Ana SayfaHaberlerÇevirilerÇEVİRİ |  Siyaset, akıl sağlığımız ve Virginia Woolf

ÇEVİRİ |  Siyaset, akıl sağlığımız ve Virginia Woolf

Virginia Woolf'u Nazizmin kurbanlarından biri olarak düşünmek tuhaf görünebilir. Ne de olsa Hitler'in öfkeli konuşmalarının hiçbiri onu hedef almadı, hiçbir Luftwaffe saldırısı onu vurmadı. Ancak yine de Hitler ve Nazilerin yarattığı kaos ve sınırsız şiddet atmosferi, herhangi bir bombadan veya toplama kampından uzakta sakin bir İngiliz köyünde yaşayan ve de muhtemelen yirminci yüzyılın en büyük yazarı olan Virginia Woolf’un kırılgan zihnini mahvetmekten mesul tutulabilir.

Siyaseten yaşanan olayları iç dünyamızdan ayrı tutmayı ne kadar başardığımız, bu tür olayların mental sağlığımız üzerinde delirtici bir etki yaratma gücüne itibar etmemekle bağlantılıdır. 

Elbette bazen televizyon karşısındayken ekranda izlediğimiz şeylere bakıp rahatsız olabilir ve belirli bir durum karşısında bir iki küfür savurabiliriz.  Ancak hayatlarımıza doğrudan dokunmayan siyasi olaylar sonucunda akıl sağlığımızın etkilenmesi, mesela doğrudan üzerimize bomba düşmediğinde ve herhangi bir diktatör bizi hapse göndermediğinde, kulağa abartılı gelebilir. 

Bizden kilometrelerce uzakta olan bir “dünya” delirmenin eşiğine gelmiş olsa bile, iç huzurumuzun oluşunu halihazırda delirmememiz ile özdeşleştiririz.

Ancak gelin görün ki eğer bir şeyler üzerimizde spesifik bir güçle ve meşru kabul edilenden daha fazla baskı kuruyorsa durumlar değişir: Almanya’da faşizmin yükselişi ve İkinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesi ile bağlantılı olarak akıl sağlığını kaybeden ve gelmiş geçmiş en hassas insanlardan biri olan Virginia Woolf’a tam da bu noktada değinmekte fayda var.

Woolf uzun bir süre boyunca mental olarak iyi değildi. Altı yaşından ergenliğinin sonlarına kadar üvey erkek kardeşleri tarafından cinsel istismara uğramış, 13 yaşında annesini, 15 yaşında çok sevdiği üvey kız kardeşini ve 22 yaşında da babasını kaybetmişti. 

Dünyayı pek güvenli bulmaması, sık sık dehşete düşmesi, kendisini korkunç bir insan olarak tasavvur etmek suretiyle kendisine yapılanları içselleştirmesi ve herhangi birinin onun tarafında olabileceğine güvenmekte büyük zorluklar çekmesi asla şaşırtıcı değildir.

Öte yandan, yaşadığı zorluklar Woolf’a güzellik, nezaket, dostluk, edebiyat, şefkat ve sempati gibi konular hususunda muazzam bir kabiliyet verdi. İçindeki korkuyu ve acıyı telafi etmek için dışarıda ‘iyi’ hissettiren şeylere daha sıkı sarıldı.

İşte bu inanç, çok uzak bir diyarda yaşayan bir yabancı olan Hitler’in Virginia Woolf’da yok ettiği şeydir. Hitlerin saldırganlığı, nefret dolu konuşmaları ve Almanların zihinleri üzerindeki kontrolü, Woolf’un bu dünyadaki her şeye olan güvenini aşındırdı. Hitler dünyayı siyaha boyamış ve Woolf’un halihazırda az da olsa tutunduğu umudu ortadan kaldırmış gibiydi. 

Hitlerin acımasızlığı, Woolf’un hayatında acımasızca olan pek çok şeyin bir dışavurumu gibiydi.

Polonya’nın, ardından Fransa’nın ve tüm Batı Avrupa’nın işgaline ek olarak Blitz ve U-bot seferlerinin başlaması, Woolf’un rasyonel ve ilkeli davranışlara olan inancının temellerini oymuştu. 

Dünya yolunu kaybetmişti ve Woolf da aynı şekilde yolunu kaybetti. Korkularını, duyduğu psikotik sesleri, öfkeyi ve sıkıntıyı durdurmak için çok uğraşmıştı. Eşinin ona verdiği sevgiye rağmen, mental sağlığını koruyan bu türden önlemler bir bir ortadan kalktı. 

28 Mart 1941’de, Londra’ya yapılan korkunç yıkıcılıktaki bir Alman hava saldırısının ardından, ceketinin ceplerini son derece ağır taşlarla doldurdu ve Sussex’teki evinin yakınındaki Ouse Nehri’ne kendini attı. Cesedi üç hafta sonra bulunmuştu…

Nehirde boğulmadan önce eşine bir mektup bıraktı: ‘Tekrar delireceğime eminim. O korkunç zamanlara oldukça benzer bir deneyimi daha atlatamayacağımızı hissediyorum ve bu sefer iyileşemeyeceğim de ortada. Kafamın içinde sesler duymaya başladım ve artık konsantre olamıyorum. Bu yüzden yapılacak en iyi şey gibi görünen şeyi yapıyorum. Bana bu hayatta mümkün olan en büyük mutluluğu verdin… Bu korkunç hastalık gelene kadar iki insanın daha mutlu olabileceğini sanmıyorum. Daha fazla mücadele edemeyeceğim… Senin iyiliğinin kesinliği dışında her şey benden gitti.

Virginia Woolf’u Nazizmin kurbanlarından biri olarak düşünmek tuhaf görünebilir. Ne de olsa Hitler’in öfkeli konuşmalarının hiçbiri onu hedef almadı, hiçbir Luftwaffe saldırısı onu vurmadı. Ancak yine de Hitler ve Nazilerin yarattığı kaos ve sınırsız şiddet atmosferi, herhangi bir bombadan veya toplama kampından uzakta sakin bir İngiliz köyünde yaşayan ve de muhtemelen yirminci yüzyılın en büyük yazarı olan Virginia Woolf’un kırılgan zihnini mahvetmekten mesul tutulabilir. 

Woolf vakası bizler için bir uyarı olarak durduğu gibi, duyarlı olmanın önemi üzerine bir hatırlatıcı işlevi de görüyor. Zihinleri geçmişteki suistimaller ve travmalar nedeniyle muazzam bir stres altında olan bizler için, siyasi arenada yaşananlar hayatlarımız üzerinde etki gücüne sahip olabilir ve bu etki tehlikeli olabilir. 

Bize uzak olan dünyalarda gördüğümüz nefret dolu sesler ve olaylar, yakın çevremizden çok iyi tanıdığımız ve uzak tutmak için yıllarca mücadele ettiğimiz sesleri çağrıştırmaktan kendilerini alamazlar. 

Geçmişte yaşadığımı travmaları, ihlalleri ve suistimalleri dengelemek için dünyanın gerçekten iyiliğin var olduğuna ilişkin bir kanıt sunmasına daha fazla ihtiyaç duyuyor olabiliriz.

Eğer kendimizi ‘anormal’ ölçüde yaralanmış ve etkilenmiş buluyorsak ve gerçekten bütün bu bağırış çağırış, nefret ve gaddarlıklar zihnimizi derinden sarsıyorsa, dikkatli olmamız şart.

Umudun safında kalmak için daha fazla cesaretle mücadele etmemiz ve bizi önemseyen herkesin sevgisini dikkatlice kazanmamız gerekebilir; dışımızdaki kötücül olan her şeyin içimizde süregelen bilgelik ve iyiliğe karşı bir zafer kazanmasına asla izin verilmemesini sağlamak için buna ihtiyacımız var. 

Yazar: The School of Life

Çeviri: Hasan Ayer

Kaynak: https://www.theschooloflife.com/article/politics-mental-health-and-virginia-woolf/

- Advertisment -