Röportajın dökümü
Uzun bir mücadelenin, 14 yıllık bir devrimin ve benim için 21 yıllık bir çabanın ardından, tüm o yılların yorgunluğunu unutturan en muhteşem duygu, bir adamın 14 yıl sonra annesine kavuşmasına tanıklık etmekti.
Sosyal medyada buna benzer birçok video paylaşıldı: Kimi 10 yıl sonra kardeşiyle buluşuyor, kimi 14 yıl sonra annesiyle tanışıyor, kimi 8 yıl sonra konuşmaya başlıyor, kimi de sevincinden gözyaşlarına boğuluyor.
Aileler parçalanmıştı. Ama şimdi yeniden bir araya geliyorlar. Bu yüzden insanlar mutlu. Sanki bir hapishanede gibiydiler ve görüşme yasaktı.
Sokaklar adeta bir bayram yeri gibi. İnsanların neşeli olduğunu, kutlama yaptıklarını gördüm.
Evinizden zorla çıkarılmanın ne kadar zor bir şey olduğunu biliyor musunuz?
İnsanlar doğaları gereği sahip olma içgüdüsüne sahiptir. Ama onların evlerine el koydular, üzerlerindeki giysilerden başka hiçbir şey bırakmadan zorla dışarı attılar. Ekonomik olarak zaten sıkıntı çeken insanları, bu krizlerin daha da ağırlaştırdığı İdlib’e, Lübnan’a ya da Ürdün’deki mülteci kamplarına gönderdiler
Üç buçuk milyon kişi Türkiye’ye gönderilirken, geriye kalanların bir kısmı denizi geçmeye çalıştı ve aralarında kadınların ve çocukların da bulunduğu birçok kişi boğularak hayatını kaybetti.
Daha sonra onları kabul edip etmeyeceği belli olmayan ülkelere gittiler. Bu ülkelerde, kapalı kamplara hapsedildiler, kimlik kartları verildi ve parmak izleri alındı.
Ama bu da son değildi. Bazı ülkelerde kamplar ateşe verildi. Gerçekten yürek parçalayan sahneler yaşandı.
Şimdi bu insanlara ‘Topraklarınız size geri iade edildi’ diyebilirsiniz.
Evet, durum harap halde, ama topraklarına çadır kurmuş ve sanki dünya onların elindeymiş gibi hisseden insanlar var.
Eminim ki önümüzdeki iki yıl içinde sürgündeki Suriyelilerden, 15 milyon yerinden edilmiş kişiden 14 milyonu dönecek yalnızca 1-1.5 milyonu yurtdışında kalacak. İnsanlar geri dönecekler.
Daha da güzeli, askeri bölgeleri ele geçirdiğimizde, oradaki halk o bölgelerden kaçmadı. Aksine, oraya göçler oldu. O bölgelerden ne Müslümanlar, ne Hristiyanlar, ne Kürtler, ne Aleviler, ne de Dürziler kaçtı. Bölge sakinleri kendi topraklarında kalmaya devam etti.
Bu savaş, merhamet ve ailelerin yeniden bir araya gelmesiyle gündeme oturdu. İnsanlar nasıl mutlu olmasın ki?
İdlib’deki bazı örgütler ve kişiler, İdlib nüfusunun üçte birinin kamplarda, üçte birinin kiralık evlerde -yani yerli halktan olmayan kişilerden- ve kalan üçte birinin ise yerli halktan oluştuğunu belirterek, orada yeniden yapılanma çalışmalarına başlamamızı talep ediyordu.
Ben de onlara Suriye’nin 7000 yılda inşa edildiğini ve bu inşanın kümülatif bir süreç olduğunu anlatırdım.
Birini yerinden ettiğinizde, onu en başa, başlangıç noktasına geri götürürsünüz. Yanlarında sadece üzerlerindeki kıyafetler vardı; bu yüzden, eğer yeniden başlayacak kadar moralleri kaldıysa, hayatlarını yeniden inşa etmek zorundaydılar.
Ne yazık ki Suriyeliler aşağılandı. Suriye pasaportu, dünyanın en zayıf pasaportlarından biri haline geldi.
Ve aynı zamanda en pahalısı. Elde edebilmek için yüksek bir bedel ödeniyor, değil mi?
En pahalı pasaport olmasına rağmen sıralamada en düşük olanlardan biri.
Sorun şu ki, önceki rejim halkı kendine düşman etti. Halk, sürekli onlardan korkuyordu. Bütün kurumlarını, halkı tuzağa düşürmek üzerine tasarlamışlardı. Otorite anlayışları, bir kişinin hayatının her alanını kontrol altına almak ve bunu sürdürmek üzerine kuruluydu.
Sömürmek demekti. Peki bunu nasıl başardılar?
Örneğin, nispeten daha gelişmiş bazı ülkelerde hükümetler halklarını akıllıca kontrol eder. Onlara rehberlik edecek araçlar sunar, kamuoyunu eğitir ve belirli bir ideoloji oluşturarak belli inançlar yaratırlar. Bu nedenle gelişmiş ülkelerde kamuoyu zaman zaman yönlendirilebilir.
Ama burada durum farklıydı. Rejim, insanların temel hizmetlerini ve günlük yaşamlarını istismar ederek; güvenlik güçlerini, işkenceyi, öldürmeyi ve korkutmayı bir araç olarak kullanarak onları yönlendirdi. Bu kontrol yöntemi etkiliydi, çünkü insanlar inançtan değil, korkudan dolayı itaat ediyordu.
İşte bu yüzden rejimin düşmesinden sonra insanların sevinç çığlıkları attığını görüyorsunuz.
Elbette ‘Bunlar sadece modaya uymaya çalışan insanlar’ diyenleri desteklemiyorum. İyi niyetimi korumaya çalışıyorum. Kendime, bazı insanların yıllardır devrim karşıtı propagandaya maruz kaldığını hatırlatıyorum. Ondan önce de yaklaşık 35 yıl boyunca belirli mezheplere karşı propagandalar yapılmıştı.
Onlara (bizi kastederek), ‘O insanlar gelirse sizi öldürecekler ya da ortadan kaldıracaklar’ deniyordu. Rejim tarafından yoğun bir şekilde finanse edilen bu propaganda, sadece 11 günde çöktü.
Çöktü, çünkü insanlar sözlerden çok gerçeklerden ve somut olaylardan etkileniyor, değil mi? İşte buna fikirlerin eylem yoluyla iletilmesi denir.
Eğer iyi ahlakı gerçekten hayata geçirirseniz, insanları, onlara söylediklerinizden çok daha fazla etkilersiniz. Öyle değil mi?
Eğer o ahlak seviyesine ulaşmadan vaaz ederseniz, mesajınız karşı tarafa ulaşmaz; sadece boş sözler olarak kalır.
İyiliklerin insanlar üzerindeki etkisi, yalnızca konuşmaktan çok daha güçlüdür. İyi işler sadece lafta kalmaz; somut ve pratiktir.
Gerçekten harika bir şey başarmışsınız. Şu an Şam’da olmanız ve bu şehri bu kadar sevdiğinizi bilmek size nasıl hissettiriyor?
Başarıyı sürdürmek istiyorsanız, dikkatli ve uyanık olmanız gerekir. Kendinizi fazlasıyla güvende hissetmemelisiniz. Çünkü tehlike, çoğu zaman güvenlik hissinin ortasında ortaya çıkar, değil mi?
Kamu işlerinde çalışanlar ve genel olarak yöneticiler her zaman dikkatli olmalı. Ancak bu dikkat, aşırıya kaçıp şüpheye ve suçlamalara yol açmamalı. Daha çok çalışmaya ve daha fazla üretmeye motive eden bir dikkat olmalı.
Şu an ülke içinde pek çok zorlukla karşı karşıyayız. İstikrarlı siyasi ilişkiler kurmamız gerekiyor. İnsanların barış içinde bir arada yaşayabilmesi, birbirlerini sevmesi ve birbirine güvenmesi için iç meselelere özel önem vermeliyiz. Bu son derece önemli bir konu.
Neyse ki intikamcı saikler Suriyelilerin karakterinde yok. Bu büyük savaş boyunca duamız, ‘Allah’ım, bize intikamdan uzak bir zafer ver’ şeklindeydi. Çünkü intikamcı bir zihniyetle bir şey inşa edilemez.
Evet, çok sayıda sorunumuz var. Yaygın bir krizle karşı karşıyayız. Bu nedenle, bariz ve ciddi durumlar dışında anında adalet sağlanamıyor. Büyük çatışmalarda bazen intikam alma hakkı terk edilir. Ancak Sednaya Hapishanesi’ndeki görevliler, insanlara işkence yapan güvenlik birimi müdürleri, baskın düzenleyen pilotlar, sivillere bomba atanlar ve katliam yapanlar bunun dışındadır.
Adaletin yargı ve hukuk yoluyla sağlanması gerekir, bireyler tarafından değil. Kanunlara saygı göstermeliyiz. Kanunlara saygı göstermezsek, orman kanunları işler.
Adalet kanunla sağlanırsa herkesin hakkı güvence altına alınmış olur; hem mağdurun hem de failin.
Çünkü bir suçlu hapse girdiğinde bile bazı haklara sahip olmaya devam eder. Ancak işler intikama bırakılırsa, orman kanunları devreye girer.
Elbette gerçek hayat mükemmel değil. Yan tarafta bazı olaylar yaşandı, ama bunlar çok nadir ve güvenlik kontrolleri iyileştikçe her geçen gün azalıyor. Ayrıca toplumun farkındalığına ve sağduyusuna güveniyoruz.
İnsanları çok iyi anlıyorum, çünkü 50 yıldır baskı altındaydılar. İnsanlar, nasıl yönetildiklerinden derinden etkilenir. O rejim altında yaşamış nesillerden bahsediyoruz, yaklaşık altı nesil değil mi? Bu nedenle, bu sorunları çözmek için sihirli bir değnek yok.
İçinde bulunduğumuz durum, eğitimde, yükseköğretimde, toplumsal ilişkilerde, dini söylemlerde, kültürel platformlarda ve medya kuruluşlarında sabır ve uzun vadeli stratejik planlama gerektiriyor.
İnsanlar eskiden birbirlerine şüphe ve korkuyla yaklaşıyordu.
‘Dikkat et, biri seni duyabilir, ihbar edebilir,’ derlerdi.
Suriye vatandaşının hayatı böyleydi.
Artık insanlar birbirlerine yeniden güvenebilecekler. Herkes, kanunu çiğnemediği, kamu malına zarar vermediği ve toplumsal düzeni bozmadığı sürece fikrini özgürce ifade edebilir.
Bugün Suriye’de, yaklaşık 50 yıldır ilk kez deneyimlenen ve yeni bir yaşamın temelini atabilecek önemli bir toplumsal uyum sağlanmış durumda.
İlk defa, insanlar birlikte sevgi içinde yaşamanın mutluluğunu tadacaklar.
Savaşın başından itibaren ilk yaptığımız şey af ilan etmek oldu ve bu af halka büyük fayda sağladı.
Şimdi biz kazandık diye insanları tutuklayıp yargılayamayız, çünkü itibarımızı korumak zorundayız. Bizim bir itibarımız var.
İnsanlara söz verdik ve bu sözden geri dönmemiz mümkün değil.
Eğer bu duruşumuzu savunmasaydık, insanlar için bu durum bunaltıcı olurdu. Korku ve tedirginlik içinde yaşarlardı, ayrıca çok fazla kan dökülürdü.
Savaş sırasında uygulanan politikalar, olumlu etkiler yaratarak büyük çapta kan dökülmesini engelledi.
Allah bize zaferi nasip ettiğine göre, artık kan dökmek veya insanları suçsuz yere tutuklamak gibi bir yolu izleyemeyiz. Bu, itibarımızı zedeler.
Bireysel haklar ile genel af arasında bir denge kurmamız gerekiyor. Af kapsamlı ve kapsayıcı olmalı.
Allah’a şükürler olsun ki, bize en az masrafla zaferi nasip etti. İşte bu, zaferlerin en büyüğüdür.
Kazansaydık ama Şam yerle bir olsaydı, ne kazanmış olurduk?
Kazansaydık ama Halep harabeye dönseydi, bunun anlamı ne olurdu?
Rejim, Han Şeyhun ve Maaret el Numan’a girdi, ancak buralar tamamen yıkılarak boşaltıldı ve yaşanmaz hale geldi. Buna zafer denilebilir mi? Hayır, denilemez.
Onlar sadece toprağı ele geçirdiler, biz ise halkı kazandık. İşte gerçek zafer budur.
Zafer, en az kayıpla büyük sonuçlara ulaşmaktır.
Dolayısıyla insanları kandırıp af ilan edip sonra hesap sormak kabul edilemez.
Öncelikle Allah’ın bizi bu zaferle onurlandırdığını kabul etmeliyiz ve ahlaki bütünlüğümüzü korumamız ve verdiğimiz sözleri tutmamız gerektiğini bilmeliyiz.
Bir diğer önemli nokta ise yeni ülkeyi inşa ederken önceliklerimizin net olması gerektiğidir.
Peki bu öncelikler neler?
Öncelik, insanlar arasında iyi bir adalet düzeyini sağlayacak ve geçmişteki hataların tekrarlanmasını önleyecek kurumların inşa edilmesidir.
Ülkeyi doğru dürüst imar etmemiz lazım.
Dolayısıyla kişilik hakları iddiaları bu süreci engelliyorsa, o zaman ülke inşasının öncelikli olduğunu söyleyebilirim.
İnsanların bir süre nefes almasına izin vermemiz, ülkeyi birlikte inşa etmemiz, sistematik ve organize suçlar işleyenler, Hula katlimanını gerçekleştirenler, kadınlara tecavüz edenler, tutuklulara işkence yapanlar veya diğer suçları işleyenler hariç, affetmeyi önceliklendirmemiz gerekiyor. Bu saydıklarım hariç.
Birincisi, bu kişiler evlerine dönmediler, affı kabul etmediler, biz yanlarına gittiğimizde hemen kaçtılar, dolayısıyla af talebine de olumlu yanıt vermediler.
Ve ben de kendimi onlara karşı ahlaki olarak yükümlüymüş gibi hissetmiyorum.
Kimse kendi adaletini kendi kafasına göre sağlayamaz.
Mahkemeler, yargı organları ve kanunlar var.
Şikayetler usulüne uygun olarak yapılabilir. Eğer bir sanık, savaş affına dahil edilenler arasındaysa o zaman bizim ahlaki, dini ve mantıksal görevimiz, bu kişiye karşı artık bir dava hakkımızın olmadığını söylemektir.
İnsanlar intikam alma haklarını ihmal ettiğimizi söylediklerinde “Suriye’nin tamamını size geri verdik” diye cevap veriyorum. Sana en büyük hakkı hediye ettik.
Şam ismi yeniden ön plana çıktı. Doğru mu?
Doğru.
Bugün medyada “ Suriye şunu diyor, bunu diyor” deniyor.
Şam uluslarası arenaya geri döndü.
Bir zamanlar tüm dünyayı rahatsız eden bir ülkeyi yeniden konumlandırdık.
Ama bugün biz bu medeniyetin temellerini onarmış, onu stratejik, ekonomik ve sosyal konumuna kavuşturmuş bulunuyoruz. O halde intikam almak için bu büyük fırsatı heba edemezsiniz.
Herkesin hakkını korumak zorundayım. Bunun bedeli hayatım olsa bile…
Hayatım boyunca hiç kimseye adaleti sağlamaktan kaçınmadım, hatta bunun bedelini kendimden bile ödedim.
Ama artık önceliğimiz devlet zihniyetini benimsemek olmalı.
Devlet zihniyetinin hakim olması lazım.
Devrimci zihniyetle ülke inşa edilemez.
Devrim, bir rejimi devirmeye yarayabilecek ama bir rejimi inşa etmeye uygun olmayan ajitasyon ve gerici davranışlarla karakterize edilir.
İşte bu yüzden bugün diyorum ki bizim için devrim bitmiştir.
Bu, değer verdiğimiz ve kutladığımız tarihimizin bir parçası, ancak onun zihniyetini bu aşamaya taşımalıyız.
Ülkeyi hiziplerle inşa etmeye çalıştığınızı düşünün, bu işe yarar mı?
Hayır.
Yani ülkenin kurumları, cumhurbaşkanı, parlamentosu, yürütme kurulu ve stratejik planları olması gerekiyor.
Kısa vadeli, orta vadeli ve uzun vadeli stratejilerimiz olmalı.
Ekonomik altyapıyı, eğitimi, sağlık hizmetlerini, telekomünikasyon ve inovasyonu geliştirmek gibi hedeflerimiz olmalı ve bunlara nasıl ulaşacağımızı bulmalıyız.
Birkaç yıl içinde dünyaya yetişmemiz gerekiyor.
İnşallah birkaç yıl sonra Suriye pasaportunun bir anlamı olacak.
Beni en çok üzen şey, insanların pasaport için çırpınmaları ve havaalanında gördükleri kötü muameleydi.
Suriyeliler, kendilerini diğer milletlerden aşağıda görüyorlardı. Çünkü bir vatandaşın gücü ülkesinin gücünden gelir. Ve ülkemiz yolsuzluk ve toplumsal baskılarla doluydu. Dünya’da ağırlığı olmayan bir ülkeydi.
İlk defa bize saygı duyduklarını hissediyorum.
Artık her yerdeki Suriyeliler gurur duyuyor. Bugün dünyanın dört bir yanındaki Suriyeliler gurur duyuyor.
Ezilenlerin savaşları son 100 yıldır başarıya ulaşmadı.
Artık yaygın bir Arap dayanışması da var.
Doğru.
Bugün tarihimizde yeni bir sayfa açtık. Elimizde hiçbir kaynak olmadan mazlumların savaşını verdik ve hakkımız olanı geri aldık.
Çünkü haklılık, haksızlıktan çok daha güçlüdür.
Doğruluk başlı başına sizi ileriye iten bir güçtür.
Yeter ki siz hakikatin yanında olun, yeter ki kendiniz üzerinde doğru şekilde çalışın, doğru adımları atın ve Allah’a güvenin.
Elbette akıllı olmalısınız, çünkü bazen haklı insanlar bile pervasızca davranabiliyor. Doğru mu?
Hem salih hem de akıllı olmalısınız. Liderliğin anlamını da anlamamız gerekir; bu da ne zaman harekete geçeceğimizi ve ne zaman geri çekileceğimizi bilmektir. Nerede duracağınızı bilmelisiniz.