Esad ailesinin Suriye’de yarım asırdan fazla süren acımasız yönetimi 8 Aralık günü son buldu.
Esad’ın ülkeyi terk etmesiyle birlikte Suriye’nin sadece iç siyasi düzeni değil, jeopolitik kimliği de bir gecede değişti. Suriye artık İran’ın “direniş ekseninin” bir parçası ya da Rusya’nın Arap dünyasındaki müttefiklerinden biri değil.
Pek çok kişi bu önemli anın galiplerini ve mağluplarını ilan etmekle meşgul. Gelinen noktada mağlupların bir listesini çıkarmak nispeten kolay: rejimin kendisi, İran, Rusya ve Hizbullah maluplar arasında. Öte yandan, kazananların listesini çıkarmak o kadar kolay değil. Esad’ın düşüşü Türkiye’nin Suriye’deki ve daha geniş anlamda bölgesel etkisini ciddi ölçüde artırmış olsa da rejimi yerle bir eden kuvvet (Heyet Tahrir el-Şam) bir Türk proxy’si değil.
Ancak buna rağmen Türk hükümeti en zor zamanlarda Suriyeli muhalif gruplara desteğini sürdürdü. Tam da bu yüzden HTŞ üzerinde önemli bir etkiye ve HTŞ’nin kararlarını etkileme kabiliyetine sahip.
Bu kararlılık nihayetinde Esad’ın devrilmesiyle meyvelerini verdi ve bölgesel ölçekte çok önemli bir değişimin fitilini ateşledi. Yılların askeri-idari tecrübesi ve Türkiye’nin desteğiyle güçlenen muhalifler, Kuzey Suriye’de yönetim meselesine ilişkin ciddi bir vizyona sahip oldular.
Bu dönüşüm sadece Esad’ın devrilmesine yol açan operasyonun HTŞ tarafından sağlam bir şekilde yürütülmesinde değil, aynı zamanda operasyon sonrasında benimsenen disiplinli ve metodik yaklaşımda da kendini gösterdi. Bu gelişmeler Suriye muhalefetinin yönetme kapasitesinde önemli bir evrime işaret etmekte.
Ancak HTŞ ve diğer muhalif gruplar yakında yeni bir Suriye inşa etmenin rejimi devirmekten daha zahmetli ve zorlu bir iş olduğunu keşfedebilirler. Suriye’de neyin çöktüğünü biliyoruz ama ülkeyi neyin beklediğini hala bilmiyoruz. Ülkede daha fazla kan dökülmesini ve vekalet savaşlarını önlemek için Suriyeli, bölgesel ve de uluslararası aktörlerin ortak bir çaba göstermesi gerekiyor.
Bu çaba Şam’da mezhepçi olmayan geçici bir hükümetle ve siyasi süreci yeniden inşa etmeye yardımcı olacak yeni bir bölgesel ve uluslararası blokla başlamalıdır. Moskova ve Tahran’daki Esad yanlısı güç simsarlarının yerine Türkiye, Suriye’nin Arap komşuları, Katar ve Suudi Arabistan’ın yanı sıra Avrupa Birliği ve ABD’yi de içeren bir bloktan bahsetmekteyim.
Suriye’deki en büyük tehlikelerden biri, Libya’da olduğu gibi rejimin çöküşünün devletin çöküşüne dönüşmesi olacaktır. Böylesi bir çöküş sadece daha fazla kaosa ve ülke için karanlık bir geleceğe yol açacaktır. Bu nedenle Suriye devletinin kurum ve mekanizmalarının muhafaza edilmesi gerekmektedir.
Siyasi geçiş süreci ve hükümetin kurulması birbiriyle bağlantılı şeylerdir ancak birbirinden ayrılabilirler. Siyasi geçiş zorlu ve zaman alan bir süreçtir. Ancak temel hizmetlerin sağlanması, devlet kurumlarının korunması ve bir güç boşluğu nedeniyle olası bir kaosun ortaya çıkmasının önlenmesi için derhal yeni bir geçici hükümete ihtiyaç vardır.
Bu bağlamda, HTŞ’nin kısa süre önce Esad döneminden kalma bakanlarla ortak kabine toplantısı yapma kararı alması, geçiş sürecine bağlılığa işaret etmektedir ve umut verici bir gelişme olarak yorumlanabilir.
Suriye’de istikrarın sağlanması sadece yerel değil aynı zamanda bölgesel bir zorunluluktur.
Şam’ın düşmesinden sadece bir gün sonra geçici bir hükümet kurmakla görevli bir başbakanın atanması doğru yönde atılmış bir adımdır. Şamın devrilmesine öncülük eden muhalif grup HTŞ, siyasi geçiş sürecinde ve hükümetin kurulmasında önemli bir söz sahibi olacak. Ancak toplumsal meşruiyet ve uluslararası ölçekte onay kazanmak için bu yeni hükümetin kapsayıcı olması ve ülkedeki kültürel çeşitliliği unutmaması gerekiyor. Ayrıca yeni hükümetin, HTŞ’nin daha önce İdlib’de hayata geçirdiği “kurtuluş hükümeti” tarzı bir şey olmaması gerektiği de ortada.
Benzer şekilde, bir çatışma ortamı içerisinde ortaya çıkan hoşnutsuzluklar genellikle milisleri, şiddeti ve radikalizmi üretir. Bilhassa bu hoşnutsuzluklar kimlik temelli nedenlere dayanıyorsa bu durumlar ortaya çıkabilmekte. Suriye’nin kapı komşusu Irak bunun ders kitabı niteliğinde bir örneğidir. Saddam Hüseyin’in Sünni rejiminin 2003 yılında devrilmesi, Bağdat’ta Şiiler ve Kürtler tarafından yönetilen yeni bir güç yapılanmasının ortaya çıkmasına neden oldu. Sünni topluluğuna yönelik bu dışlama ve kin, Irak’ta El Kaide’nin ortaya çıkışından IŞİD’e kadar Irağı da aşan aşırılıkçı dalgaları körükledi.
Suriye’de de böyle bir ihtimali bertaraf etmek için Alevi yahut Şii toplulukların ötekileştirilmemesi ya da kriminalize edilmemesi gerekir. Suriye’deki farklı toplumsal gruplar arasında ortaya çıkabilecek öfkenin önlenmesi sadece Şam’da düzenli bir siyasi geçiş ve daha meşru bir hükümet kurmak için değil, aynı zamanda İran’ın Suriye’deki etkisini engellemek için de çok önemlidir.
Bölgesel ve uluslararası düzeyde, Türkiye, Rusya ve İran’ın öncülük ettiği Astana süreci Suriye’deki çatışmanın gidişatını büyük ölçüde belirledi: BM öncülüğündeki Cenevre sürecinden ziyade 2016’daki Astana süreci bu çatışmaların gidişatını belirleme konusunda kritik faktör oldu.
Astana bir yandan Ankara, Moskova ve Tahran’ın Suriye’deki çıkarlarını yönetmelerine yardımcı olurken, bir yandan da siyasi bir geçişi hızlandırıp kolaylaştırmak yerine çatışmaları duraksatma konusunda etkili oldu.
Ancak Astana süreci artık miadını doldurdu; zira Astana’nın başlıca iki üyesi artık var olmayan bir rejimi destekliyor ve ülkedeki varlıkları önemli ölçüde azalmış durumda. Başka bir deyişle, Moskova ve Tahran’ın artık Suriye’nin geleceğinde önemli bir rol oynamaya ne mecalleri ne de meşruiyetleri var. Kısa vadede Rusya Suriye’deki gelişmeler üzerinde bir dereceye kadar etkisini sürdürebilir ancak bu etki sallantılı bir zeminde olacaktır. İran’ın konumu ise daha da sallantılı ve istikrarsız.
Astana üçlüsü bir süre için bu platformu tutmak isteyebilir. Bilhassa Türkiye, Esad’ın devrilmesinden dolayı Tahran ve Moskova’nın hoşnutsuzluklarını kısmen yönetmek için Astana’nın sürmesini isteyebilir. Ancak bu platform, iç siyasi geçiş ve sürece ilişkin tartışma ve uzlaşı için uygun değildir.
Siyasi bir geçiş için masanın etrafında farklı aktörlerin bulunması gerekecektir. Yeni platformun Suriye’nin kilit komşularını içermesi ve Arap öncülüğünde (Arab ownership) ilerlemesi gerekiyor. Irak, Ürdün, Katar ve Suudi Arabistan bu bloğa katılmak için uygun konumdadır.
Bu dört ülkenin katılımı iki nedenden ötürü hayati önem taşıyor. Birincisi, Astana üçlüsü Arap olmayan devletlerden oluşuyordu. Suriye Arapların çoğunlukta olduğu bir devlet olduğu için, yeni platformun Arap öncülüğüne ve etkinliğine sahip olması gerekiyor. İkincisi, Suriye’de yaşananları izleyen bölgesel Arap otokratları muhtemelen dehşete düşmüşlerdir. Bağlamsal farklılıklara rağmen Arap ayaklanmalarının iki temel özelliğinin Suriye’de de mevcut olduğunu görüyorlar: rejimin devrilmesi ve ana kahramanların İslamcılar olması. Bu durum bu devletlerde kendi rejimlerinin güvenliği konusunda paranoyaları ve korkuları tetikleyecektir.
Türkiye ve Suriyeli muhalif gruplar, bu liderlerin endişelerini gidermeyi ve onları böyle kapsayıcı bir bölgesel platformun parçası haline getirerek Şam’da düzenli bir siyasi geçiş için daha fazla işbirliği yapmaya teşvik etmelidir. Benzer şekilde, AB ve ABD de Arap devletlerini bu siyasi geçiş sürecinde yıkıcı bir rol değil, işbirlikçi bir rol üstlenmeleri konusunda teşvik etmelidir.
Bölgesel bir uzlaşı olmadığı takdirde, 2010’ların başındaki Arap Baharı ayaklanmalarından sonra olduğu gibi, her türlü demokratik siyasi geçişi baltalamaya çalışacak geniş bir Arap devletleri koalisyonunun ortaya çıkması muhtemeldir. Mısır’da Körfez tarafından tasarlanan darbe bunun bir örneğidir. İyi bir biçimde yönetilmediği takdirde, İran ve birçok Arap devletinin Şam’daki yeni düzene benzer şekilde karşı çıktığını görmek sürpriz olmayacaktır.
Suriye, Türkiye ile Arap devletleri ve İran ile Körfez ülkeleri arasında son yıllarda ortaya çıkan bölgesel normalleşme süreci için bir test haline gelebilir. Suriye’deki geçiş süreci, devam etmekte olan bölgesel normalleşme sürecini baltalamak yerine desteklemelidir.
Son olarak AB, Suriye’deki dönüşüme seyirci kalmamalı ya da kayıtsız kalmamalıdır. HTŞ, muhalif gruplar ve Türkiye başta olmak üzere kilit bölgesel aktörlerle erkenden ilişki kurmak, geçiş sürecine yardımcı olmak için elzemdir. AB, yardım ve yeniden yapılandırma teşvikleri yoluyla düzenli bir geçişi teşvik etmelidir.
Bunun gerçekleşmesi için birçok aktöre sorumluluk düşüyor: Türkiye, AB, ABD ve kilit Arap devletleri siyasi geçiş, yeniden inşa ve yeniden yapılandırma konusunda düzenli diyaloglar yürütmelidir.
Çoğu zaman, pek çok kişinin “yeni gerçeklik” olarak adlandırdığı şey sadece bir anlık görüntüden ibarettir. Şam’da yaşananlar daha kaotik bir duruma yol açabileceği gibi, gerçek bir meşruiyete sahip yeni bir hükümet de yaratabilir.
Suriye, Arap devletleri ve uluslararası aktörler arasındaki yakın işbirliği, kaotik bir durumu önlemek ve Şam’da meşru bir hükümetin kurulmasına olanak sağlamak için elzemdir
Bu bir dönüm noktasıdır. ABD’nin 2003 yılında Irak’ı işgali eski Orta Doğu’yu yıkmış, ardından İran ve bölgesel ekseni yükselişe geçmiş ve Arap güçleri geri çekilmişti. 2011’deki Arap Baharı ayaklanmaları bu eski bölgesel düzenin içini daha da boşalttı. Buna karşın, İsrail-Hamas savaşının başlaması ve Esad’ın düşmesinin ardından İran ve bölgesel ağı (network) gerilemekte ve güç dengesi önemli ölçüde değişmektedir.
Sözün özü, Suriye etrafında bir uzlaşı sağlanması yeni bir bölgesel düzenin temelini oluşturabilir.
Yazar: Galip Dalay
Çeviri: Hasan Ayer
Kaynak: https://foreignpolicy.com/2024/12/13/syria-assad-regional-order-turkey-gulf/