Önceki yazıda, Türkiye’de Amerikan karşıtlığını kendi siyasi çizgisinin hiç değişmeyecek ideolojik bir sabitesi ve hatta alâmet-i fârikası olarak sunan muhtelif pozisyonlardan siyasi hareketlerin (“Ulusalcılar, Kürtler, Kürtlerin legal-illegal siyasi hareketini destekleyen solcular ve nihayet muhafazakârlar”) bu iddialarının geçerli olmadığını öne sürmüştüm. İlk bakışta göründüğünün tersine ideolojik bir karşıtlık değildi bu; siyasal yarara bağlı olarak şaşırtıcı esnemeler gösterebilen, gündelik bir “karşıtlık”tan söz edilebilirdi ancak.
Geçen yazıda, Türkiye’de sırasıyla önce ulusalcıların anti-Amerikancılığının “error” verip fâş olduğunu, onları Kürt siyasetinin izlediğini, aynı şeyin şimdi de muhafazakâr siyasetin başına gelmekte olduğunu yazmış, bu bahsin “ulusalcılar” faslını ayrıntılandırmıştım. Şimdi sıra Kürt siyaseti ile muhafazakâr siyasette… Kronolojik gidelim ve Kürt siyasetinden başlayalım…
Dünya halklarının düşmanı, Kürtlerin dostu
Güçlü bir ulus-devlete karşı kimlik mücadelesi yürüten bütün ulus-altı siyasi güçler gibi, Kürt siyasi hareketi de küresel güç ABD ile ilişkilerinde her zaman pragmatist, uzlaşmacı bir damarı barındırdı. Fakat özellikle legal Kürt siyasi hareketi içinde anti-emperyalist, anti-Amerikan söylem her zaman başattı. Bu vurgu, Kürt siyasi hareketinin Türkiye solu ile birleşik hareketinin en net ifadesi olan Halkın Demokrasi Partisi’nin (HDP) kuruluşu ile birlikte daha da koyulaştı.
Fakat Suriye iç savaşının belirli bir noktasından itibaren Suriye’nin kuzeyinde, Türkiye’nin güneyinde ortaya çıkan fırsatlar ve bu doğrultuda ABD’nin PYD ve YPG ile yürüttüğü ittifak politikası, bu partideki anti-Amerikan havayı önemli ölçüde dağıttı. “Dünya halklarının baş düşmanı” ABD, çok değil bir yıl içinde Kürt halkının en yakın müttefiki ve koruyucusu pozisyonuna terfi etti. Nedeni açık: Çünkü Rojava’da Kürtlerin bir hayalinin gerçeğe dönüşme ihtimali belirdi ve Kürtler, ABD’nin desteği olmaksızın bunu başaramayacaklarını biliyorlardı.
Şu anda durum şöyle: ABD, literatürde “Dünya halklarının bir numaralı düşmanı” olmaya devam ediyor fakat ilginç bir biçimde, “Dünya halkları”nın bir parçasını teşkil eden Kürtlerin dostu! Tabii işin daha da ilginç kısmı şu: HDP içindeki solcular Türk solcusu kimlikleriyle eski “anti-Amerikan” söylemlerine devam ederlerken, HDP’li kimlikleriyle ABD’nin Suriyeli Kürtlerle birlikte hareket etmelerinde hiçbir problem görmüyorlar.
“Üst akıl” kılığındaki Amerika
“Anti-Amerikancılıkları ‘error’ veren siyasi hareketler”i kronolojik olarak sıralarken baştan beri “önce ulusalcılar, ardından Kürt siyaseti, en son da muhafazakâr siyaset” dedim ama şimdi, işin içine Refah Partisi’ni de (RP) kattığımızda, muhafazakâr siyasetin bu açıdan çok daha önce büyük bir tecrübe yaşadığını ilave etmek gereğini duyuyorum.
RP döneminde muhafazakâr siyaset şimdiki “üst akıl” formülasyonuna benzer biçimde Amerika’yı, “İslam’ın yükselen gücü Türkiye”yi ezmeyi stratejik bir hedef olarak önüne koyan ve bundan asla vazgeçmeyecek bir “şeytan ülke” olarak konumlandırıyordu.
RP’nin içinden çıkan Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti), birçok açıdan olduğu gibi Amerika ve Batı’ya karşı tutum açısından da RP ile taban tabana zıt bir çizgi izlemeye başladı.
AK Parti ile birlikte iki ülke arasında ideolojik bir bakışın egemen olmadığı; avantaj-dezavantaj, kazanç-kayıp ekseninde pragmatik bir bakışın hâkim olduğu yeni bir ilişki kuruldu. AK Parti tipik bir merkez partisi olarak ABD ile pragmatik ilişkiler geliştirdi, kâh birbirlerine yaklaştılar kâh uzaklaştılar. Son yıllarda işte bu ilişkiler gitti, yerine “üst akıl Amerika’nın kalûbelâdan beri değişmeyen ve sonsuza kadar değişmeyecek olan Türkiye düşmanı yaklaşımı” geliverdi.
Bu gelişme hiç kuşkusuz, AK Parti’nin yeniden daha ideolojik bir temele oturma süreciyle, “dava siyaseti”ne yönelmesiyle bağlantılı…
Yanlış anlaşılmasın, bu dönem boyunca AK Parti’nin “uslu çocuk” olduğunu, ABD’nin isteklerine karşı çıkmadığı için iki ülke arasında gerilim doğmadığını söylüyor değilim. İki ülke arasında her zaman olduğu gibi o zaman da çıkar çatışmaları vardı fakat AK Parti bunu hiçbir zaman kategorik bir karşıtlık olarak görmedi. Dolayısıyla sorunları çözmek için ideolojik ve hamasi bir dil yerine siyasi ve sakin bir dili yeğledi.
AK Parti: Nereden nereye?
Demek ki AK Parti de kendi içinde şöyle bir çizgi izlemiş: Önce RP çizgisinden uzaklaşmış ve Amerika karşısında mutlakçılıktan, ideolojik karşıtlıktan uzak, pragmatik bir pozisyon benimsemiş… Sonra, kabaca 2013’ten itibaren ideolojik karşıtlığın esrarengizliklerle, muammalarla, büyük tuzaklarla bezenerek daha da koyultulmuş bir versiyonu partiye ve partiyi destekleyen aydınlara egemen olmuş: “Üst akıl…”
Peki şimdi olan ne? Galiba şimdi yeniden “normal”e avdet ediliyor.
“Üst akıl”sız bir bardak suyun bile içilemediği, bu kavramı kullanmaksızın zinhar “yerli ve milli” olunamadığı bir zamanda, geçtiğimiz yılın yaz aylarında kaleme aldığım bir yazıda bu hamasetten geri dönülmek zorunda kalınacağını şöyle ifade etmiştim:
“Fakat hiç kuşkunuz olmasın: Zamanı geldiğinde bunların hepsi unutulur, ulusalcı siyasetin ve PKK temelli Kürt siyasetinin anti-Amerikancılğının ‘error’ verdiği anlara benzer anları AK Parti de yaşar. Bugünlerde ‘üst akıl’ kavramsallaştırması çerçevesinde ABD’yi ezelden ebede değişmeyecek bir ‘Türkiye düşmanı’ olarak kodlayanlar, o günler geldiğinde bakalım bu sözlerini nasıl te’vil edecekler…” (Serbestiyet, 13 Haziran 2016).
İşte o günler geldi ve ortalık eski “üst akıl” müelliflerinin “müttefikin geri dönüşü”nü selamlayan yazılarından geçilmiyor.
Benimki de soruymuş yani!