Gabriel ile Türkiye’de düzenlenen Sapanca Şiir Akşamları vesilesiyle tanışmıştık. Kendisi Arjantinli ve İtalya’da yaşıyor. Şiire ve futbola olan tutkusu sebebiyle sosyal medya aracılığıyla dostluğumuz bir süredir devam ediyor. Şiirlerini ve dünyadaki aktüel meselelere dair yazdıklarını takip etmeye çalışıyorum. Gazze konusundaki duyarlılığı, insanlığın ortak vicdanı açısından dikkat çekiciydi. Onu daha iyi anlamak için bir röportaj teklif ettim. Gazze’yi ve şiiri konuştuk. Etkileyici cevaplar aldığım bir röportaj oldu. Okuyucuların ilgisine:
Bir şair olarak, Gazze’de yaşananları nasıl tanımlarsınız? Bu gerçeklik sizde ne tür duygular uyandırıyor?
Gazze’de çeşitli hedeflerle programlanmış bir soykırım uygulanıyor. Filistin halkının kültürünü, hafızasını ve kimliğini silmek; onları silahlarla, açlıkla, hastalıklarla ve sürgünle fiziksel olarak ortadan kaldırmak; bölgeyi işgal ederek İsrail devletini genişletmek. Orada, Orta Doğu’nun tüm topraklarını kapsamak isteyen “Büyük İsrail” projesinin eski ve derin planlarının bir tırmanışı görülüyor.
İsrail’in niyeti de, Batı’nın ikiyüzlülüğü de iğrençtir. Masum sivillere karşı uygulanan hayvani güç, şeytani boyutlara ulaşmıştır. Gazze’deki bu kadar ölüm ve yıkımı hiçbir şey haklı çıkaramaz; tıpkı 7 Ekim’deki İsrailli sivillere yönelik kınanması gereken saldırının da bu yıkımı haklı çıkaramayacağı gibi. Çıkışsız bir şiddet sarmalında nefret nasıl durdurulacak?
İsrail aşırı sağının Filistin halkını nesneleştirmesi öyle bir noktaya vardı ki, artık bir Gazzelinin hayatına son vermek “kazanılmış bir hak” gibi algılanıyor. Bu, insanlığın en büyük trajedilerinden biridir. Yahudilerin, Çingenelerin, Rusların, komünistlerin, engellilerin, sanatçıların, entelektüellerin, Müslümanların, anti-faşist muhaliflerin Hitler’in Nazi rejimi tarafından yok edilmesine çok yakın bir durum. Tel Aviv hükümeti Gazze’yi devasa bir toplama ve imha kampına dönüştürdü.
Bu trajediyi betimleyen birçok fotoğraf var: Boş tencereleriyle bekleyen Filistinli çocuklar. Filistin bayrağını kaldırıp İsrail hükümetini soykırımla suçlayan bir haham. Barış için dua eden Müslüman müminlerin buluşması. Gazze’deki kilisesinin yıkıntıları arasında bir Katolik papaz. Sağdan soldan devlet başkanları “Yeter!” diye haykırıyor. Dünyanın dört bir yanında halklar sokaklara dökülüyor.
Dünyanın farklı yerlerindeki acılara tanıklık etmiş biri olarak, Gazze’deki bu soykırım insanlık için ne anlama geliyor?
Sürekli istismar edilen kelimelerin işe yaramazlığını. Eşitlik, Kardeşlik, Adalet, Barış, Entegrasyon… Bunlar artık içi boş, ahlaksızca tekrarlanan, uluslararası forumlarda, basın toplantılarında, dünyanın geleceğini tartışıyormuş gibi görünen oysa kişisel çıkar peşindeki birçok kişinin mekanik biçimde kullandığı süs sözler.
Oysa insan türü olarak geldiğimiz bu noktada, gezegenin kültürel, sosyal ve bilimsel gelişimini güvence altına almamız gerekirken, kişisel çıkarların, sektörel ayrıcalıkların, ekonomik bencilliklerin sapkın politikası bizi seçim şansı bırakmayan bir uçurumun kenarına sürüklüyor. Ya hırsı yeneceğiz ya da düşeceğiz.
Bugün bir ülkeyi yönetmek; dürüstçe idare etmek, genel refahı sağlamak, sivil hakları gözetmek, halklar arasında dostluğu güçlendirmek, gelecek nesillerin geleceğini güvenceye almak demek değil. Sanki mutlaka bir savaş çıkarmak, daima daha zayıf olana saldırmak ve bu yolla hem seçim kazanmak hem de arkadaşlarına çok para kazandırmak gerekiyor. İnanılmaz ama gezegen bu şekilde dönüyor. Çünkü birçok yönetici insani ideallerden yoksun, sadece koca bir göbek ve cüzdandan ibaret.
Şairlerin savaşlar ve soykırımlar karşısında bir sorumluluğu olduğunu düşünüyor musunuz?
Barbarlık karşısında susmama sorumluluğu. Ölümün suç ortağı olan biri şair değildir. Şiir Hayat’tır. Şair, zamanını ve mekânını cesaret, dürüstlük ve sevgiyle üstlenen kişidir. Gazze’de çocuklar öldürülürken, bir şairin el yazmalarını “zıpır kedisine” ya da “diş ağrısına” ithaf etmesi düşünülemez.
Dünyada olmak, dünyada var olmak sorumlulukları ve yükümlülükleri beraberinde getirir. Öyle yüzeysel bir çağda yaşıyoruz ki, komşuyla ilgilenmek bile imkânsız bir iş gibi görünüyor. Refah ve mutluluk ülkesi, yurttaşları arasında kardeşçe ittifaklar kurabilen ülkedir. Bu, şairlerin sorumluluğudur: Tartışmalara katılmak, sınırsızca soru sormak, düşünceler önermek, güzellik bağışlamak, haritalar sunmak, kültürün refahına katkı sağlamak. Bilginin ekmekle birlikte her eve ulaşması için yorulmadan çalışmak.
Bilgi, şairin görevinde vazgeçilmez bir hedeftir.
Düşünceyi sihirli bir hale sokarak top tüfek icat etmesine, insan öldürmesine, tarlaları yakmasına, gezegeni kavurmasına izin vermemeliyiz. Şairin sorumluluğu bu alanda da vardır. Bilmek, öğrenmek, kaynakları derinlemesine incelemek, düşünmek.
Soykırımın sahipleri “ilahi bir misyonun taşıyıcısı” olduklarını ilan ettiklerinde, “vaat edilmiş topraklardan” söz ettiklerinde ya da kendilerini “Tanrı’nın seçilmişleri” gibi gördüklerinde, bu son derece tehlikeli bir problemdir. Çünkü fundamentalizmler ayrımcılık üretir, ayrımcılık ise öldürür.
Herkes kendi inancına, dinine sahiptir; buna hakkı da vardır ve barış içinde yaşamalıdır. Ama bir dinî inancın ölümü, felaketi, şiddetli yasları teşvik etmesi bana göre kabul edilemez. “Komşunu sev” mi? Bir başka insanın ölümünü buyuran Tanrı’ya mı tapınılır? Başka insanları dışlayan bir Tanrı’ya mı? Ölüm saçan çarpık inançlar vardır. Oysa insanın tek “vaat edilmiş toprağı” tüm gezegendir: Ayrımsız, barış ve işbirliği içinde, kültürel ve ruhsal açıdan hep birlikte zenginleşmek, en derin iyi dileklerin saf suyunu paylaşmak.
Eğer Gazze için bir şiir okumanız gerekseydi, hangi şiirinizi veya hangi dizelerinizi seçerdiniz?
Mahmud Derviş’in “Vatanımız İçin” dizelerini seçerdim.
Vatanımız için,
Kutsal kelimeye en yakın yerde
Bulutlardan örülmüş bir dam.
Vatanımız için,
Adının niteliklerinden uzak,
Yoklukla çizilmiş bir harita.
Vatanımız için,
Susam tanesi kadar küçük,
Bir gök ufku… ve gizlenmiş bir uçurum.
Vatanımız için,
Keklik kanadı kadar yoksul,
Kutsal kitaplar… ve kimliğe kazınmış bir yara.
Vatanımız için,
Kuşatılmış ve yaralı tepelerde,
Yeni geçmişin kurduğu pusular.
Tutsak vatanımız için,
Sevdayla yanıp ölmenin özgürlüğü.
Kanlı gecesinde bir mücevher gibi
Vatanımız uzaklardan parlar,
Çevresini aydınlatır…
Ama biz, onun koynunda
Durmadan boğuluruz.
Gazze’ye dair dünyada yazılan şiirleri takip ediyor musunuz?
Filistin üzerine o kadar çok şiir yazıldı ki… Sanırım sanal dergim Isla Negra’nın iki ya da üç sayısını Filistin üzerine yazan şairlere ayırmıştım. Çok eser okudum ve bu konuya gözyaşlarını ve cesaretlerini adamış pek çok şairi tanıma ayrıcalığına sahip oldum.
Sizce, Gazze’den yükselen çığlıklar dünyaya ne mesaj veriyor?
Bazen şöyle der gibi geliyorlar: “Bugün biziz, yarın siz olabilirsiniz” – ve ekliyorlar – “Ancak biz olarak kalırsak daha fazla zulüm ve yas engellenebilir.”
Gazze’nin çığlıkları İsrail aşırı sağının barbarlığını, soykırımcıların narsist-hırslı-supremasist hezeyanlarını, onların suç ortaklarını, Batılı sponsorların çıkarlarını halkın acısından daha fazla önemseyen uluslararası basının riyakârlığını ifşa ediyor.
80 yıldır, hatta 100 yıldır süren bir şiddet. 1948’de Deir Yassin’deki Filistinlilerin Yahudiler tarafından katledilmesiyle başlayan ve bugüne kadar süren bir tarih. O olayda 700 binden fazla Filistinli Lübnan’a ve Mısır’a sığındı. Bu kanlı olay, Arapçada el-Nakba (Felaket) olarak bilinir. Bu uzun bir boyun eğdirilme tarihidir. İşgal karşısında direnen birkaç kuşaktır yetim. Bugün Gazze’de direnen Filistinli yetimlerin, Tel Aviv’in anlattığı tarihe ya da çıkarcı basının yazdığı hikâyeye inanmasını kim bekleyebilir?
Gazze’nin çığlıkları “Adalet” diyor, “Vatan” diyor, “Barış” diyor.
Bu duruma kayıtsız kalan sessiz çoğunluğa bir şair olarak ne söylersiniz?
Uyansınlar. Hakikati arasınlar. Evrensel kardeşlikler için çaba göstersinler. Dünyanın hiçbir yerinde hiçbir savaş olmamalı. İnsan çevresine bakmalı, sokağa çıkmalı, gökyüzünü ve yeryüzünü seyretmeli, insanların gözlerinin içine bakmalı, onları dinlemeli. Her gün empatiyi artırmalı. Kolektif projelere dahil olmalı. Hayatın mirasını korumalı.
Kendi göbeğinin salınımına odaklanarak yaşanmaz. Tarihe kapalı bir pencereden bakarak yaşanmaz. Kendi kilerinin zenginliğiyle övünürken komşunun açlığına kayıtsız kalarak yaşanmaz. Sağcı, solcu, ortacı olman önemli değil; inançlı ya da ateist olman da. Bir ayağın aksak olabilir, saçların ağarmış, gözlüğün olabilir, 120 kiloyu aşmış, iki araba, üç sevgili, dört at, beş dakika sabrın olabilir. Bin kitap okumuş ya da hiç okumamış olabilirsin. Tohum ekmeyi bilmeyebilirsin ya da “günaydın” demek için on kelimen eksik olabilir.
Tek bir acil durum var: Kayıtsızlığı kırmak.
Bunca yıkıma rağmen, Gazze’nin geleceğinde umudu nerede görüyorsunuz?
Arkeolojik kayıtlar, bölgenin 10 bin yıldan fazla bir süredir avcı-toplayıcı topluluklarca iskân edildiğini gösteriyor. Batı kültürünün beşiği sayılabilecek uygarlıklar orada filizlendi. Çok yakınında, Anadolu yarımadasında Göbeklitepe gibi 12 bin yıllık harikalar, dünyamızın kültürel öncülükleri olarak yükseliyor.
Herodot, ilk tarihçi, Filistin’i anıyor. Verimli topraklar, gizemler, çözülecek bilmeceler, açığa çıkarılacak hazineler… Tarihi yeniden anlamlandırmamıza yardımcı olacak bir coğrafya. Farklı yönlerden gelen halkların kavşağı. Binlerce yıllık birlikte yaşamların, icatların toprağı.
Ben Filistin için bunu diliyorum: Kardeşçe bütünleşmelerin olduğu ilerici bir ülke.
Gazze özelinde ama daha genel anlamda da, şiirin hâlâ insanlığa umut verebileceğine inanıyor musunuz?
Şiir umut veremezse, rezaletin kargaşasına rağmen güzelliği sunamazsa, nefret gök gürültüsüne rağmen şefkati yaşatamazsa… Şiir var olabilir mi?
*Serkan Akdeniz, 1995 yılında Sakarya’da doğdu. Sakarya Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünden mezun oldu, aynı bölümde yüksek lisans eğitimine devam etmektedir.