Kocaeli, suç dünyası için her zaman önemli bir merkez oldu. Bu durumun nedeni aslında basitti. Türk sanayisinin en önemli kuruluşları burada bulunuyordu. Sonuçta kapitalistlerin artıkları suç dünyası için her zaman çekicidir. Fakat Kocaeli bir dönem ‘Şeytan Üçgeni’ olarak adlandırılan eksende Sapanca ve Düzce ile birlikte yer alarak, faili meçhul cinayetlerin işlendiği ya da kurbanların cesetlerinin atıldığı merkez olarak da tanınmıştı.
Türk yeraltı dünyasının en çok bilinen grupları ve liderleri mutlaka bu üçgenin bir noktasında yer almıştır. Yeraltı dünyasında zorunlu bir görev değişiminin yaşandığı doksanlı yıllarda bu üçgen sürekli gazetelerin manşetlerindeydi. JİTEM’in başındayken yaptıklarıyla tanınan Albay Veli Küçük, bir dönem Kocaeli İl Jandarma komutanıydı. Devlet ünlü, “PKK ile iş birliği yapan Kürt iş adamları listesi”ni hazırlamış, listede yer alan bazı isimler de öldürüldükten sonra bu üçgene atılmıştı. Bu suçların kurbanlarının en çok bilinenleri Behçet Cantürk, Savaş Buldan ve daha sonra MİT’e çalıştığı öğrenilen Tarık Ümit’tir. İstanbul’da ya da çevre illerde öldürülenler genellikle çok da gizlenmeye çalışılmadan bu üçgenin ortasından geçen TEM otoyolunun kenarına atılırdı. Öldürülenler çok ünlü değilse gazetelerin üçüncü sayfalarında “TEM otoyolunun kenarında ceset bulundu” gibi başlıklarla kısa haber olurdu.
Önceki gün, işlediği cinayetler nedeni ile tutulduğu Diyarbakır Cezaevi’nde ölen ve o yıllarda bu bölgenin en bilinen suç örgütünü yöneten Hadi Özcan’ın ölümü ise Şeytan Üçgeni’ni yeniden hatırlattı. Hadi Özcan’ın ölümü belki faaliyetini yürüttüğü Kocaeli dışında çok ilgi çekmeyecek. Fakat o bir dönem Abdullah Çatlı ile çalışmış bir isimdi. Bu nedenle de tanınmalı…
‘KÜRT İŞ ADAMLARI LİSTESİ’ VE ÇATLI’NIN ORTAYA ÇIKIŞI
Dönem tam da, Kürt iş insanlarının devlet kararı ile piyasanın dışına atılmaya çalışıldığı bir zaman dilimiydi. Hadi Özcan’ın işleri de bu yıllarda oldukça büyümüş, Derince Limanı’nı kontrol edecek hale gelmişti. İşte tam bu dönemde 12 Eylül öncesinden tanıdığı Abdullah Çatlı kendisine ulaştı. Çatlı’nın teklifi basitti. Bir kitap çalışması için 2012 yılında kendisine ulaştığımız Özcan bize bu ilişkiyi ayrıntılı olarak anlatmıştı. Cezaevindeyken sık sık yazdığı mektuplar da avukatı aracılığı ile elimize geçiyordu. Çatlı ile bağlantısını mahkemedeki ifadesinde de aktarmış fakat nedense bu ifade o dönem basının gözünden kaçmıştı. Şöyle diyordu Hadi Özcan: “1995 yılı Ramazan ayında Alper Tekdemir yanında eski ülkücülerden Abdullah Çatlı ve Ahmet Baydar adlı şahıslarla yanıma geldiler. Gölcük’te Astakoz Restoran’da buluştuk. Ben Abdullah Çatlı’ya ülkücülük adına daha önce yaptığı çalışmalardan dolayı büyük sempati duyuyordum. Abdullah Çatlı bana İzmit’te PKK’lıların sahte petrol işi yaptıklarını bu şahısları İzmit’ten kovmak istediklerini ve İzmit’e kendilerinin petrol getirmek düşüncesinde olduklarını, bu iş için liman, depo ve dağıtım konusunda yardıma ihtiyaçları olduğunu söyleyerek yardım istedi.”
ÖZCAN, ÇATLI İLE KAÇAK MAZOT ORTAKLIĞINA GİRİYOR
Ortaklıkları işte böyle başladı. Tabii bir iş girişimini andıran bu ifadelerin arka planında aslında kaçak akaryakıt dağıtımı vardı. Ortaklıkları İskenderun Limanı’ndan petrol dağıtım işine Çatlı’nın Baysan adlı şirketi ile girmeleri ile devam etti. İhaleye tek başlarına girmişler başka hiçbir şirket de girmeye cesaret edememişti. Pasta büyüktü. Bağlantıları Hadi Özcan sağlamıştı. Ama pastanın büyüklüğü ortaklar arasında sorun yarattı. Abdullah Çatlı, Hadi Özcan’ı devreden çıkartmaya çalışınca sorunlar başladı. Özcan hakkında ünlü Susurluk Raporu’nda geniş bir bölüm bulunuyordu. Özcan’ın dönemin Kocaeli Emniyet Müdürü tarafından korunduğu bilgisi de yine bu raporda yer alıyordu. Raporda Abdullah Çatlı ile Hadi Özcan arasındaki çatışmanın o günkü para birimi ile 12 milyar liralık bir kaçak petrol işinden Hadi Özcan’a sadece 500 milyon lira verilmesi ile başladığı bilgisi de aktarılıyor.
ÇATLI’YA RACON KESTİ, PARAYI KABUL ETMEDİ
Söz konusu paranın paylaşılması için buluşma o dönem Doğru Yol Partisi (DYP) Milletvekili olan Sedat Bucak’ın Ankara’daki bürosunda olmuştu. Özcan parayı az bulmuş ve Çatlı’ya “bir dahakine hepsini toplu alırım “diyerek racon kesmiş, verilen 500 milyonu da almadan mekanı terk etmişti. Kendi anlatımı ile bu olayın ardından hakkında verilen ölüm kararını şöyle aktarmıştı; “MİT’çilerin dediğine göre bu hareketten sonra Eskişehir’de Güven Sazak’ın çiftliğinde Çatlı, İbrahim Şahin ve Çiller’in Ahmet isimli bir danışmanı toplanmışlar. Benim için ‘bu çok uyanık bundan kurtulmak lazım’ demişler aralarında…”
Hadi Özcan’ı bu yıllarda mutlak ölüm anlamına gelecek bu karardan kurtaran da doksanların bir başka ‘ölüm makinesi’ olmuştu. Özcan, bir MİT ajanı aracılığı ile önemli bir kişi ile tanıştırılmıştı. Hakkında bir kitap dahi okuduğunu söylediği ‘Yeşil’, yani Mahmut Yıldırım ile onun isteği üzerine Ankara’nın kalburüstü restoranlarından birinde buluşmuştu. Yeşil’i tanıyan az sayıdaki tanıktan biriydi. Yeşil’i “düzgün konuşan, etkileyici bir hatip” olarak aktarıyordu: “Yeşil aldı sazı eline… Hakikaten çok düzgün ve inandırıcı bir üslubu var. Her şeyi de biliyorlar aşağı yukarı. Bir iki yerde Duran tamamladı boşlukları. Her şeyi bilebilen bir güç beni buraya neden getirdi diye sordum. Yeşil ‘sen iyi bir delikanlısın, seni uzun zamandır biliyoruz. Ölmeni istemiyoruz. Yoksa aklına başka bir şey gelmesin. Seni kazanmak gibi bir şeye ihtiyacımız yok dedi.”
‘BUNUN HUYUDUR, ORTAKLARINI ÖLDÜRÜR’
Yeşil, Özcan’dan “eski çevresinden kopmasını ve kesinlikle yalnız gezmemesini” istemişti. Ve eklemişti: “Bunun huyudur, ortaklarını öldürür.” Bundan sonra Abdullah Çatlı ile birbirlerini öldürmek için kolladıkları bir oyun başlamıştı. Oyun Çatlı’nın Susurluk’ta, Sedat Bucak’ın içinde olduğu aracın bir kamyona çarpması ile son bulmuştu. Hadi Özcan bu süreçte Kocaeli’nin yerel suç çeteleri ile girdiği savaşlarda işlenen cinayetler nedeni ile arandığından anlaşmalı şekilde teslim olarak yakalandı. Ardından serbest kaldı, yıllar sonra bu cinayetlerden dolayı aldığı hapis cezaları ile cezaevine tekrar girdi.
‘MAFYA DEĞİL KABADAYIYIM’
Hadi Özcan gazeteci olarak benim gündemime Sabah gazetesinde çalıştığım dönemde İzmit merkezde yaşanan büyük bir çatışmanın haberini okuduğumda girmişti. 10 Mart 2006 tarihinde beyaz Laguna marka bir otomobil İzmit’teki Mustafa Kemal Bulvarı’nda seyrederken kırmızı ışıkta durdu. O anda yanına yaklaşan beyaz Doblo bir aracın yan kapısı açıldı ve bir kişi Kaleşnikof marka silahla ilk aracı taramaya başladı. Fakat ikinci şarjörü takıp ateş ederken araya içinde öğrencilerin de bulunduğu bir minibüs girdi ve sekiz yolcusu vuruldu. Minibüste ölenlerden biri de İzmit Cumhuriyet Başsavcısının eşiydi. Beyaz Laguna’da bulunan Hadi Özcan omzundan vurularak yaralanmış, aracı kullanan şoförü ise başından vurularak ölmüştü. Bu olaydan sağ kurtulan Özcan, İzmit’in en etkili mafya gruplarından birini yönetmeye devam etti. Ancak kendisine ‘mafya’ denmesinden hiç hoşlanmazdı. Nasıl hitap etmeniz gerektiğini sorarsanız da “Ben kabadayıyım” diye yanıtlıyordu. Gerçekte ise bilinen ‘kabadayı’ tipinin çok dışında biriydi. Ama diğer mafya liderlerinden de önemli bir farkı vardı. Bütün yaşamını, ta çocukluğundan başlayarak anlatıp yazıya dökmüştü. Bir sohbetimizde de “Ben aslında solcu olacaktım. Ama Allah mevzusundan sağcı oldum” demişti!
Ölümü ile bugün hâlâ pek çok yönden aydınlatılamamış suçların işlendiği o ünlü ‘90’lı yıllar’ın az tanınan ama önemli bir aktörü daha bu dünyadan ayrılmış oldu. (Duvar)