Halil Berktay

Solun Kültür Serüveni 22 | Halil Berktay: Üçüncü büyük soru: Nereye gidiyor(du)? Savaşa mı, barışa mı?

Lenin hem, emperyalistler-arası çelişmeler uzlaştırılamayacağı; yeryüzünün teritoryal paylaşımı bir kere tamamlandıktan sonra bu paylaşımın ancak savaş yoluyla değiştirilebileceği gerekçesiyle, savaş kaçınılmaz gözüyle bakıyor. Hem de içten içe, savaşın (yol açacağı insanî felâket bir yana, ki Lenin pek aldırmıyor böyle acılara) küçük, sert, sıkı ve illegal Bolşevikler için tarihî bir fırsat olabileceğini düşünüyor. Her iki açıdan da hedefi 12’den vuruyor. Hem savaş çıkıyor. Hem de savaş devrime yol açıyor.

Solun Kültür Serüveni 21a | Halil Berktay: Ne yapıyordum? Nasıl bir sol? Nerede kalmıştık? Bu uzun argümanın neresindeyim?

19. ve 20. yüzyılların bu sol kültüre hayat veren büyük dâvâları geride kaldı. Fransız Devrimi yok. Marksizm yok. Ekim Devrimi ve Sovyetler yok. Kemalizm yok. Faşizm ve Nazizm yok. Dekolonizasyon yok. Vietnam ve Cezayir yok. Örgütsel devamlılıklar kalmadı. Tarihsel partilerin sadece karikatürleri kaldı. Eski sloganlar ve mücadele biçimleri de yitirdi çekiciliğini. Şimdi yeni meseleleriyle yeni bir dünya var. Yeni kitleler, yeni nesiller var. Yeni dâvâlar için, yeni tarz çabalar gösterilmeli. Bunun için de yeni bir sol gerekli.

Solun Kültür Serüveni 21 | Halil Berktay: İkinci Soru; Lenin’in Özcü, İndirgemeci Mübalağası ve Sonuçları

1870’lerden itibaren yükselen ve 1914 öncesinde doruğuna ulaşan Yeni Emperyalizm olayı, demiştim, zamanında bütün dikkatleri üzerinde topladı. Büyük bazı soru ve tartışmaları beraberinde getirdi. Bunlardan ikincisi ve herhalde en önemlisi, neden olduğuydu.

(7a) Ekim Devrimi ve Millî Mücadele (doğudan kuşatılamamak)

Bir zamanlar bir “Millî Mücadele’de Sovyet yardımı” tartışması vardı. Aldı almadı, çoktu azdı, önemliydi önemsizdi. Bir bağlamı, solun Kemalizm ile Marksist anti-emperyalizmi olabildiğince birbirine yaklaştırma, örtüştürme çabasıydı. Bir diğer bağlamı, Soğuk Savaş kutuplaşmalarıydı. Klasik sol, Sovyet yardımını vurgular, İstiklâl Harbi’nin kazanılmasındaki rolünün altını çizerdi. Keşke Lenin-Atatürk dostluğu sürseydi (ve bir tür “burjuva demokratik devrimi” olarak Kemalist Devrim daha fazla derinleşip ilerleseydi) fikrini işlerdi. Klasik sağ ise buna karşı Sovyet hegemonyacılığını, komünizmin kötülüğünü ve Stalin’in 1945-1953 arasındaki toprak taleplerini vurgulardı.

“Gençliğin İcadı” (Hz Ayşe tartışmasına bir not)

Bilim uçsuz bucaksız. İnsan hayatı kısa. Herkes başarı uğruna uzmanlaşmaya çalışıyor. Yani entegrasyon çok zor. Ama çok da gerekli. “Büyük Resmi” görmemizi sağlıyor. Diyelim bir yerde, şu veya bu konuda bir tartışma başgösteriyor. O alanın kendi birikimi ve geleneği içinde konuşuluyor. Oysa bitişik bir alanda, meselenin özüyle ilgili başka bir birikim var. İkisini buluşturmak, disiplinler-arası farkındalıklara bağlı. Anlatacağım örnekte, Tarih, Felsefe ve İslâmî İlimler birbirini besleyebiliyor.

Solun Kültür Serüveni 20 | Halil Berktay: İyi mi, kötü mü (ve kimin için)?

Avrupa-merkezci vizyon, “bu ilkeller,” diyor, yani “vahşet” veya “barbarlık” aşamasında olanlar, binyıllar boyu geçememişler uygarlığa. Şimdi “biz Batılılar” geliyoruz ve kendi kapasiteleri içinde yer almayan bir medeniyet sunuyoruz onlara. Sosyalistlerin önemli bir bölümü için de geçerli bu argümanlar. Marx ve Engels dahil. Fakat İkinci Enternasyonalin sol kanadındaki radikaller ayrılıyor diğerlerinden. “Medeniyet misyonu” apolojisini reddediyor; kapitalizme karşıtlıklarını emperyalizme karşıtlık pozisyonuna taşıyor; doğrudan doğruya haksız, adaletsiz diye, kimsenin başka ülkeleri sömürge edinmeye, başka halkları boyunduruk altına alma hakkı olmamalı diye, emperyalizmin içerdiği zulüm ve sömürüye cepheden karşı çıkıyorlar.

(7) Bizim Raçovlarımız: Çolak, Topal, Yahya, Demirci

Bu, akademik bir makale olsa, bilimsel bir dergide yayınlanması için, günümüzün icapları gereği en başa koyacağım anahtar sözcükler: Eşkıya. Özel şiddet unsurları. Terör örgütleri. Kuvayı milliyeler. Vatanî vazifeler. Bidayet infazcıları. İstinaf infazcıları. Yüksek himayeciler. Tapılan kişiler. Meşru şiddet tekeli. Modern devletler.

Solun Kültür Serüveni 19 | Halil Berktay: Olgudan Teoriye: Sorular ve Cevaplar

Yeni Emperyalizm, kitlesel medya çağında, gelişmiş ülkelerdeki kamuoyunun gözleri önünde cereyan etti. Özellikle Afrika’nın kapışılmasındaki (scramble for Africa) her yeni adım, İngiliz, Fransız, Alman ve İtalyan gazetelerine günü gününe yansıdı. Seyirlik bir spora dönüştü; hayli isterik bir taraftarlığı, takım tutma psikolojisini besledi; emperyalizmi duygusallaştırdı; Birinci Dünya Savaşı felâketine sürüklenişi kolaylaştıran emperyal milliyetçilikleri yarattı ve popüler kıldı.

Solun Kültür Serüveni 18 | Halil Berktay: “Buhar ve Çelik” ve Modern Emperyalizm

1875-1914 arasının Yeni Emperyalizmi. Tarihçiler böyle adlandırıyor. Batı ile Doğu arasındaki askerî güç dengesizliği maksimum noktasında. Zırha bürünmüş o nâmerd eller (drednotlar, Çanakkale). Biraz genellenmiş hali: Garbın âfâkını sarmış çelik zırhlı duvar (İstiklâl Marşı). Müthiş bir yarış başlıyor, başta Afrika’nın içleri, yeryüzünün paylaşılmasını tamamlamak için. 1900’e gelindiğinde, sahipsiz toprak yok artık. Olgu işte bu. Beraberinde teoriyi getiriyor. Tartışmaları, açıklama çabalarını, emperyalizm teorilerini getiriyor.

(6) Hamas’ın Raçov’u, Apo’su: Yahya Sinwar

PKK, henüz Apocular olarak bilindiği 1970’ların sonları ile 1980’lerin başlarında, doğrudan devlete karşı değil, önce diğer sol gruplara karşı harekete geçti. Bölgesinde şiddete dayalı bir hegemonya kurdu. Abdullah Öcalan aynı kanlı yöntemleri örgüt içinde de kullanıp mutlak itaat ve sadakat sağladı. Kendi kültünü inşa etti. Küçük bir Stalin oldu. Kürt siyaseti bir türlü nüfuzundan, etkisinden çıkamıyor. Öte yandan, IMRO komitacılarından HPG gerillalarına, oradan Hamas’a, bütün bir gelenek ve zihniyet uzanıyor.

Solun Kültür Serüveni 17 | Halil Berktay: İmparatorluklar ve Avadanlıkları

Osmanlı İmparatorluğu, Batı cephesindeki en geniş noktasına ulaştığında, ordu-yu hümayun günde ortalama 15 km katederek, İstanbul’dan iki ayda Belgrad’a, oradan bir ayda Budapeşte’ye, oradan da iki haftada Viyana’ya varır. Toplam üç ay eder. Nisan-Mayıs-Haziran gidiş, Temmuz-Ağustos-Eylül dönüş olsa, ikisinin arasında ne kadar kalabilir Nemçe diyarında? Habsburglar ortaya çıkar da savaşmayı kabul ederse, bir veya birkaç kesin sonuçlu imha muharebesi yapıp kazanmanın fırsat penceresi iki üç haftadan ibaret demektir. Osmanlının efektif eylem yarıçapı veya erişim limiti böyle belirlenir. Emperyal paradoks: geleneksel kara imparatorlukları ne kadar büyürse, büyüme hızları o kadar yavaşlar.

(5) Raçov, Pançe, Sandre

Vırhovist Bulgar kralcı-milliyetçilerinin, göz diktikleri, sahip çıktıkları alanda hiçbir farklılığa tahammülü yoktur. Göz açtırmazlar değişik dünya görüşlerine, politik çizgilere. Peki ya Türk milliyetçileri? Benzer durumlarda üstün ırkî özelliklerimize, fıtrî hasletlerimize uygun bir şefkat, merhamet ve asaletle mi davranırlar?

Solun Kültür Serüveni 16 | Halil Berktay: Emperyalizm ve İmparatorluk

Emperyalizm (= imparatorlukçuluk) politika, imparatorluk sonuç. Akkad’ın da kendi emperyalist politikaları var, Ahamenidlerin de, Roma’nın da, Çin’de 960-1279 Song hanedanının da. Ve tabii Osmanlıların da. Benmerkezci, kaskatı, önü ilikli bir sofuluk görmemizi engelliyor bunu. Hem imparatorluğumuzu çok seviyor ve yüceltiyoruz, hem de emperyalizmi reddediyoruz. Oysa Halil İnalcık çok rahat bu konuda. Donald Quataert’le birlikte, çok-yazarlı, tuğla gibi bir cilt yayınladılar 1994’te Cambridge University Press’ten: The Economic and Social History of the Ottoman Empire (Türkçesi Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi). İçinde İnalcık’ın da kendi 400 sayfalık katkısı var, 1300-1600 arası için. Benim çevirmemi istedi ve çevirdim. Kim, ne kadar dikkatle okuyor, bilmiyorum. Ama “Osmanlı askerî emperyalizmi”nden gayet normal ve doğal bir şekilde söz ediyor İnalcık.

Solun Kültür Serüveni 15a | Halil Berktay: İktidar Ahlâksızlaşması

Lütfen büyük liberal düşünürleri (ve tarihçileri) küçümsemeyelim. Lord Acton (1834-1902, yukarıda sağda; soldakini zaten tanıyorsunuz) daha 1887’de söylemişti canalıcı fikri: “İktidar yozlaştırır; mutlak iktidar mutlak surette yozlaştırır” (Power tends to corrupt, and absolute power corrupts absolutely).

(4) Kürtler mi, Lâzlar mı? (Bir Ahmed Arif fıkrası)

Akademik teori ile halk kültürünün buluşması ilginç olabiliyor. Hapishaneden bir mektubunda Nâzım, şöyle yazar karısı Piraye’ye (hayat ve ölüm diyalektiği hakkında): “Bilmiyorum, neden / aklımda hep / ilkönce senden duyduğum / Çankırılı bir cümle var: / Pamukladı mıydı kavaklar / kiraz gelir ardından.” Ben de ne zaman bu modern devletin doğuşu ve rakip şiddet odaklarını (kuvayı milliyeler dahil) ezip yok etmesi konusuna girsem, ilk Ahmed Arif’ten duyduğum bir fıkrayı hatırlarım.

Solun Kültür Serüveni 15 | Halil Berktay: Klasik Marksizmden Geriye Ne Kaldı?

Terazinin olumlu kefesinde, bir kere halkçılık var: aşağıdancılık; ezilenlerden, yoksullardan, emekten ve emekçilerden yana olmak. Gene de, güçlü bir adalet ve hakkaniyet hissiyatı kuvvetle mevcut. Terazinin olumsuz kefesine geçeyim; Sistemik sektarizm. Monistlik(tekçilik) ve mutlakçılık. Çatışmacılık, devrimcilikten kolayca darbeciliğe kayabilen bir devirmecilik. Normal siyasette zaaf. İttifaklar karşısında tereddüt, komplo teorilerine yatkınlık Dolayısıyla hep, şu veya bu Red Cephesi. Yetmezcilik. Yetmez, dolayısıyla hayır. Siyasetin, hattâ hayatın kendisinin Yetmez Ama Evet’lerle ilerlediğini anlayamamak. Hepsinin önünde, arkasında, sağında, solunda: bilimselliğin bilimcilik türevi. Buradan, (elitizmle elele) din korkusu (hele, Reformasyon benzeri bir tecrübenin yaşanmadığı, dinin siyasî iddiasının sürdüğü İslâmî bir toplumda). Gene buradan, kibir. Hep haklılık; dünyanın, kâinatın sırrı bizde, yenilmiş olsak da. Mağduriyet ve haklılık. Nostalji ve haklılık.

(3) Eşkiyadan, kuvayı milliyelere

Bu yazı, Solun Kültür Serüveni başlıklı YouTube çekimleri (ve yazılı giriş notları) dizimin bir parçası değil. (1) Yeryüzünün bütün kuvayı milliyeleri’nden (30 Nisan) ve (2) Devrimci acımasızlık: Lenin’in “asın” emri’nden (7 Mayıs) devam ediyorum. Çıkış noktam, Hamas tartışması. Terör örgütü mü, millî kurtuluş örgütü mü? Bunun yanlış bir ikilem olduğu kanısındayım. O da bir kuvayı milliyedir demek, meseleyi hallediyor mu? Kendince, kendi tabanı ve ideolojisi nezdinde kuvayı milliye olmayan, kim var? Kaldı ki, millî kurtuluşçu olunca, temiz, günahsız, her türlü eleştiriden münezzeh mi olunuyor?

Solun Kültür Serüveni 14b | Halil Berktay: Çatışmacılık, Demokrasisizlik, Sınıfçılık, Diktatörlük

Marksizm total muhalifti, bizatihi sisteme muhalifti. Bunu da “burjuvazi” ve “burjuvaziyi devirmek” gibi soyut ve müphem kavramlarla ifade ediyordu. Bu toplumda değil başka bir toplumda yaşamak istiyordu. Umudunu, alabildiğine farklı bir geleceğe bağlıyordu. Olanca mutluluk vaadiyle sosyalizm, büyük tektanrıcı dinlerin Ölümden Sonra Hayat’ına, Sonsuz Öbür Dünya’sına karşılık geliyordu. 1848’den bugüne: sonraki 175 yıl boyunca bu sistemik sektarizm, mevcut hayatı (kapitalizmi) yaşamak ve yönetmek konusunda Marksist solun hep görece geri, acemi, eğreti, yabancı kalması ve hissetmesine, “bu bizim işimiz değil” dercesine pozitif öneri ve projeler geliştirememesine yol açacaktı.

Solun Kültür Serüveni 14a | Halil Berktay: Hayalcilik, Hegelcilik, Teorisizm

19.yüzyıldan bu yana, Marksizm ile birlikte bir de Marksizm eleştirisi söz konusu. Hem klasik Marksizm, hem Lenin ve Bolşevikler, hem Stalinizm, hem Çin’de Maoculuk; hepsi payını alıyor bundan. Böyle zengin bir literatür mevcut. Ama tabii Türkiye solunun bir problemi de bunları okumaması, düşünmemesi, duymazlıktan gelmesi. İnanmışlığın paradigmatik körlüğünü tercih etmesi: “burjuvazinin yalanları”na sığınması, bununla avunması.

Solun Kültür Serüveni 13 | Halil Berktay: Marksizmin Başarısızlığı

Marksizmin eleştirel ve açıklayıcı zenginliği, iktidardaki Marksizme yansımadı. Marx ve Engels, Hegel’in “sistemi”nin (Prusya monarşisi övgüsünün) diyalektik metodu (sürekli değişim fikri) ile çeliştiğini göstermişlerdi. Haklıydılar. Ama aynı şey kendi teorilerinin ve ütopyalarının başına geldi. Marksizmden yola çıkan sosyalist sistem kendi kurumlaşması (üstyapıları) içinde dondu kaldı. Değişme ve ilerlemenin önüne geçti. İnsanlığın geleceğini temsil etme iddiasını yitirdi. Bu hayalin lâfı bile edilmez oldu.

Solun Kültür Serüveni 12 | Halil Berktay: Marksizmin benzersizliği

Bilimcilik, Marksizmi benimseyen sosyalistleri onyıllar boyu, 20. yüzyılın ikinci yarısına, 1970’lere, 80’lere, 90’lara kadar taassuba, bağnazlığa hapsetti. Büyük tektanrıcı dinleri andıran bir inanç kudretine, bir yanılmazlık hissine yol açtı. Marksizm ve sosyalizm adına yapılan her şeyin haklı ve doğru olduğunu, bunun için de maddî-manevî her türlü bedelin ödenebileceğini yerleştirdi. Hıristiyanlıktaki martyr’lik, Müslümanlıktaki şehitlik mertebelerine karşılık gelen devrim şehitliği, komünizm şehitliği, parti şehitliği, devlet (işçi sınıfı devleti) şehitliği gibi törensellikleri besledi. Ancak bu sözcüklerle ifade edilebilecek; bireyi yok sayan kollektivist bir otoritarizme vardı.

Devrimci acımasızlık: Lenin’in “asın” emri

“Yeryüzünün bütün kuvayı milliyeleri”nden (30 Nisan) devam ediyorum. “Solun Kültür Serüveni” dizisiyle de kesişiyor kuşkusuz. Aralarındaki ortak noktalar: devrimci şiddet (veya haklı şiddet), devrimde hegemonya, devrimcilerin kendilerine ait saydıkları alanlarda rakip tanımazlığı, giderek devrimci diktatörlük sorunları. “Solun Kültür Serüveni”nde buraya Marksist devrim teorisinden geldim, geliyorum. İşçi sınıfı devriminin zorunlu ve kaçınılmaz (çünkü tarihin akış yönüne uygun) olduğunu ispatlamak için kurgulanan bütün felsefe-tarih-ekonomi-siyaset bütünlüğü, pratikle yanlışlandı. Çöktü. Geri gelmeyecek. Ama arkasında, (a) çatışmacılık ve (b) bilimcilik diye iki büyük zihinsel ve duygusal saplantı bıraktı.

E la nave va

Bir Fellini filmi (1983). Bizde “Ve Gemi Gidiyor” başlığıyla oynadı. Olanca sürrealist absürditesiyle son günlerde bana, Türkiye gemisinin nereye gittiğini düşündürüyor.

Solun Kültür Serüveni 11 | Halil Berktay: Bilimcilik ve Marksizm

Marx ve Engels yüzde yüz safiyetle, samimiyetle inanıyorlardı, daha önce kimsenin düşünmediği bir bilimsel zarureti, tarihsel bir kanuniyeti keşfettiklerine. Hiç düşünmediler, öngörmediler olumsuz sonuçlarını. “Bilimsellik” iddiası sosyalizm tarihinde yaşanan en vahim olumsuzluklarla, en büyük trajedilerle elele gitti. Dogmatizm ve fanatizm sorunları, demokrasi düşmanlığı sorunları, hegemonya ve diktatörlük sorunları, çok büyük ölçüde bu bilimsellik iddiasının pekiştirdiği aşırı epistemolojik özgüvenden kaynaklandı. Sosyalist solun çöktüğü ve silindiği bugün bile, eski solcuların (mealen) “her şeyin doğrusunu biz biliriz” kibirinde somutlanıyor.

Solun Kültür Serüveni – 10 | Halil Berktay: Marksizm ve Devrim

Lenin Ne Yapmalı’da açıkça söyler bunu: “İşçi sınıfı, günlük ekonomik mücadeleleri içinde, kendiliğinden siyasi bilince ulaşamaz; siyasî bilinç dışarıdan verilir.” Tuhaf bir şey değil mi, “kendisinin” olduğu söylenen bilince, kendi kendine ulaşamaması? Fakat doğru, çünkü işçi sınıfının olan “devrimci bilinç” diye bir şey yok aslında. Dolayısıyla Lenin’in iddiası bir itiraf niteliği taşıyor. Peki, nasıl oldu bu? Fransız Devriminin yükselişi ve sonra geri çekilmesi, bir devrimseverlik kültürü doğurdu. Kamusal alanda, bir önceki devrimi kaçırdığına hayıflanan, bir sonraki devrimi ise özleyen, bekleyen, uman politize bir aydın kesimi oluştu. Marx ve Engels de böyle iki genç aydındı.

(1) Yeryüzünün bütün kuvayı milliyeleri

Yıldıray Oğur’un “Denizli Hadisesi” (Serbestiyet, 20 Nisan) yazısındaki karşılaştırmayı genişletmek ve akademik bir çerçeveye oturtmak için yazıyorum. Evet, hepsi birbirine benzer aslında. Üstelik tek bir açıdan değil; birçok bakımdan. Bu noktada hemen uyarayım: Milliyetçi başkadır, tarihçi başka (veya: bilim ve meslek ahlâkı açısından başka olmak zorundadır). Çağdaş tarihçilik açısından, bütün devletler kan ve şiddet içinde doğar. Leyleğin getirdiği “temiz ve masum devlet” diye bir şey yoktur. Bütün kurtuluş ve bağımsızlık örgütleri hem (kendileri açısından) aynı derecede iyi, hem (“ötekiler” açısından) aynı derecede kötü sayılır.

Solun Kültür Serüveni – 9 | Halil Berktay anlatıyor: Devrimseverlikten Marksizme

“Türkiye’de de ideolojik etkilenme, makro planda Marksizmden İttihatçılığa ve Kemalizme doğru aktı. Sosyalist sol, Kemalist önderliğin Millî Mücadele ve Cumhuriyet devrimi başarılarından çok etkilendi kuşkusuz. O gücün, o meşruiyetin, o modernizmin gölgesinde kaldı. Tek Parti’ye, demokrasi açısından kapsamlı bir itiraz platformu ve cephesi oluşturamadı. Ama bu, Kemalizmin siyasî etkisiydi, ideolojik etkisi değil. Atatürkçülüğün kuyruğuna takılmanın teorik gerekçelendirmesi, damarlarında akan asil Marksizm-Leninizm kanında zaten mevcuttu.”

Solun Kültür Serüveni – 8 | Halil Berktay: İlk Devrim, İlk Aşk

Fransız Devrimi son plansız, programsız, kastedilmemiş, niyetlenilmemiş, gerçekten spontane devrimdi. Sonraki devrimlerde hep, devrim yapmayı (yani siyasî iktidarı şiddet yoluyla devirmeyi) amaçlayan bireylerin, grupların, partilerin, programların, platformların… önceden varlığı söz konusu oldu. Fransız Devriminde ise yoktu böyle bir şey. Daha geride, Aydınlanma’da da devrim fikri mevcut değildi. İlk aşk ağır bastı. Aşağıdanlığa, ayaklanmacılığa, baldırıçıplakların gök katlarını fethetmesine hayranlık, terazinin diğer kefesindeki pek çok şeyi affettirdi. Devrimin (muazzam) bedeli küçümsendi, asgarîleştirildi, “kurunun yanında yaş da yanar” veya “yumurtaları kırmadan omlet yapamazsın” gibi soğuk ve nasırlı aforizmalarla geçiştirilmeye çalışıldı

Solun Kültür Serüveni – 7 | Halil Berktay anlatıyor: 1789 Fransız Devrimi

“Fransız Devrimi… Nedir mesele; nedendir, neredendir “büyük”lüğü, benzersizliği, olağanüstülüğü? Kısmen, çok önemli bir anlamda ilk olmasıdır. Kısmen beklenmedik, faillerini de şaşırtacak derecede sürprizli ve hiç tasarlanmamış, hazırlanmamış, programlanmamış çıkagelişidir. Kısmen toplumsal etkisi ve sarsıntısının derinliğidir. Kısmen uluslararasılaşmasıdır. Kısmen de beslediği, yol açtığı teorileştirmeler, hattâ aşırı-teorileştirmelerdir.”

Solun Kültür Serüveni – 6 | Halil Berktay anlatıyor: İtaat ve İtiraz; Bilimperestlik ve Bilim Korkusu

"Cehenneme giden yollar iyi niyetlerle döşeliymiş. Aydınlanma’nın bilimperestliği, Marksizmin bilimperestliğine, Marksizmin bilimperestliği Stalinizme yansıdı. Buna karşılık Sağ, gene aynı Restorasyon döneminden başlayıp 19. ve 20. yüzyıl boyunca uzanan bütün şekillenişleri, farklı dönemsel tezahürleri içinde, hemen hiç hoşlanmadı Aydınlanma’dan. Tepkileri içinde, âdetâ Sol kültürün tam zıddını, aynadaki aksini oluşturdu. Rasyonalizmden hoşlanmadı. Bilinemezliğin esrarını, efsanesini korumayı yeğledi."