Ana SayfaHaberlerEkonomi'Milli gelirin diktatörlüğü' son bulur mu?

‘Milli gelirin diktatörlüğü’ son bulur mu?

 

Yakın zamana dek neredeyse tüm siyasiler, ekonomik büyümenin, insan hayatını daha iyi yapacağı vaadi üzerine siyaset yürütüyordu.

 

Ancak bu değişiyor. İzlanda, Yeni Zelanda ve İskoçya, "Mutluluk Ekonomisi İttifakı" adı altında bir araya geldi ve diğer hükümetleri de aralarına katılma çağrısı yapıyorlar.

 

Peki birey mutluluğunu öne çıkaran bu alternatif model nasıl bir değişim sunuyor?

 

Londra Üniversitesi'nden antropolojist Jason Hickel de sınırlı kaynakların bulunduğu dünya gezegeninde, sınırsız bir büyümenin gerçekçi olamayacağını savunuyor.

 

Bu nedenle de Hickel, büyüme rakamlarına dayalı ekonomik modelin sürdürülebilir olmadığını söylüyor.

 

Hickel, "Ağaçların odun için kesilmesi veya dağların kömür için kazılması milli geliri yükseltiyor olabilir ama bunun bireyin yaşadığı çevreye etkisi ve sosyal maliyeti, mevcut ekonomik ölçümlemede yer almıyor" diyor.

 

Hickel, iktisatta değişmez olarak kabul edildiği için "diktatörlük" olarak tanımlanan milli gelire dayalı büyüme anlayışını değiştirmek için şunları öneriyor:

Aşırı tüketime dayalı ekonomik kirliliğinin azaltılması ve yerine bireyin mutluluğunun artırılması

Çalışma saatlerinin azaltılması, maaşların standartlaştırılması

Tüketim uyarıcısı olan reklamların görünürlüğünün azaltılması.

Karbon emisyonunun ekstra olarak vergilendirilmesi

Bilim insanları, çevresel faktörleri önceleyen bu yeni durumu, "planlı küçülme" olarak tanımlanıyor.

 

Öncülerden İzlanda nasıl bir değişimden geçiyor?

 

Halen güçlü bir ekonomisi olan İzlanda, cinsiyet eşitliğini iç ve dış siyasetinin merkezine oturtmuş durumda.

 

Kadınların cinsel ve üreme özgürlüklerinin garanti altına alınması için yasal değişikliklerin yanında, örneğin şirket yönetimlerinde eşit temsil için cinsiyet kotaları öngörülüyor.

 

Babalık iznini de içeren değişimlerin, kadınları iş hayatına daha fazla katarken, ev hayatının sorumluluklarının da paylaşılması sonucunu doğurması planlanıyor.

 

İzlanda modelinde, anne ve baba 3 ay doğum izni hakkına sahip. Sonrasında da bir üç aylık periyodu daha ya aralarında paylaşarak ya da kendi seçtikleri gibi kullanabiliyorlar.

 

Bu şekilde babalar çocukları ile daha iyi bir iletişim kurmuş oluyor, sorumluluk paylaşımı kadınların daha çabuk hayatın içine dönmesini sağlıyor, bu da ekonomiye olumlu olarak yansıyor.

 

Kendisinin de bu değişiklikler sayesinde, üç cocuğu olmasına karşın başbakanlık görevine gelebildiğini söyleyen İzlanda Başbakanı Katrin Jakobsdottir, mutluluk ekonomisini savunduğu bir konuşmasında, "Çocuklarımız, 'Gezegeni niye kurtarmadınız?' diye sorduğunda, kapitalizmi ayakta tutmaya çalışıyorduk' demek istemiyorum." cümlesini kullanıyor.

 

Ülke bu nedenle, ekonomik olarak yük getirecek olsa da iklim değişikliğine sebep olan ekonomik etkenleri azaltmak üzerine bütçe planlaması yapıyor.

 

BM'nin kalkınma haritası

 

"Maliyeti ne olursa olsun büyüme" anlayışı, eşitsizlikleri, iklim krizini, doğal ve sosyal değerlerin erimesini doğurdu.

 

Birleşmiş Milletler'in ortaya koyduğu Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri, bunun tersi bir modeli teşvik ediyor.

 

Bu modelde, iklim değişikliği tehdidine karşı önlem alınması, toplumsal cinsiye eşitliğinin sağlanması, eşitsizliklerin azaltılması gibi 17 başlık yer alıyor.

 

Mutluluk ekonomisi temel olarak ekonominin topluma ve doğaya endeksli olması düşüncesi ile işliyor.

 

Robert Kennedy'nin, "hayatı yaşamaya kılan şeyler, milli gelir hesaplanırken dışarıda bırakılan şeyler" sözüyle mevcut ekonomik değerlendirme sistemini sorgulamasının üzerinden 50 yıldan fazla geçti.

 

Bu düşünce şekli, bugün mutluluk ekonomisi olarak ete kemiğe bürünüyor.

 

 

 

- Advertisment -