da az inandırıcı olmayacak mıydı? Yararlandığın özel nimetlerin bir karşılığı sayılmayacak mıydı?

“Ama, 1915’in ellinci yılının da geride kalmasına rağmen, bu konudaki istismarın, hâlâ sürdürülmek, dünya siyaset konjonktürünün bu nazik devresinde Türkiye aleyhindeki havanın körüklenmek istenmesi, beni de bu konudaki düşüncelerimi açıklamaya sevk etti.

“Aradan, 55 yıl geçmiş. Bu süre içinde iki kere Alman ordularımın çizmesi altında çiğnenmiş Fransız ulusu, bugün Almanya ulusuyla dost. Aynı şeyi, yıkılıp yakılan Polonya için bile söyleyebiliriz. Öyleyse niçin hâlâ bu kin? Niçin hâlâ, bu bin yıldan beri Ermenilere ait bulunmamış topraklar hakkında gülünç talepler? Bütün bunların nedeni, uzun yıllardan beri, bazı örgüt ve kişilerin, Türk Ermeni ilişkilerinin bu talihsiz safhasını geçim yolu haline getirmiş olmasıdır. Söylediklerine belki kendileri de inanmıyorlardır. Ama varlık sebepleri budur. Bunun için, yardım ve teşvik görmekte, bunun için büyük bir devletten beslenmekte, sonra da heyecanlı bazı gençleri kışkırtmaktadırlar. Türk milliyetçileri, bu Türk aleyhtarı Ermenileri devlet kademelerinde görev verecek kadar güven duymaktaydı. O kadar ki, Türk Ermeni ilişkilerinin en gergin olduğu Sultan II. Abdülhamit devrinde bile, bu durum değişmemiş, birçok Ermeniler yüksek görevler almaya devam etmişlerdir.

“Emperyalizmin, Ermeni meselesini bahane ederek giriştiği tazyike, 1890 yılından başlayarak, komitacılar da katılmıştır. Bunlar, akıl almaz bir sorumsuzlukla, adeta oyun oynar gibi bazı söylemlere -mesela büyük bir kalabalıkla Yıldız Sarayına gidip dilekçe vermek isteği gibi- girişmişler. Tebaası oldukları devlete karşı, emperyalist devletlere güvenmişlerdir. Ama sonu çok acı olmuştur. Bu çocukça oyunlar, 1890-1896 arası birçok günahsız kişilerin de canına mal olmuş, Türk-Ermeni ilişkileri de geniş ölçüde zedelenmiştir. 1896 tarihinde seçilen basiretli bir Patrik sayesinde, komitacılık eylemleri durulmuş, 1896-1908 arası nisbi bir huzur içinde geçmiştir.

“İşte 1915’in bu kısa hikayesi karşısında, emperyalizmin ağına düşerek acı bir sona sürüklenmiş arkadaşlarının durumundan ders alacak yerde bu kez başka bir emperyalizmin oyununa sürüklenmek niçin?”

Toprak reformu kanun taslağı için uzmanlığına başvuruldu

Kevork Acemoğlu aynı zamanda, hukukçu Tolga Şirin’in aktardığına göre, 1970’lerin başında toprak reformu kanunu taslağı için Aydın Aybay ve Ümit Doğanay ile birlikte uzmanlığına başvurulan üç isim arasındaydı.

Annesi mezun olduğu okulun müdürlerinden

Daron Acemoğlu’nun annesi İrma Acemoğlu ise öğretmenliğin yanı sıra şair ve edebiyatçı olarak da tanınıyordu.

İrma Acemoğlu, Daron Acemoğlu’nun de ilkokul ve ortaokul öğrenimini aldığı Kadıköy Aramyan Uncuyan Okulu’nun eski müdürlerindendi.

“Kevork Acemoğlu ve ben İrma”

İrma Acemoğlu, eşinin vefatından bir yıl sonra 1989’da Kevork Acemoğlu’nun hayatını ve çalışmalarını anlatan “Kevork Acemoğlu ve ben İrma” adlı kitabını yayımladı.

İrma Acemoğlu: “Hesaplaşacağız büyük olasılıkla bazılarıyla, helallaşacağız belki birileriyle…”

Kitabın başında İrma Acemoğlu tarafından yazılan “İlk Söz” başlıklı yazıda şu ifadeler yer alıyor:

“’Kevork Acemoğlu ve Ben İrma’ adlı bu kitapla ben; İrma Acemoğlu ilk kez Doç. Dr. Kevork Acemoğlu’nun karısı olarak, tüm başkaldırılarımla, çıkıyorum kamuoyunun karşısına…

Satırlarımla deneyeceğim girmeyi okurların gözbebeklerinden içeri, beyinlerinin en gizli parçacıklarına doğru… Böylece toprağı kazar gibi gerçekleri kazıp tanıyacağım onları, tanıtacağım da kendimizden birçok şeyi; tanışacağız kısaca. Hesaplaşacağız büyük olasılıkla bazılarıyla, helallaşacağız belki birileriyle…

Şu anda sanılabilir ki siz, okurlar bakıyorsunuz Kevork’un dört boyutunun büyülü ebrularını, menevişli ruhunun derinliklerini ve kendi iç dünyamı yansıttığım kitabımızın iki boyutlu sayfaları üzerine açık kalplilikle serdiğim yazılarıma… Oysa, ölmüş olsak bile, ölü başkalarının kör bir arininki gibi petekli olmadığını kim savunabilir ki?..

Kevork’un o sonsuz hoşgörüsünden, benim insan sevgimden arta kalan damlacıklarla dolacak satırlarımızı okuyan birileri, eminim sevgi dolu gözlerinin ışınlarıyla okşayacaktır bizleri. Bazıları, ola ki olayların dışında kaldıklarından şaşkın, birileri yüzleri kızarmış ya da pişman, öbürleri ise istediğini elde edenlerin yeni bir doyumunda bakıyor sanacaklardır kendilerine ve ikimize.

Yaşamımızın sonsuz olmayan göreceli zamanı geçecektir böylece. İnsanlar yine mutlu-mutsuz, zengin-fakir, güzel-çirkin, iyi-kötü olabileceklerdir. Biliyorum, bilinmez bir söz söylemedim, zaten bu kitapta bilinmezlerden söz etmek değil ki niyetim…”

Kevork Acemoğlu’nun “Kevork Acemoğlu ve ben İrma” kitabındaki bir fotoğrafı.

Agos gazetesi genel yayın yönetmeni Yetvart Danzikyan, X hesabından, İrma Acemoğlu’nun Ermenice yazılmış bir biyografisinde yer alan fotoğrafını paylaştı.

Eşi de MIT’de

Daron Acemoğlu’nun eşi Asuman Özdağlar da, Daron Acemoğlu gibi MIT’de (Massachusetts Institute of Technology) görev yapıyor. Asuman Özdağlar, Aralık 2017’de MIT’de Elektrik Mühendisliği ve Bilgisayar Bilimleri Bölümü Başkanlığı’na atandı.

Resim

Kayınpederi Yüce Divan’lık olup, milletvekilliği düşürülmüştü

Asuman Özdağlar’ın babası İsmail Özdağlar 1983 seçimlerinde ANAP’tan Manisa milletvekili seçilmiş ve Turgut Özal’ın başbakanlığa geldiği ilk hükümette devlet bakanı olarak görev almıştı.

İsmail Özdağlar.

İsmail Özdağlar, 5 Ocak 1985 günü bakanlıktan istifa etti ve aynı gün hakkında yolsuzluk iddiaları gündeme geldi. Özdağlar hakkında TBMM’de soruşturma komisyonu kuruldu. Özdağlar, rüşvet aldığı suçlaması için kendisine komplo kurulduğunu söyledi.

TBMM tarafından “rüşvet alma” suçlamasıyla Yüce Divan’a sevk edilen İsmail Özdağlar, Yüce Divan tarafından 14 Şubat 1986’da “görevini kötüye kullanmak” suçundan 2 yıl hapis ve 30 bin TL para cezasına çarptırdı. Özdağlar’ın milletvekilliği düşürüldü.

Resim
- Advertisment -