Orta Asya ülkeleri Kazakistan, Türkmenistan ve Özbekistan, geçtiğimiz günlerde Güney Kıbrıs’a büyükelçi atayarak Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) 541 ve 550 sayılı kararlarına bağlılıklarını vurguladı.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) Cumhurbaşkanı Ersin Tatar, Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) üyesi bazı devletlerin AB ile yaptıkları anlaşma ile ilgili şunları söyledi:
“AB ile ilişkileri bağlamında böyle bir sürece girdikleri için herhalde böyle durum ortaya çıkmıştır. Bu normaldir, neticede bu ülkelerin AB ile çeşitli farklı projeleri ile özel sektör, devlet anlamında her türlü kendi menfaatleri ve çıkarları vardır. İfade edildiği gibi maddi projeler, maddi katkılar, aynı zamanda farklı ticari boyutlarıyla AB’nin kendilerine verebileceği ticari imkanlar vardır.”
“BM kararlarına atıf yapan maddelerin kimlere nasıl sonuç doğuracağını biliyorlar mı?
Tatar, Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan ve Türkmenistan’ın AB ile imzaladıkları son anlaşmada yer aldığı belirtilen Kıbrıs meselesinde BM kararlarına atıf yapan maddelerin, Türk devletleri tarafından gözden kaçırılmış olma ihtimaline dikkati çekerek, “Bu maddelerin sonucunun nereye varacağı ve kimlere nasıl sonuç doğuracağını biliyorlar mı?” diye konuştu.
“Kıbrıs Rum Kesimi’nin oynadığı oyun bambaşkadır”
“Türk devletleri, Rum tarafıyla ilişkilerine biraz daha dikkat etmeli. AB’yle ilişkileri olabilir. Avrupa Birliği, bir birlik fakat nüfusu 800 bin olan Rumların egemenliğinde değil. Türk devletleri Rum ile de ilişki kurabilirler fakat dikkat etmeleri gerekir çünkü Kıbrıs Rum Kesimi’nin oynadığı oyun bambaşkadır. Esasında Rumların oynadığı oyun insanlığa sığmaz. Türk devletleri tarafından Kıbrıs Türk halkının hakkı, hukuku tescil edilene kadar Rumlara ‘Bekle.’ denilmesi gerekir. ‘Bir anlaşma olduktan sonra tekrar görüşürüz.’ şeklinde bir muamele olması gerektiğini düşünüyorum.”
Mansur Yavaş: “Türkiye’nin bu gelişmelere sessiz kalması, dış politikamızda bir zafiyet görüntüsü doğurmakta“
Ankara Büyükşehir Belediyesi Başkanı Mansur Yavaş X hesabından konuyla ilgili bir açıklama paylaştı.
Yavaş’ın paylaşımı şöyle:
“Avrupa Birliği’nin Semerkant’ta düzenlediği AB-Orta Asya Zirvesi’nde açıklanan 12 milyar Avroluk yatırım paketinin 3,5 milyar Avrosunun Türkiye üzerinden Orta Koridor’a ayrılması olumlu bir gelişme olsa da, bu desteğin Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY)’nin vetosunu aşmak amacıyla bazı Orta Asya Türk Cumhuriyetlerine GKRY’yi “Kıbrıs Cumhuriyeti” olarak tanıma ve bu ülkeye büyükelçi atama yönünde baskıyla ilişkilendirilmesi derin bir endişe yaratmıştır.
Kardeş devletlerimizin bu yönde adımlar atması ve zirve bildirisine bu konuya ilişkin ifadelerin girmesi, son derece ciddi ve düşündürücü bir gelişmedir. Türkiye’nin bu gelişmelere sessiz kalması, dış politikamızda bir zaafiyet görüntüsü doğurmakta ve bilinçli bir tercih olduğu izlenimini vermektedir.
Bu durumda, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin siyasi statüsü zedelenmiş, milli menfaatlerimiz ise görmezden gelinmiştir. Kıbrıs Türk halkının egemen eşitliği ilkesine saygı gösterilmeli; Türk dünyasının dayanışma ruhuna zarar verecek adımlardan kaçınılmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti’ni, bu önemli gelişme karşısında kararlı ve etkin bir diplomatik duruş sergilemeye ve kardeş devletlerin hükümetlerini de bu yanlıştan dönmeye davet ediyoruz.”
Ne olmuştu?
3-4 Nisan tarihlerinde Özbekistan’ın Semerkand kentinde düzenlenen AB-Orta Asya Zirvesi’nin sonunda yayımlanan ortak bildirinin 4. maddesinde, “Tüm devletlerin uluslararası tanınmış sınırlar içerisindeki bağımsızlığına, egemenliğine ve toprak bütünlüğüne saygı vurgulanırken, BMGK’nin 541 (1983) ve 550 (1984) sayılı kararlarının uygulanmasının esas olduğu belirtildi.
541 sayılı karar (18 Kasım 1983): KKTC’nin ilan edildiği 15 Kasım 1983 tarihinden hemen sonra kabul edilen bu karar, adadaki Türk devletinin tek taraflı bağımsızlık ilanını “yasa dışı” olarak nitelendiriyor. Tüm ülkelerden yalnızca Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tanımaları isteniyor ve KKTC’nin tanınmaması çağrısı yapılıyor. 550 sayılı karar (11 Mayıs 1984): 541 sayılı kararın devamı niteliğinde olan bu karar, özellikle Maraş bölgesindeki yasa dışı yerleşim faaliyetlerini ve KKTC’nin tanıtım çalışmalarını kınayarak, uluslararası toplumun KKTC’yi tanımaması gerektiğini yeniden vurguluyor.