Ana SayfaGene salgın (1) dünya hakkında bazı ek gözlem ve düşünceler

Gene salgın (1) dünya hakkında bazı ek gözlem ve düşünceler

 

[2 Mayıs 2020] Hayatın yeknesaklaşması çok sıkıcı. Normalde, günlük yaşantımızda çalışma, ve eğlenme; ciddî ve gayri ciddî işler; (ister öğrenciler ister hocalar için) dersler ve ders dışı faaliyet; spor ve dinlenme; yoğunlaşma ve gevşeme; yalnızlığa çekilme ve başka insanlarla birlikte olma… sürekli içiçe geçer. Varoluşumuza zenginlik kazandırır. Değişikliklerle soluklanırız.

 

Şimdi ise birçoğu yok bunların. Sorun sadece sokağa çıkma yasağı değil. 65 yaş üstü veya hafta sonu kısıtlamaları olmadan da, haftada 15 saatim sınıfta ama geri kalan vaktimin büyük kısmı gene bilgisayar başında geçiyordu. Lâkin şöyle bir fark vardı: bir, mecbur değildim; iki, ekranda da gezebiliyordum çeşitli âlemleri. Çünkü yeryüzü ve insanlık bu kadar tekdüzeleşmemiş, grileşmemişti. Bir saat tek bir şeye, diyelim bir yazıya ve belirli bir düşünce akışına konsantre olduktan sonra, beş dakika ara verip haberlere bakabiliyordum örneğin. Ya da biraz spor veya bir doğa belgeseli izleyebiliyordum, kafamı kısmen boşaltmak için. Oysa şimdi hepsi imkânsız hale geldi. Siyaset çok azaldı ve daraldı; iktidar bile daha neyi yasaklayacağını veya kiminle kavga edeceğini saptamakta zorlanıyor. Spor tümüyle yokoldu. Hep aynı aslan veya sırtlan veya fil sürüsünün — ya da leopar veya çita yavrularının — serüvenlerini de 15’inci defa izlemekten bıktım (daha 10 saniye içinde anlıyorum hangisi olduğunu). Geriye korona ve korona ve korona kalıyor.

 

Öyleyse buyurun. (1) Dünyada durum çok kötü. En ufak bir yavaşlama belirtisi yok. Olamaz da, (a) aşısı bulunmadan; (b) ilâç tedavisi geliştirilmeden. Bu iki tâyin edici tıbbî müdahalenin yokluğunuda, işimiz aslen idarî önlemlere: yasaklara, karantinalara, izolasyona, sosyal mesafenin muhafazasına kalmış bulunuyor. Onlar da ancak bir yere kadar etkili. Toplam vaka sayısı bu sabah 3.4 milyonu geçti. 23 Nisan’dan bu yana, günlük yeni vaka ve ölüm sayıları şöyle:

 

Tarih                           Yeni vaka                   Yeni ölüm

 

23 Nisan                     80,159                        6,606

24 Nisan                     87,055                        6,781

25 Nisan                   106,255                        6,291

26 Nisan                     90,088                        5,955

27 Nisan                     72,638                        3,714

28 Nisan                     70,021                        4,637

29 Nisan                     73,745                        6,366

30 Nisan                     82,130                       10,227

1 Mayıs                       87,248                        5,888

2 Mayıs                       93,133                       11,371

 

Başka bir deyişle, her iki seride de hiçbir istikrarlı azalma gözlenmiyor. Günlük iniş çıkışlar son derece rastgele (random). Düşüş anlamına gelebilecek hiçbir gelişme yok. Kimse de öyle bir iddiada bulunmuyor. Faraza yukarıdaki 27 Nisan verileri hiçbir uzmanı heyecanlandırmıyor, çünkü biliyorlar bunların geçici dalgalanmalar olduğunu. Çeşitli gösterge veya katsayıların sadece ikisinde, çok ufak oynamalar var. Sonuçlanmış vakalar içinde, iyileşme – ölüm yüzdeleri 88/12 ile başlayıp adım adım 79/21’e varmıştı. Şimdi oradan 80/20, 81/19 ve 82/18’e indi. Aktif vakalar içinde ise hafif/ağır yüzdeleri 95/5, 96/4, 97/3 ve şimdi 98/2 yönünde gelişti. Ama bunlar bile çok öne çıkarılan ve davulu çalınan gelişmeler değil. Bu sâkin karamsarlık, Türkiye’deki günübirlik heyecanların açığa vurduğu istatistikî cehalet ile tezat teşkil ediyor.

 

(2) Gerçek vaka sayısı bu mu? Ya da hangi düzeyde? Şurası çok âşikâr ki gerek tek tek ülkeler, gerekse bütün dünya için vaka ve ölüm sayıları korkutucu bir gerçekliğin sadece sathını kazıyor. Zira test ve kayıt uygulamaları hem çok farklı, hem çok sınırlı. Örneğin Japonya, hafif gördüğü vakalarla hemen hiç ilgilenmiyor. Hastaneye başvuranları dahi test bile yapmaksızın geri gönderiyor. İngiltere, Boris Johnson’ın ihmalleri ve kalın kafalılığı yüzünden, uzun süre hastalığı kendi seyrine bıraktı; umudunu zamanla “sürü bağışıklığı”nın oluşmasına bağladı. Oysa Ulusal Sağlık Hizmetleri’nin (NHS) en üst tıp direktörü Prof. Stephen Powis, daha 28 Mart’ta “ölümleri 20,000’in altında tuttabilirsek büyük başarı sayılmalı” demişti. O sırada İngiltere’de pozitif çıkan test sayısı 17,089 ve ölüm sayısı da 1,019’du — ama Powis en az 20,000 ölümden söz edebiliyordu. Neyi biliyordu, hangi yetersizliği farkediyordu da böyle konuşuyordu acaba? İngiliz hükümetinin çok sonra aklı başına geldi ve şimdi, daha yeni “günde 100,000 test” hedefine ulaşmayı kutluyorlar. Ama atı alan Üsküdar’ı geçti ve kaybettikleri haftalarda İngiltere tırmandı, tırmandı; toplam vaka sayısında dünyada 4. (an itibariyle 177,454) ve toplam ölüm sayısında dünyada 3. sıraya (an itibariyle 27,510) yerleşti. Powis’in umudu da politikacıların aptallığı karşısında çok fazla iyimser kaldı.  

 

Bu ölüm sayısı, başka bir açıdan da bir facia. İngiltere sadece hastanelerdeki ölümleri kaydediyordu, COVID-19 ölümleri diye. Yaşlılar için bakım veya huzur evlerindeki (care homes) ölümleri dahi katmıyordu pandemi ölümlerine. Bundan birkaç gün önce, haydi bu bakım evlerindeki ölümleri de katalım dediler. Bu yüzden küt diye 4,419 “ek ölüm” daha geldi ve bunlar önceki günlere-haftalara yedirilmeden önce toplam ölüm sayısı 29 Nisan’da ansızın 26,097’ye fırladı.

 

(3) ABD’de test sayıları ve Paul Romer’in önerisi. Kıssadan hisse: derin realite, resmî rakamlardan çok farklı. Sathın altında, gerek vaka ve gerekse ölüm sayıları bakımından muazzam bir “yeraltı denizi” saklanıyor. Testler bu gizli okyanusun ancak küçük bir kısmına ulaşıyor. 328 milyonluk ABD’de, örneğin, vaka sayısı 1.1 milyonu, ölüm sayısı 65,000’i geçti (ki Amerika’nın Vietnam Savaşı’nın tamamındaki kayıplarını çok aşıyor). Ama bu veriler muhtemelen gerçek sayıları çok yetersiz biçimde yansıtıyor.

 

Hal böyleyken, artık dengesiz ve çocuksu çığırtkanlığını çok yakından tanıdığımız Donald Trump, ABD’nin artık günde 100,000 test yapıyor olmasıyla övünüyor. Bu miktar yeterli mi? Birkaç gün önce BBC’de Paul Romer’i izledim. Sırasıyla Rochester, Stanford, Kaliforniya-Berkeley, Chicago ve New York üniversitelerinde ekonomi profesörüydü. Ekim 2016’da NYU’dan izin alıp Dünya Bankası’nın baş iktisatçısı (Chief Economist) ve en kıdemli başkan yardımcısı (Senior Vice President) oldu. Bu görevdeyken, 12 Ocak 2018’de Wall Street Journal’a verdiği bir mülâkatta, Şili’nin sosyalist Cumhurbaşkanı Michelle Bachelet döneminde Şili’nin “iş ve yatırım kolaylığı” notunun Dünya Bankası’nca politik nedenlerle düşürülmüş olabileceğini imâ etti. Patırtı koptu ve 24 Ocak’ta istifa etti. Öte yandan aynı yıl, endojen büyüme teorisine katkıları ve teknolojik yenilikleri uzun vâdeli makroekonomik analizlere katması nedeniyle (William Nordhaus ile birlikte) Nobel Ekonomi Ödülü’nü aldı.

 

İşte bu Paul Romer’di, geçen akşam BBC’ye bağlanan. BBC programcıları, krizden nasıl çıkılacağını ve ekonomik canlanma açısından ne gibi önlemler alınması, nasıl politikalar izlenmesi gerektiğini konuşmak istiyordu. Ekrana gelen Romer’e sordular, ne diyorsunuz diye. İlk bakışta hiç “ekonomik” gözükmeyen bir şey söyledi. “Korku” dedi (fear). Korkunun sona ermesi gerekir. Yani insanlar işe, şirkete, toplantıya vb gittiklerinde enfekte olmaktan korkuyorsa, hiçbir makroekonomik önlem, hiçbir stimüle edici malî (fiscal) veya parasal (monetary) politika fayda etmez. Önce korkuyu, onun için de salgını altetmeniz gerekir. Peki, dediler, korku nasıl altedilir o zaman? İşte o noktada Paul Romer çok ilginç bir şey söyledi. Bırakın bu 100,000 test vb lâflarını demeye getirdi. Amerika’ya günde 22 milyon test gerekir. Çünkü ancak bu takdirde, herkesi 15 günde bir yeniden test edebilir ve salgının belini kırdığınızdan emin olabilirsiniz. Biraz yutkundu, iki BBC programcısı. Nasıl yani, dediler, bu mümkün olabilir mi? Mümkün, dedi Romer: bedelini öderseniz pekâlâ yapılabilir (if you pay for it). Amerika’da günde 200 milyon teneke sodalı içecek üretiliyor. Üretiliebiliyor. Neden? Parası ödendiği için. Eh, parasını öderseniz, 22 milyon test de yapılabilir.

 

Aklıma üç şey geldi bunları dinlerken. Birincisi, kapitalizmin miyopluğu, çıkmazları, çelişkileri. İkincisi, tam bir ay önce, Türkiye’yi gözeterek yazdığım şu paragraf: “Koronavirüs salgınıyla, ikircikli ve yarım yamalak, “hem o hem o” ya da “ne yardan geçerim ne serden” tavırlarıyla baş edilemez. “Gücümüzün bir kısmını salgınla mücadeleye hasredelim, ama tamamını değil, çünkü ekonomiyi de kollamamız lâzım.” Hayır, bu olanaksız. Hele Türkiye gibi çok da zengin olmayan bir ülkede, tümüyle olanaksız. İktidar uygulamada tekçi ve tekelci, ama düşünüşünde ve krizi algılayışında dağınık. Önce salgın, sonra ekonomi. Ekonomi zaten bütün dünyada krize girecek ve giriyor. Kaçınılmaz. Ancak olanca gücünle yüklenirsen epideminin belini kırabilir ve belki ondan sonra ekonomiyle uğraşabilirsin. İki cami arasında bî-namaz kalırsan, ikisini de yapamazsın. Ekonomiyi kurtaracağım diye çok kesin ve konsantre politikalar gütmezsen, bitiremezsin bu salgını. Uzar gider, yerleşir, endemik hale gelir, sonra hiç hakkından gelemezsin. Her şeyi olabilecek en kötü biçimde aşağı çeker. Ekonomiyi ve siyaseti düze çıkarmak da asıl o zaman hayal olur.”

(“Trump bile anladı”; 2 Nisan 2020).

 

Üçüncüsü… şeyy… yani nasıl desem? Paul Romer’in 328 milyon nüfuslu ABD için günde 22 milyon test ölçütü, 80 küsur milyon nüfuslu Türkiye için günde 5 milyon test demek. Oysa Türkiye halen günde maksimum 43 bin testle idare ediyor. Aklıma takıldı. Belirteyim dedim.

 

 

 

- Advertisment -